Fitilini kim ateşlemiş olursa olsun Kuzey Afrika’dan başlayan özgürlük ateşi tüm Arap coğrafyasını ısıtıyor. Bizim 1908’de yaşadığımız sarhoşlukla yüz yıl gecikmeli olarak tanışıyor Arap dünyası… Bundan sonra onlar için de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Önce tanrı yapacaklar özgürlüğü, sonrasında bu zapt edilemez tanrının başlarına sardığı yeni musibetlerle uğraşacaklar.
Bir yerde ihtilal olur, halk hareketi olur da Çerkesler olmaz mı? İsyanın birinci perdesine sahne olan Tunus’ta Çerkes kimliği dillendirilmemişti fakat ateş Libya’ya sıçradığında Fehim Taştekin’in haberi ile isyanın Çerkes aktörlerini öğrenmek imkânımız oldu. Aslında belki Fehim Bey’in son derece insancıl romantizminin görmek istemediği bir gerçekti ama Libya’nın isyancıları arasında damarında bir kaç damla Çerkes kanı dolaşan birileri var ise de bu durum onları Fehim Bey’i heyecanlandırdığı kadar heyecanlandırmıyordu.
Mısır’ın mübarek firavununu tahtından alaşağı eden milenyum Musaları arasında da bizim kamçısı kırıkların soyundan gelenlerin var olduğu tartışma götürmezdi, fakat isyan sürerken onlardan da bir ses çıkmadı. Bu durum da anlaşılabilirdi, çünkü önce Yavuz, sonra Kavalalı susturmuştu onları.
Ne zamanki ateş Suriye’yi sardı, orada soydaşlarımız olduğunu hatırladık. Ama sadece hatırladık, sınırın hemen yanındaki Mumbuc kasabasında düğün olsa alkışa duracak Çerkesler Mumbuc’u ateş sarınca hatırlamakla yetindiler.
Evet Suriye yanıyor ve orada akrabalarımız var. Birileri Çerkes halkının Türkiye’deki temsilcisi sayılan kişilere telefon edip ‘endişe etmeyin biz iyiyiz’ demişse de bana ulaşan haberler öyle değil.
Çerkesler karınlarının doymayacağı yerde aç olduklarını söylemezler. Kaffed’i arayan Esad yanlısı Çerkes yardım talebinde bulunsa idi, iki ateş arasında kaldık dese idi kim ne yapardı? Yardım organizasyonu mu düzenlenirdi, Reyhanlı’da bir geçici kamp kurulup soydaşlar en azından Suriye’deki belirsizlik sona erinceye dek konuk mu edilirdi? Yahut Anayurtla temasa geçip Kosovalıların dönüşü örneğinde olduğu gibi Suriye’den Anayurda geri dönüşün sağlanmasına mı gayret gösterirlerdi?
Bunların hiç birisinin gerçekleşmeyeceğini bilen Suriyeli Çerkes, kendisine hal hatır soranlara iyiyiz cevabını vermeyip ne etse idi.
Gerçek çok farklı… Çerkesler’in en kötü şartlar altında yaşadıkları ülke Suriye. Bu ülkede yaşayan Çerkesler Arap İsrail Savaşından sonra ülke içinde göç yaşamış, seksen yıllık yurtları Golan’ı 1960’lı yıllarda terk ederek Şam, Halep, Humus şehirlerine yerleşmişlerdir. Yaşadıkları savaş ve göç yüzünden ekonomik güç oluşturamamışlar, ancak küçük memuriyetler ve yakın zamana kadar Suriye askeriyesinde görev almışlardır. Kültürlerini yaşatabilecekleri etkin cemiyetlerden mahrumdurlar, dil ve kültür ciddi bir şekilde yok oluş eşiğine gelmiştir.
Şu anda Esad’ın askeri gücü tarafından korunan Şam merkezindeki birkaç Çerkes’e ateşin değmediği varsayılabilir, fakat Halep ve Humus’takiler için bu söylenemez. Bu bölgedeki Çerkesler de halkın tamamı gibi iki ateş arasında kalmış durumda.
Aslında gerçekleşen her devrim Suriye Çerkeslerine büyük zararlar vermiştir. Osmanlı terk ettiğinde Arapların insafına kalan Çerkesler Fransızlarca askeri güç olarak kullanılmış, 1946’da Fransızlar çekilince Çerkesler bürokrasiden tasfiye edilmiştir. Bakalım bu halk hareketi ne getirecek onlara… Arapları sarhoş eden bu bahar, belki Çerkesleri de mutlu edecektir.
Sayı: 2011 08