Belgelerle 6-7 Eylül (4. Bölüm)

0
463

Tanıklar anlatıyor

Talan bitti, sıkıyönetim geldi

‘Anneannem ağlıyordu, ‘Aman evladım kimsenin malına dokunma, bunlar bizim komşularımız’ diyerek…’ ‘Derikli Usta’nın meyhanesine ilk baltayı, her akşam orada veresiye içki içen zabıta vurdu…’
Saatler ilerler, ancak semtlere dağılmış olan kalabalığın öfkesi dinmez. İstanbul en uzun gecelerinden birini yaşamaktadır. “Rum çocukları evlerine bıraktım, eve geldim. Caminin karşısındaydı evimiz. Anneannem kapının önünde taşın üzerine oturmuş, titriyor ve ağlıyordu. Beni görünce ‘Aman evladım, kimsenin malına dokunma, bunlar bizim sittin senelik komşularımız’ diyerek ağladı. Bir şey oldu, bir süre sonra Rumlardan kalma bir tabak getirdiler eve, anneannem tepki gösterdi, ‘Eve sokulmaz bunlar, tarumar oluruz’ dedi. Son dakikaya kadar burada, Büyükdere’de iskelenin içinde Anastas ve Niko vardı, pastacı, dükkânının yıkılmaması için sonuna kadar direttik. Fakat öyle bir güruh geldi ki, üf, gözü dönmüş, parçaladılar dükkânları…” (72 yaşındaki emekli bankacı H.Ö., Tarihe Bin Canlı Tanık)
Aynı gün bir başka ilde, İzmir’de de şiddet olayları yaşanır. Saat 24.00’te İstanbul’da ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edilir, sokağa çıkmak yasaklanır. Emniyet müdahalede gecikmiştir:
“Polis istese mani olamaz mı, yahut asker, olurdu. Moda’da, karşıda, meyhane vardı Derikli Usta’nın, demir kepenkli, orada her akşam veresiye içen bir belediye zabıta memuru vardı, kepenge ilk baltayı o vurdu. Bizim evin altında Aksiyotis vardı, düzgün, emeğiyle geçinen, vasat ama medeni kimselerdi, ter ve korku içindeki hallerini hatırlıyorum. Feci bir şeydi, 5-10 gün kulağımdan şangırtı sesleri gitmedi.” (71 yaşındaki eczacı M.Z., Akdeniz Sesleri)
“Pastane Stasuli’yi kırdıklarında, bir bekçi vardı, ‘Hadi çocuklar tamam, tamam’ diyordu. Bir akrabam da Çengelköy’de dedi ki, bir gece içinde polisi, bekçisi hepsi değişmiş.” (68 yaşındaki emekli öğretmen E.P., Akdeniz Sesleri)
Akşam saatlerinde Ankara’ya doğru yola çıkan trene ulaşan dehşet haberleri, Bayar ve Menderes’in İstanbul’a dönmesine yol açar. Bakanlar Kurulu, sıkıyönetim kararı alır. Bu arada Londra Konferansı’ndaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya olaylarla ilgili bilgi verilir.
“Ordu gelince çil yavrusu gibi dağıldılar, kimse kalmadı. Bu olaylardan sonra aradan zengin olanlar oldu. Ama sonunda tonganın altına Menderes gitti, o ayrı.” (78 yaşındaki emekli öğretmen O.D., Tarihe Bin Canlı Tanık)
“En çok İstiklal Caddesi’ne zarar verildi. Günlerce o çöpler durdu. Temizlenemedi İstanbul. Hadiselerden sonra 3-4 gün sokağa hiç kimseyi çıkarmadılar. Yüksekkaldırım’a indiğim zaman, bir de ne göreyim, o güzelim vitrin camları aşağıda, piyanolar, orglar, kontrbaslar, saksofonlar yerlerde, parça parça. Ve dükkânın kepenkleri kazmalar, küreklerle parçalanmış. Ve içeri girdiğiniz zaman, baktım birisinin elinde süpürge, böyle süpürüyor dükkânın içini, mal sahibiymiş, ‘Geçmiş olsun’ dedim. ‘Sağ olun’ dedi, ‘Şu dükkânın haline bakın’ diye ağlıyordu adam.” (76 yaşındaki kunduracı S.B., Tarihe Bin Canlı Tanık)
“İnanır mısınız, 5-6 ay Beyoğlu’na çıkamadım, o manzarayı görmemek için. Derler ki, bir ay, bir buçuk ay, tabii peynirler, yağlar dökülmüşler, onların o kokuları çıkmamış Beyoğlu’ndan.” (Emekli bankacı H.Ö.)

Yaraları yine komşular sardı

Günün ilk ışıklarıyla ortaya çıkan dehşetin yaralarını yine komşular sarar: “Birçok Müslüman Türk komşumuz vardı, bize geçmiş olsun demeye geldiler. Ama bazıları da gece köşeye çıktı, ‘Var olun çocuklar, var olun’ diye destek verdi ve tabii artık onlar bize selam veremiyorlardı. O günden sonra içimize korku girdi. Bu olayları yapanlar bilmediler ki, düşünmediler ki, bu zarar memleketin zararı. Evet, Rum’undu, bilmem neydi, ama burada yaşıyordu, para, devletin parasıydı.” (E.P.)
İki günün sonunda pek çok insan tutuklanır. 10 Eylül 1955 günü dönemin İçişleri Bakanı istifa eder. Kıbrıs Türktür Derneği kapatılır. 12 Eylül günü Meclis’e taşınan olaylarda DP iktidarı komünistleri suçlar, aralarında Kemal Tahir ve Aziz Nesin’in bulunduğu insanlar tutuklanır, ancak 1956’da aklanırlar.
“Ben hep diyorum, Türkiye’nin ekonomisi, 6-7 Eylül’den sonra bozuldu. Çünkü devlet (zararlara karşılık) para ödedi. Ondan sonra Türkiye çöktü. Türkiye’nin ekonomisini tutuyordu onlar. Taksim’de tek dükkân kalmadı. Eskiden parası olmayanlar zengin oldu.” (70 yaşındaki ev kadını K.A., Tarihe Bin Canlı Tanık)
“Çıkıyorduk, her yerde yazılı, ‘Vatandaş Türkçe konuş’. Rumca konuşamazsın, gâvursun. 56’da, Angelos karısını aldı, İtalya’ya kaçtı. Biz kaldık. Biz gitmek istemiyorduk İstanbul’dan tabii. her sabah, adamın biri geliyordu köşede Lula’yı kolluyordu, bekliyordu. Sokağa çıkamıyorduk. Ondan sonra, 64’te, yavaş yavaş hepsi gittiler, yani Rum kalmamaya başladı İstanbul’da. Artık yaşanmazdı burada.” (74 yaşındaki ev kadını F.S., Tarihe Bin Canlı Tanık)
“Biz bu 55’teki olayları unuttuk, çoğumuz. Ve gittiler diyorlar, bazı Rumlar da diyor bunu. Yoo, o zamandan sonra biz gitmedik. 50 aile gitmiştir belki, 56’larda, 57’lerdeki hadiselerden sonra. 63’te Kıbrıs çok alevlendi. ‘Ya Taksim, ya ölüm’ her tarafta megafonlar, mikrofonlar, sinir harbiydi bizim için, doğruya doğru. O zaman, işte, hayatımız zordu. Rum olduğumuzu söylemeye çekiniyorduk. Mesela diyorduk ki çocuklara, ‘Sesli Rumca konuşmayın’, ‘Konuşacaksanız sessiz konuşun’. Çünkü hemen görüyordunuz, yüz ifadesi değişiyordu insanların. Bu benim vatanım. Ben burada doğdum, burada yaşadım, anam, babam, böyle. Ben nasıl gideyim, Amerika’ya giden Rumlardan değilim, biz göçmen değiliz bir defa. Ben burasını seviyorum, Yunanistan’ı da. Ama burası da benim vatanım. Sonradan göç başladı ya, 63’ten sonra, 64’te. Hiç gitmeye niyetimiz yoktu. Diyordu ki eşim ‘Eğer mecbur kalırsak, sonuncusu olayım, buradan gidişimle!” (E.P.)

Arka bahçede yanan perde

“Biz uyuyorduk, aşağıda Erzurumlu kiracılarımız vardı. Onlar duymuşlar, geldi kapıları vurdu, ‘Kalkın dünya yıkılıyor, siz daha yatıyorsunuz’ diyerekten. Bir kalktık, hakikaten dünya yıkılıyor, o, ben, ablam, birkaç kişi toplandık, sokağa çıktık. Felaket. Arabaların arkasına (kumaş) topları takıyorlar, toplar, dört tane takıyor, dört parça arabalar sürüklüyor topları. Çikolatadan geçemiyorsun, yerlerde şekerler çürüyor, basıyor millet. Osmanbey’e doğru gittik. O kristaller, saatler, pastalar, çikolatalar… Osmanbey yıkılıyor, bütün millet orada. Nişantaşı’na döneceğiz, bizim mahallenin delikanlıları, o zamanlar, bir mağaza, Dede mağazası, kırıyorlarmış orda, böyle bir top çocuk tulumu geldi kucağıma. Ablam dedi, ‘Bunların malı bize yaramaz, ver sen bunu’ aldı paramparça etti kumaşları. Bir tek pembe şapka kalmış elimde, vermedim onu sakladım. Oradan Nişantaşı’na gittik, çok fettandı, bu benim büyüğüm ablam. Bir top perde gelmiş onun kucağına, nasıl biliyor musunuz, bütün sim, altın gibi bir perde, oradaki apartmanlardan, nerden kırmışlarsa. Eve getirdi perdeyi, bu sefer bir komşumuz, ‘Böyle bir perde sizde yok, ya sizi karakola götürürlerse.’ Başladı mı ablam dövünmeye, ‘Biz n’apacağız, bunu.’ Hadi bakalım, kovanın içine sokar perdeyi, bir de kibrit çakar, yak Allah yak, haftalarca o per- de yandı. O komşunun yüzüne yaktık, ama dünya hakikaten kırıldı, çok berbattı, yani çıkılmıyordu, Osmanbey’e, Nişantaşı’na.” (80 yaşındaki işçi N.Ç., Tarihe Bin Canlı Tanık)
(Tuğba Çameli ile ‘Akdeniz Sesleri’ ve ‘Tarihe Bin Canlı Tanık’ Projeleri ekibince hazırlanmıştır. Toplumsal Tarih Dergisi Eylül Sayısı)
– BİTTİ –

Sayı : 2011 12