Sadece gazete mi utanmalı?

0
1392
Taraf Gazetesi yazarı Alper Görmüş, 17 Mayıs 2011 tarihli köşesinde ‘Çerkeslerin sesini duyan var mı?’ başlıklı yazımı yayınlamıştı. Ben de Jıneps okurları için kaleme aldığı yazıyla bu ay kendisini köşemde misafir ediyorum.
Sadece gazete mi utanmalı?
Alper Görmüş
İngiltere’nin medya devi Murdoch’un sahibi olduğu çok satışlı gazete News of the World, büyük bir rezaletin ardından kapatıldı… Karar, gazete yönetiminin polisle işbirliği ederek “dramatik” hikâyesi olabilecek kişilerin telefonlarını dinlediğinin açığa çıkmasının ardından geldi.
Hangisiydi hatırlamıyorum, bizim gazetelerden biri, “Bir gazete utancından kapandı” başlığını uygun görmüştü News of the World’ün son sayısının ardından…
Doğrusu, şahane bir başlıktı… Bunu teslim ediyorum ama şu soruları da sormadan edemiyorum: Bu hikâyede utanması gereken sadece gazete mi?
Hangi yolla elde edildiğini bilmeseler de, içlerine dalarak okudukları o dramatik hikâyelerle yetinip, onların nedenleriyle, arka planlarıyla ilgilenmeyi “sıkıcı” bulan okurların hiç mi suçu yok bu hikâyede?
Hikâyelerin nedenleriyle, arka planlarıyla ilgilenen bir insan, nasıl bir toplumda, hangi ilişkiler çerçevesinde yaşadığını bilmek ve o ilişkilere müdahil olmak isteyen bir insandır. Yani geniş anlamıyla siyaset yapan insandır.
Ne yazık ki bütün toplumlarda bu türden insanların sayısı hızla azalıyor, buna karşılık yaşadığı topluma müdahale etme arzusu sıfırlanmış ve fakat başkalarının hayatını bariz bir porno duygusuyla izlemenin müptelası olmuş insanlar hızla çoğalıyor.
Medyadaki “soysuzlaşma”nın yegâne sorumlusunun medya olmadığı uzun bir süredir kabul ediliyor… The New Yorker’ın yayın yönetmeni David Remnick’in 2004’te Stanford Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmayı hatırladım, o sırada Sabah’ta yazan Ergun Babahan aktarmıştı… Aradım buldum Remnick’in sözlerini…
Remnick, o konuşmasında, “Medyanın bayağılığa yönelimi, aşırı ticarileşmesi ve karar alırken reytinglere bağlılığı” üzerinde uzun uzun durduktan sonra lafı “okur ve izleyici sorumluluğuna” getirerek şöyle diyordu:
“Ama buna paralel bir değerlendirme daha yapılması lazım ve bunu sindirmek o kadar kolay değil. Kamuoyu da, ne izlediği, ne okuduğu ve neyi ihmal ettiği konusunda bir sorumluluk taşır. Bazen sorun halkın bilgi alma hakkı veya bilgi kıtlığı değildir. Daha çok halkın bilme arzusundan, eğitilmekten çok eğlendirilmek arzusudur. Bu da medyadan çok kültürle (okul, aile) ilgili bir sorundur.”
The New Yorker’ın yayın yönetmeninin ne anlatmak istediği açık, değil mi? Bir miktar indirgemeyle söylüyorum; Remnick, medyadaki “üçüncü sayfa” haberciliğinin bir “arz” bir de “talep” tarafının olduğunu hatırlatıyor bize…
Diyeceksiniz ki, üçüncü sayfalardaki “karısını parçaladı”, “evi çocuklarıyla birlikte ateşe verdi” türünden korkunç öykülerin “eğlendirilmek”le ne alâkası var?
Var ama…
Orwell’in kehanetinin tersine, insanların gelecekte “yasaklarla” değil “eğlendirilerek” denetleneceğini öne süren Huxley, bu kelimeyi her türlü “oyalayıcı”yı kapsayacak bir anlamda kullanmıştı. Bir yoruma göre Orwell, “insanların doymak bilmez eğlence açlığı”nı hesaba katmadığı için yanılmıştı.
 “Doymak bilmez bir eğlence açlığı” içindeki kitlelerin, bir eğlence biçiminden hızla sıkılmaya başlayıp hep yeni, daha yeni eğlence arayışlarına girdiğini hesaba kattığımızda, mesele biraz daha karanlıklaşır: Artık, hakiki şiddetin de, o şiddete maruz kalanların dramatik öykülerinin de bir eğlenme-oyalanma aracına dönüştüğü, izahı zor bir tekinsizlik alanındayızdır…
Alanımızı sınırlayalım, Türkiye’ye bakalım…
Bundan birkaç hafta önce, bir temmuz gününde, “kadın üzerindeki erkek şiddeti” hem de cinayetle sonuçlanmak üzere “bir günde beş” şiddetine ulaştı.
Gazetelerimiz, “en çarpıcı en birinci” kuralı uyarınca, anne ve 11 yaşındaki çocuğunu kucak kucağayken diri diri yakan “eski koca dehşeti”ni öne çıkardılar, kalan dört vakayı da onun peşine taktılar.
Herkes farkında, Türkiye’de son yıllarda aile içi “koca” şiddetinde olağanüstü bir artış var. Peki, her gün üçüncü sayfa haberlerinde bu şiddeti ballandıra ballandıra anlatan gazetelerimizde bu artışın nedeniyle ilgili olarak neden hiçbir merak işaretine rastlamıyoruz?
Remnick, bu meselenin “kültür” boyutundan söz ediyordu… Peki, üniversitelerimiz bu artışla ilgili neden hiçbir araştırma yapmıyor?
Üniversite deyince aklıma geldi… 2007’de Nokta’da Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Nükhet Sirman’la bir söyleşi yapmıştık… Sirman, kayıt-dışı ekonominin, part-time işlerin ve hizmet sektörünün kadın emeğinin toplam emek içindeki payını artırdığını, bunun da son 15 yılda yeni bir “erkeklik krizi”ne yol açtığını savunuyordu. Çünkü erkek artık “eve bakan kişi” olmaktan çıkıyor ve böylece otoritesi sarsılıyordu.
Ben, kendi payıma, son yıllardaki “koca” şiddetinin artmasının altında Sirman’ın anlattığı “erkeklik krizi”nin yatıyor olma ihtimalini çok güçlü görüyorum.
Farkındayım, meselenin püf noktasından biraz uzaklaştım… Oraya dönerek ve bir soru sorarak bitireyim:
Eğer bir toplumda erkek cinayetlerinin nedenlerini araştıran ciddi bir çalışmayı okumaya heves eden bir kişiye karşı, ayrıntılı cinayet öykülerini tercih eden yüz kişi varsa, o toplumda “News of the World”ler daima olacaktır.
Bugün birini kapatırsınız, yarın yenisi çıkar.
 (Alper Görmüş’ün yazısı Temmuz ayında mizanpaja yetiştirilememesi nedeniyle gecikmeli yayınlanmıştır.)

Sayı: 2011 08