Çerkes Dillerinin Dünya Dil Grupları Arasındaki Yeri

0
5995
“Dil musikidir… musikilerin en manalısı, en az müphemi, ama musiki. Her kelime bir kelimeler
dünyasının anahtarıdır; meçhule açılan bir kapı
her kelime. Meçhule, yani rüyalara, hatıralara,
anlatılamayanlara, anlatılamayacaklara. Mağaralardan süzülür şuur altının,
şuurun yedi kat göğünden dökülür. Kelime küfür, kelime dua, kelime büyü. Zihnin bu esrarlı meyvesini asırlar besler, asırlar olgunlaştırır.”
(Cemil Meriç. Umrandan Uygarlığa.)
Çerkes Dillerinin Dünya Dil Grupları Arasındaki Yeri
Dilleri gramer yapısına göre Hint Avrupa, Sami, Ural Altay gibi dil aileleri içinde sınıflandıran dil bilginlerini en çok uğraştıran bölge hiç şüphesiz Kuzey Kafkasya’dır. Gerçekten dünyanın hiçbir yerinde Kuzey Kafkasya’da olduğu gibi birbirinden bu derece bağımsız ve fazla sayıda dil yoktur. Fakat bu konunun üzerinde pek de fazla mürekkep akıtılıp kafa yorulmuş olduğu söylenemez. Kafkas dillerini incelemek amacıyla kolları sıvayan filologlar için, mantığının ve telaffuzunun diğer dillerden çok farklı olması nedeniyle bu bölgede konuşulan dillerin korkutuculuk arz ediyor olması gerekir. Bu sebeple Kafkas Dağlarının kuzey ve güney yamaçlarında konuşulan dillerin dünya dil ailelerinden hiç birine dahil edilemeyeceği gibi kolaya kaçar bir gerekçeyle bu lisanlara “Kafkas Dil Grubu” denir ve bağımsız bir dil grubu oluşturdukları ifade edilir.
Oysa Kafkasya gibi eski dünya kıtalarının ortasında ve bir çok köklü medeniyet bölgesinin arasında önemli bir geçiş noktası teşkil eden, ayrıca Hindistan’dan Britanya’ya uzanan İndo Cermen, Kamçatka’dan Macaristan’a uzanan Turani dil grubunun kesişme noktasında yer alan bir bölgede konuşulan dillerin bu gruplardan hiç biriyle alakası bulunmayan, birbirinden tamamen bağımsız lisanlar olduğu iddiasının bilimsellikten uzak olduğu sonucuna varmak zor değildir.
Bilindiği üzere dil; meramı ifadeye işaretlerin yetmediği yerden başlayan ve insanların yeryüzü macerasının sonuna kadar gelişme ve değişme sürecini devam ettirecek olan canlı bir kavramdır. Her lisan, konuşulduğu coğrafyanın, iklimin, komşu toplulukların etkisiyle gelişir ve değişir. Bu özelliğiyle hiçbir dil durağan değildir. Bu sebepledir ki her dil içinde doğduğu topluluğun tarih seyrini, kültür şeklini ve nihayet karakterini yansıtan özellikler göstermektedir. Doğal olarak her dil bünyesinde farklı toplulukların dillerinden geçmiş sözcükler, takılar ve gramer kuralları içermektedir.
Nitekim Türkçe’de bu gerçeği görmek mümkündür. Orhun Abidelerindeki dilin fonetiğiyle, grameriyle günümüzün Türkçe’sinin yapısal özellikleri arasında pek büyük bir fark kendisini belli etmektedir. Bugünkü Türkçe sadece sözcük zenginliği bakımından değil, bir çok dil bilgisi kuralı bakımından da eski Türkçe’den ayrılmaktadır. Farklı ihtiyaçlar farklı sözcüklerin türetilmesini, eski sözcüklerin farklı anlamlarda kullanılmasını gerektirir olmuştur.
Bu bakımdan dil, araştırdıkça insanlığın yeryüzü serüvenine dair ipuçları veren zengin bir kaynak mesabesindedir.
Kelimelerin cümle içinde yerleştirilişi ve fiil çekimlerinde o dili konuşan toplulukların karakter özelliklerinden izler bulmak mümkündür. Örneğin İngilizce’de şahıs, fiilden önce belirtilir. Going (gitmek) fiilini kimin yaptığını fiilden önde yer alan zamir belirler. (I’m going.) şeklinde. Adıgece’de de aynı şekilde gon (gitmek) fiilinin faili, fiilden önde yer alan ve şahıs bildiren (s) ekiyle belirtilir. (sogo veya sıgoğ). Bu tür diller filolojide prefix (önekli) diller olarak adlandırılır. Oysa Türkçe’de fiil önde, şahıs ve zaman ekleri arkadadır. Gitmek fiilini kimin icra ettiği, fiilin sonunda yer alan (–um) ekiyle anlatılır. Rusça’da da aynı özelliği görmek mümkündür. Sprasit (sormak) fiili, sproşu, sprosiş, sprosit şeklinde çekilir. Rumca da bu yönüyle son eklidir. Ksero fiili Kserete şeklinde şahıslandırılır. Bu tarz diller suffix (son ekli) dillerdir.
Söz konusu açıklamanın ışığında Kuzey Kafkas dillerini incelediğimizde, Abhazca’dan Çeçence’ye kadar bu bölgede konuşulan tüm dillerde şahıs bildiren eklerin fiilden önce yer aldığını ve kelimedeki vurgunun daima ilk hecede yani şahıs üzerinde olduğunu görürüz. Zaman ekleri ise fiilin önünde ve ardında yer değiştirir. Bu durum fiilden ziyade şahsa önem veren, teşkilatçı, bağımsızlığına düşkün, otorite kabul etmez, liberal yapılı bir topluluğun karakterinin konuşulan dile yansımasından başka bir şey değildir. Aksi durumun söz konusu olduğu hallerde, yani şahsı fiilden sonra belirten dillerin konuşulduğu topluluklarda ise daha birlikçi, daha munis yapılı, daha kolay yönetilebilen bir karakter gözlemlenir.
Asırlardır büyük kavgalara, çıkar çatışmalarına mekanlık eden Kafkasya’da konuşulan dillerde bu toplumsal hareketliliğin izlerini gözlemleyebiliriz. Bu çalkantılı ortam pratik, teşkilatçı ruhlu, seri düşünebilen, meramını kestirme yoldan ifade eden bir insan tipi ortaya çıkarmıştır. Öyle ki bir tek kelimeyle fiili, faili, nesneyi ve zamanı belirtme gücü geliştirilmiştir. Örnek verecek olursak, Adıgece (Yebta) kelimesi Türkçe’ye (Ona sen verdin mi?) Şeklinde üç kelimeyle çevrilebilir. Oysa Adıgece’de bu üç kelime tek sözcükle ifade edilebilir. Aynı şekilde (Şıs) oturmaya devam et, (dıs) ayaktayken otur. Tedıs (üzerine otur) örneklerinde olduğu gibi oturmak fiilinin her bir hali farklı sözcüklerle ifade edilir.
Başka hiçbir dilde görülmeyecek bir başka özellik de varlığın sahibiyle belirtilmesidir. Tek başına (var) kavramını karşılayacak bir kelime Adıgece’de bulunmamakta, bu durum ssie (benim var), Uie (senin var), yie (onun var), die (bizim var), fie (sizin var), Şıa (bir şey var) şeklinde ifade edilmektedir. Bu da Adıge dil mantığının ferdiyetçiliğini gösteren bir özelliktir.
Konumuza aydınlık getirecek bir başka yön de dilde bulunan harflerin yapısını incelemektir. Ubıkhça seksene yakın sesle dünya dilleri arasında fonetiği en karmaşık olanıydı. Adıge, Abhaz, Vaynakh ve dağ dilleri de birbirinin benzeri karmaşık bir ses yapısına sahiptir. Gırtlak seslerinin fazlalığı ve ünlü azlığı genel özellik olarak zikredilebilir. Bir soğuk bölge dili olan Rusça’da p, r, t, z, j gibi sert ünsüzler ağırlıktadır. Sıcak iklim dili olan Arapça’da ise b, d, üç çeşit h ve s gibi yumuşak ünsüzler hakimdir ve p, j gibi kimi sert harfler hiç yoktur.
Rusça’nın fonetiği soğuktan dişleri birbirine çarpan bir insanın konuşmasını andırır. Arapça ise sıcaktan rehavet siygaları koyuveren birini. Sert harflerle konuşan Rus, soğuk karakterli, topluluk ilişkileri zayıf bir insan tipidir. Yumuşak bir dil konuşan Arap ise sıcak kanlı, gevşek yapılı, kabile ve aile bağları kuvvetli bir insan tipi sergiler. Bu iki milletin el sıkışı arasında bile bariz bir fark gözlemlenir. Arap karşısındakine sarılır, hatta öper. Rus kültüründe ise bu tarz sevgi gösterileri hoş karşılanmaz. Kafkas dilleri bu yönüyle de dünya dillerinden farklı özellikler gösterir ki bu da keskin sessiz harflerin bulunmasıdır. Sert sessizlerin hakim olduğu dilde p, k, b gibi seslerin keskinleştirilmiş şekilleri görülür. Bu harflere başka dillerde rastlanmaz. Adıgece Uimıpıaje, (acele etme) kelimesindeki (P) sesi Kuzey Kafkas dillerine özgü sert ve keskin bir sestir.
Kafkasyalı hançeresine özgü bir başka harf olan (tl) sesinin Orta Amerika’daki Natuatl dilinden başka sadece ölü bir dil olan Etruskçe’de mevcut olduğu biliniyor. Bu da sık sık dikkatlerini Kafkasya’ya çevirmek zorunda kalan Etrusk araştırmacılarının gözünden kaçan bir başka muamma olsa gerek.
Hint Avrupai dillerde fazlaca kendisini gösteren erillik dişillik niteliği kimi Çerkes dillerinde oldukça keskin çizgilerle ortaya çıkar. Özellikle Abhaz ve Çeçen dillerinde bu nitelik pek barizdir. Fiil kökleri bile failin cinsine göre değişebilmektedir. Abhazca’da erkek (waay), kadın (baay) şeklinde çağırılır. Çeçence’de gel, erkeğe (havola), kadına (hayola) şeklinde ifade edilir. Çeçence yardımcı fiil kullanımları açısından da farklılık taşır. Erkek için (vu), kadın için (yu), cansız varlıklar için (bu) ve (du) yardımcı fiilleri kullanılır. Eril dişil yapılandırmanın çok bariz bir şekilde görüldüğü Çeçence’de yardımcı fiillerin şahıs, teklik çokluk, cinsiyet, canlılık cansızlık, soru, zaman gibi bir çok fonksiyonunun olduğunu belirtmek gereklidir. Bu fonksiyonlar büyük ölçüde İngiliz dilinin gramatik özelliklerini çağrıştırmakla birlikte daha farklı kullanımlar sergiler. Genel olarak Kafkas dilleri matriks özellik gösterdiği için yani fiil çekimleri düzensiz olduğu için filolojide seyrek rastlanan kullanımlar karşımıza çıkar ve Çeçence de bunun istisnası değildir.
Adıgece’de erillik dişillik kullanımı hissedilir derecede belirgin değildir. Ancak bazı kelimeler kadına ve erkeğe göre farklı şekiller almaktadır. Sidelh (kadının erkek kardeşi), sigoş (erkeğin erkek kardeşi) gibi.
Sonuç olarak yapısında açık bir şekilde kendisini belli eden İndo Cermen dil özelliklerini bulmanın mümkün olduğu Kuzey Kafkasya’nın kadim dillerini farklı bir boyutuyla, dünya dilleriyle karşılaştırmalı olarak inceleyip benzerlik ve farklılıklar üzerinde durarak tetkik etmenin bizleri daha somut ve daha bilimsel sonuçlara götüreceği mutlaktır. Bu da yaşamı boyunca Kuzey Kafkas dillerinin çözümlenmesi konusunda büyük emekleri olan Georges Dumesil gibi araştırmacıların varlığını gerektirir.
Bünyesinde Hititoloji, Sümeroloji gibi bir çok ölü dili araştıran kürsülerin bulunduğu üniversitelerimizde memleketimizin gerçeği olan Kafkas dillerini araştıran bir kürsünün olmayışı bu konudaki çalışmaları açmaza sokmaktadır. Maalesef şimdiye kadar Adem ile Havva’nın Adıgeliğini, Tevrat’ın orijinalinin Çerkesçeliğini, demokrasi, psikoloji, coğrafya gibi anlam ve etimolojisi apaçık ortada olan kelimelerin sırf ses benzerliğinden dolayı Çerkesçe olduğunu ispat etme uğraşısından öteye gitmeyen Çerkesçe araştırmaları, konuyu ciddiyet ve bilimsellikten uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramamıştır.
Unutulmamalı ki araştırmaya konu olacak iddiaların bilimsel izahı ve akılcı delilleri bulunmalıdır. Tekrar üzülerek hatırlatırız ki, iletişim çağı olan 21. Yüzyılda dünya pazarını elinde tutan hakim güçlerin dilleri karşısında Kuzey Kafkasya’nın yerel dillerinin yaşama şansı günbegün azalmaktadır.
Yerel dilleri bilen ve tarihi sorumluluğunun farkında olan araştırmacılarımıza düşen görev, daha somut, daha bilimsel, daha yoğun çalışmalar yapmak ve dilimizi bir sonraki nesle daha sağlam veri ve kaynaklarla aktarmak olmalıdır.

Sayı: 2011 12