Türkiye Diyasporası Yayınlarından Seçmeler – Aralık 2011

0
812

Kafkasya Gerçeği Dergisi

Kafkasya Gerçeği dergisi 1. sayısında yayınlanan yazı:
1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşında Kuzey Kafkasya ve Sürgündeki Kafkasyalılar

Çerkesler’in kitleler halinde anayurtları Kafkasya’dan sürülmesi (1864) ve Anadolu ile Balkan ülkelerine yerleşmelerini izleyen yıllar, Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle Hıristiyan uyruklar arasında milliyetçilik ve bağımsızlık akımlarının da yükseldiği yıllardır. Bu ne­denle İmparatorluğun sadece Rumeli’deki topraklarında bile 300.000 kişiye yakın bir kitle oluşturan Çerkes göçmenleri, 1876 yılındaki Osmanlı-Sırp Savaşına ve 1876 Bulgar ayaklanmalarının bastırılmasına, Osmanlı devleti lehine ve aktif olarak katılmak durumunda kalmışlar­dır. Karl Marx’ın deyişiyle, “çağın en gerici imparatorluğu” olan Çarlık Rusyası’nın körüklediği Panslavizm propagandasının doğrudan etkisi altında bulunan bu halkları, kendilerini yurtlarından süren Çarlık Rusyası ile özdeşleştirdikleri için, katıldıkları savaşlar ve bastırma olaylarında onlara karşı acımasız davrandıkları da düşünülebilir.
Bu savaşların tarihini yazanlardan Osmanlı komutanı Ahmet Muhtar Paşa diyor ki: “Çerkesler Sırbistan Savaşında pek çok yarar­lık göstermişlerdir. Savaşın devamı süresince hafif süvari görevini, arazinin zor koşullarına bakıldığında başka hiçbir süvarinin ifa ede­meyeceği derecede ustaca yerine getirmişlerdir. Çerkesler her yerde kuvvetlerine göre onbeş ile otuz atlıdan oluşan bir iki takım oluşturur ve birbirlerinden asla ayrılmazlardı. Yürüyüşte, savaşta daima bera­ber bulunur, masraflarını da ortaklaşa görürlerdi. Her takım askerlik ve özel yaşamlarında mutlak amir olmak üzere, içlerinden birini ken­dilerine reis seçerlerdi. Çerkes gönüllüleri, son derece faal, cesur ve bağlı idiler. Bunlara verilen bir görevin mutlaka yerine getirileceğine her amir daha önceden emin olurdu. Aldıkları emri yerine getirmedik­çe durmak dinlenmek bilmez, yorgunluk ve tehlikeden korkmaz, askeri görevin tamamen yerine getirilmesini kendileri için bir şeref gereği sayarlardı. Ordunun daima ilerisinde gider ve düşmanla temasa çalı­şırlardı. Çerkesler, Çerkeş filintası denilen uzun bir tüfek veya vinçester karabinasıyla, hançer ve düz ve enli bir kılıç ile silâhlı idiler. Kı­lıç kullanmakta olağanüstü ustalıkları olup düşmanın kafasını bir vu­ruşta gövdesinden ayırırlardı. Bu savaşta Çerkesler’in zulüm ve gadri hakkında söylenen ve yazılan sözlerin hepsi bunların, elinde silah ola­rak rastladıkları düşmanı asla affetmeyerek öldürmelerinden meyda­na gelmiştir. Yoksa kendini koruyamayacak durumda olan halk hak­kında zor ve şiddet kullanılması Çerkeslerce alçaklık sayılır ve bu gi­bi olaylara karışanlar takımdan kovulurdu.”(2)
O günleri anlatan diğer bir yazar da şöyle diyor: “Tuna’nın sağ kıyısından güneye uzanan engin topraklarda tehlikede olanlar Hıris­tiyanlar değildi. Müslümanlardı tehlikede olanlar. Hele ancak onyedi yıldan beri bu taraflara yerleştirilmiş olan Kafkasyalı göçmenler pek masum idiler ve özellikle bu “masum” göçmenler, Bulgarlar’ın gün geçtikçe artan kudurganlıklarına bir türlü anlam veremiyorlardı. Bunlar Kafkasya’yı yarım yüzyıl Slav saldırısına karşı savunmuş olan mert insanlardı. Gözlerini daldan budaktan sakınmaz, atılgan mücahitler­di… Sonra hepsi dini bütün Müslümanlardı… Bu Kafkasyalılar, Abzahlar, Şapsıhlar, Kabartaylar ve Abazalar öyle kendilerini Hıristiyanlara doğratacak yumuşak başlı adamlar değillerdi. Uzun kavgalardan ve tehlikeli savaşlardan sonra, bir Müslüman ülkesinde barış içinde ra­hat yaşamak istiyorlardı… Tam “oh” diyecekleri sırada Bulgar çeteleri baskınlara başlamışlardı. Bedbaht Bulgarlar! Böyle adamların burnu­na kan kokusu vermenin ne felaket doğuracağını kestirememişlerdi.” (3)
Gerçekten, Osmanlı makamlarının eline geçen ve ayaklanan Bul­gar çeteleri arasındaki görev bölümünü içeren 17 Nisan 1876 tarihli bir belgede, vahşice birçok tasarı arasında şu satırlara da rastlanmak­tadır: “…Onların (bir kısım Bulgar çetelerinin) görevi daha önemli olacak. Mohova ile Vaslıpça arasında ne kadar Çerkes köyü varsa hep­sini onlar basacaklar. Bu mel’un Çerkesler’den bir kişi sağ bırakılma­yacak, kadınları, kızları, hattâ beşikteki çocukları da yokedilecek. Çerkes köylerinde eli çabuk tutmak gerekir. Bu köylerde çeteler yağ­ma ile hiç zaman kaybetmemelidirler…”(4) (Devam edecek)
Kaynaklar:
(1) 20 Ocak 1990 günü İstanbul (Bağlarbaşı) Kafkas Kültür Derneği’nde verilmiş olan konferansın metnidir.
(2) Cemal Kutay: Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi. Cilt: 9. S.5471. İstanbul.
(3)   Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu: Sultan II. Abdülhamid ve Osmanlı İmparatorluğunda Komitacılar. S.133. İstanbul 1964.
(4)   Age. S.191.

Sayı : 2011 12