Dereye su gelene kadar kurbağanın gözü patlayacak

0
1702
Malumunuz 3-4 Aralık 2011 tarihlerinde Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun 5. Genel Kurulu Ankara’da yapıldı. Sn. Cihan Candemir’in uzun görev yıllarından sonra Sn. Vacit Kadıoğlu Kaffed Genel Kurulu’nda yeni başkan olarak seçildi. Halef selef başkanlara teşekkür ve başarı dileklerimi ilettikten sonra yeni başkan Kadıoğlu’na; döneminizde, Jıneps’in Çerkeslerin sesi olarak çıkan bir gazete olduğunu unutmamanızı da naçizane hatırlatırım demek istiyorum.
3 Aralık Cumartesi günü düzenlenen İstişare Toplantısı vesilesiyle eski yönetimi de kutlamak isterim. Katılımcıların eteğindeki taşları dökmesine vesile olan oturum zaman zaman havanda su dövmek havasında geçse de genel olarak verimliydi. (Hemen heyecanlanmayın canım, bu söylediklerime rağmen eleştirilerimin yine arkasındayım.)
Cumartesi günü yaptığım toplantıda “turpun büyüğü heybede” diyerek Pazar günü için yapmayı düşündüğüm konuşmaya gönderme yapmış fakat Pazar günü Divan başkanının garip tutumları neticesinde söyleyeceklerim kağıt üzerinde kalmış idi.
Bu tür organizasyonlara siyasileri çağırmak adettendir. Diğer partiler çağırıldı mı bilemiyorum ama Pazar günü muhalefet ve iktidarı temsilen milletvekilleri Genel Kurul’a iştirak ettiler. Birer de konuşma yaptılar. CHP Milletvekilleri Emine Ülker Tarhan, Bülent Kuşoğlu ve Engin Özkoç ve ayrıca AKP Milletvekili Hüseyin Çelik kendilerine söz verilmesi üzerine birer konuşma yaptılar. Sn. Kuşoğlu ve Özkoç kendilerinin de hemşerimiz olduğunu ifade ederek bu mealde bir şeyler söylediler. Buna mukabil Sn. Tarhan ve Çelik Kaffed Genel Kurulu üzerinden siyaset yaparak kendilerini temize çekecek hamleleri yaptılar. Karşılıklı laf çakma merasimine dönen ama asla bir özeleştiri unsuru taşımayan bu konuşmalarda Tarhan önce Silivri’ye selam çakarken oradan da Atatürk dönemine kadar vardı. Bugün yaşadığımız sıkıntılarının başında CHP tek parti döneminin de (Atatürk dönemi dahil) olduğu özeleştirisini yapmadan kendilerini aklamaya çalıştı. Eski Milli Eğitim Bakanımız da tek parti dönemine vurgu yaparken kendi dönemlerinde açılamayan Adıge ve Abaza Dili kürsülerinin suçunu ilgili üniversite senatolarının milliyetçi reflekslerine bağladı. Sanki başka üniversiteler yokmuş ve onlar iktidar değilmiş gibi…
Benzer konuşmalara idmanlı olduğumuz için kendilerine yöneltmek istediğimiz soruları da içeren bir konuşma yapmak üzere hazırlıklı gelmiş idim. Ve hatta Divan başkanına bu talebimizi de içeren bir girişimimiz oldu. Biliyordum ki siyasiler bu tür davetleri fırsata çevirmeye bayılırlar ve bu ortam üzerinden ustaca manevralarla siyaset yaparlardı. Ve her ne hikmetse her daim ve -hemen hemen- hepsi çok yoğun oldukları için göstermelik katıldıkları bu organizasyonlarda ‘anlamaya’ değil ‘anlatmaya’ çalışırlardı. Nitekim de öyle oldu. Bizim pek kibar divan, eski ve yeni yönetim adayları ve de neredeyse hazirunun tamamı sesini çıkarmadığı için mahallenin delisi rolü yine bize kaldı. Politikacılarımız da kendilerini anlatıp, çekip gittiler. Misafirlerimize hakaret etmek asla haddimiz ve hakkımız olamaz ama onların bu duyarsızlığı da pek kabul görecek şey değil açıkçası. Zira biz onları zaten yeteri kadar dinliyor-okuyoruz. Kanal kanal TV’ler, çarşaf çarşaf gazeteler her gün onlardan bahsediyor, düşüncelerini beyinlerimize nakşediyorlar yeteri kadar.
Benim derdim ise bambaşka. Kendi içimizdeki kafa karışıklığı ve dağınıklığı; kavram kargaşaları ve kavgaları; kimlikle ilgili farklı varyasyonlar ve bunun üzerinde yoğunlaşan tartışmalar; Türkiye, Kafkasya ve dünyadaki yalnızlığımızın yarattığı travmalar gibi her birinin diğerinden yaman dertlerimizin bir türlü çözüm bulunamaması karşısında bende yarattığı ruh hali tam da “trenin kaçmakta olduğu” bir durumdur.
Bu halet-i ruhiyeyi biraz daha açmak gerekirse eğer:
Diasporik bir toplum olmanın yarattığı travmanın, eriyip tükenmekte olduğumuz duygusuyla karıştığında yarattığı karamsarlık anlatılır gibi değil. Türkiye coğrafyasında gün be gün asimilasyon silindiri ile ezilirken hemşerilerimizin önemli bir kısmı zaten konudan bîhaber. Örnek: Kaffed Genel Kurulu delegasyonunun %40’ı Ankara’ya hiç gelmemiş. (Üstelik tarihinde ilk defa iki başkan adaylı bir seçim olacak). Dernek, vakıf, federasyon, yayın vs.den hiç haberi olmayan bu konulara ait söyleyecek hiçbir sözü olmayanlar zaten ezici bir çoğunlukta.
Katılanların bir kısmı da adeta meleklerin cinsiyetini tartışır durumda. Sanki yarın sabah bütün derneklerimiz adını o veya bu şekilde değiştirse bütün sorunlarımız çözülecek gibi. Yahu derneklerin içi boş, adını değiştirse ne çıkar? Dernek adını değiştirmiş, ama yeni ismi ile tabelasını asacak ekonomik gücü yok.
İğneyi kendimize batırmak da gerekirse eğer söylenecek söz şu: Evet Genel Kurul’a son derece hazırlıksız bir şekilde geldik. Zaten kendi derneğimiz (İstanbul) genel kurulu ile Kaffed Genel Kurulu takvimi buna müsait değildi. Rakip bir liste derdine düştük ama şeytan taşlamaktan da ibadete vakit bulamadık açıkçası. Daha sonra belki Jıneps’te belki başka platformda yazarım ama şimdilik burada Ankara ile ilgili birkaç satır yazmak gerek. Önce şunu söyleyeyim: Başta İstanbul dernekleri olmak üzere Kaffed ile ilgili toplumun neredeyse bütün kesimlerinden yoğun eleştiriler vardı ama meğerse biz yanlış anlamışız.(!) Herkes halinden memnun, ortalık da güllük gülistanlık imiş. Sahte delege ile seçimlere girmeye kadar her türlü ayak oyununa hazır ve nazır kuzu postundaki kurtları göremeyecek kadar da safmışız. Ve en önemlisi de: Takımdaşlıktan bahsedenlerin gole giden forvetine çelme takacak kadar gözünü karartmalarını anlayamayacak kadar ferasetimiz yokmuş.
Biraz da çuvaldızı daha da kendimize batırmak sanırım şart oldu. Elinizde okumakta olduğunuz gazetemiz biz Çerkeslerin yegane yayın organı. Ve bu yayın organı ile ilgili Çerkes/ Adıge/ Herkes/ Kafkasyalı gibi toplumun her düşünce yapısından hemşerimizin son zamanlarda yaptığı en önemli eleştirisi -ki ben de buna katılıyorum- gazetemizin, hak arama yolunu kana bula(n)mak olarak görenlerle aynı kulvara düşmesi… Ve hatta onların payandası olması…
Pek de haksız sayılmayacak bu eleştirilere karşı benim kısaca söylemek istediğim şu: Her türlü medya desteğini almış ve Türk milliyetçiliğinden Türk faşizmine kadar olan bir yelpazeye karşılık Kürt milliyetçiliği ve faşizmini ortaya koyanlarla bizim ne işimiz olabilir ki? Ve onların ajandasında Çerkes kavramı hiç yer almazken kandan beslenen yapılar ile ismimizin beraber anılması beni-bizi yaralıyor açıkçası.

Velhasıl, dahili ve harici bedhahlarla uğraşırken kısaca söyleyeceğim, başlığa taşıdığım Anadolu coğrafyasındaki bir söz olacaktır. “Dereye su gelene kadar kurbağanın gözü patlayacak.”

 

Sayı: 2011 12