Türkiye’deki kimlik uygulamalarına dair olumsuzlukları öne çıkarırsınız, “Türkiye’ye karşı mücadele etmeyin, gidin anavatanınızda mücadele edin” derler
Düşüncenin özgürce ifadesi çok tartışılmıştır bu coğrafyada. Demokratikleşme ve Yeni Anayasa gündemi ile tartışılmaya devam edilmekte. 1750 li yıllarda söylenen
“Düşüncelerinize/Söylediklerinize katılmıyorum ancak onları söyleme hakkınızı ölümüne savunurum” anlayışını hatırda tutarak, 2012 de Türkiye ve Rusya Federasyonu’nun(RF) durumuna bir bakmalı ve de özelde Çerkeslere. Düşüncenin özgürce ve sınırsızca ifade edilmesi evrensel kabul görür hale gelmiştir dünyada. Tek sınır ‘şiddeti övmek’ olarak bilinir. Türkiye ve RF uygulamalarının bu anlayışın uzağında olduğunu söylemek için uzman olmaya gerek yok.
*Çerkesler özelindeki tartışmaların bir kısmında ifade edilen yaklaşımları hatırlamaya çalışalım.
*RF ya da Kafkasya’ya dair bir takım değerlendirmeler yapılır, iyi niyetle düşünceler yazılır, bir kesim hemen; “Kafkasya’ya/Anavatana yerleşmeyen konuşmasın, rahat koltuklarınızda, boğaza karşı balık yerken konuşmayın” der.
*RF’deki kimliklere dair uygulamalar eleştirilir, insan hak ve özgürlüklerine yönelik baskılardan söz edilir, bir kesim hemen; “Ne yapıyorsunuz, Anavatandaki hemşerilerimize baskı yapılmasını mı istiyorsunuz?” der.
*Putin ile birlikte Kafkasya özelinde başlatılan uygulamalara tepki gösterirsiniz, RF bağlısı Adıgey’de ‘parite/denklik yasası bozuldu, Cumhurbaşkanı’nın Adıgece bilme şartı kaldırıldı, bir süre sonra başka aleyhte uygulamalar söz konusu olabilir’ dersiniz, bir kesim “Rus düşmanlığı yapmayın” der.
*Özelde Gürcistan’la ilgili bir sorunda ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ dersiniz, ‘Rus düşmanlığı yapmayın’ diyen aynı kesim “halkların kardeşliğini abartmayın” der.
*Türkiye’deki kimlik uygulamalarına dair olumsuzlukları öne çıkarırsınız, “Türkiye’ye karşı mücadele etmeyin, gidin anavatanınızda mücadele edin” derler.
*Türkiye’de anadil hakkından söz edersiniz, “bölücülerle aynı safta mı olmak istiyorsunuz” derler.
*’Kürt sorunu’ dersiniz, “teröristlerle işimiz yok, sizin de olmamalı, düşüncelerinizi gözden geçirin” derler.
*Dernek ve Federasyon yönetimlerini icraatları ya da icraatsızlıkları nedeniyle eleştirirsiniz, “Taşın altına elinizi sokmadan konuşmayın” derler, ne demekse. İleri giderler, “Dernek ve Federasyon karşıtı bunlar” lafını yayarlar ki konuşmanın ekseni değişsin.
*Giderek; ‘Dernek üyesi değilsin, dernekle ilgili konuşamazsın’; ‘Federasyona katkı koymuyorsun yönetimi eleştiremezsin’; ‘Verdiğin aidat yetmez, daha fazla parasal katkı yapmadığın için konuşamazsın’; ‘Bu toplum için ne yaptın ki konuşuyorsun’.. Bunun sonu yok.
‘Federasyon karşıtı bunlar’, ‘Rus düşmanı bunlar’ gibi suçlamalar, bir kaçışın göstergesidir. Önemlisi yukarıda sıralanan bir dizi yaklaşım ‘düşünceye ipotek koyma, konuşturmama, olanla/olmayanla idare edin’ girişimidir ki bilinçli uygulayıcılar korolarına taraftar da bulabilmektedir. Bu anlamda bir kesim uygulayıcılar masumdur ama teorisyenleri masum olamaz.
Eleştiri yasaklanmak isteniyor özünde. “Yıpratmayalım, yapmak için ne çok uğraştılar/uğraştık” vb. yaklaşımlar, yıpratmayacak aksine geliştirecek/ilerletecek eleştiriyi engellemek için kullanılır. Bu yaklaşım, bizi bir yerlere götürmeyen yerinde saydıran ve giderek gerileten durumu korumak kollamakla eşdeğerdir. Eleştirinin içini boşaltan ve suçlayıcı yaklaşımı tercih edenler sıkıştıklarında “olacaksa yapıcı eleştiri olsun” derler ki eleştirinin özü/önemi yapıcı olmasıdır zaten.
Haddimizi bilmek iyi bir ölçüttür ve bu ölçütle biz birbirimize karışmalıyız. İyi niyetle, göremediklerimizi görebilmek, gösterebilmek için bunu özellikle teşvik etmeliyiz. Susan değil konuşan toplumu teşvik etmeliyiz. Hiçbir sınırlama getirmemeliyiz. Dışarıdan bakışlar (örneğin Türkiye’den RF ve Kafkasya’ya ve tersi RF ve Kafkasya’dan Türkiye’ye, örneğin her tür kurum ve inisiyatifin içinde yer almadan onu değerlendirmek) yerine göre çok önemli ve ön açıcı olabilir. Bazen dışarıdan bakanlar daha iyi görür ağaçları, ormanın içinden görünemeyebilir ağaçlar. Eleştiri ilerletir. Bu konuda inatçı olmak gerek. Bırakalım konuşulsun, düşünceye ipotek koyan, özünde monoloğu savunan yaklaşımları reddedelim. Diyalog kurabilmek için konuşabiliyor olmak gerek.
Konumuz kimlik, kimlikle doğrudan ilintili olan demokrasi; bu durum sadece bizim yani Çerkeslerin sorunu değil, bu anlamda diğer halkları görmezden gelemeyiz; kendine özel koşulları/farklılıkları olsa da RF ve Türkiye’de kimlik ve demokrasi adına söylenecek ortak noktalar çok, vb. İşte buralardan hareketle kimlik adına olamayan ama olması gereken iyi şeyler sıralanıyor, nasıl geriye düştüğümüz anlatılıyor. Kısaca durum tespiti yapılıyor ama bu da istenmiyor, fazla geliyor. Eleştiri zaten olacak, ama baştan durum tespitini sağlıklı yapmak ve burada ortaklaşabilmek dahi reddedilerek, gerekçeler bulunarak ilk adımın atılması geciktiriliyor.
Çerkesler farkına varıyor, diasporik bir güçler aslında. Şunun da farkına varıyorlar; “Bizim meselemizde ipotekçilerin değindiği gibi ‘politika ince bir iş’ değil henüz. Politika bizim için çok net ve ortada bir iş, yani tersinden söylemek gerekirse kalın bir iş. İnce bir iş haline gelmesi için daha çok adım atmamız gerek. Ama bu durum umudumuzu kırmıyor. Kimlik ve kültürümüz için demokrasi daha fazla demokrasi talebimizi hep birlikte seslendireceğiz. Hem Çerkesler olarak hep birlikte, hem de aynı durumda olan halklarla birlikte.”
Sayı: 2012 01