Aynı yastığa baş koyup farklı rüyalar görmek

0
1124
Aslında her şey aynı yastığa baş koyup farklı rüyalar görmekle başladı.
Şehir parklarının varoşlarda yetersizliğine karşın otoyol kenarında piknik yapanla Nişantaşı’nda sokakta masada yemek yiyenlerin aynı olduğunu fark edemedik. Çok da anlayamadığım şehirleşme planlarında, gökdelenlerin gölgesinde küçülürken gecekonduların sıcaklığını ve samimiyetini anlayamadık. Bu toprakların binlerce yıllık tarihine ve üzerinde bizden önce yaşayanlara sırtımızı döndük, görmezden geldik.
İnsanların hepsinin tek bir boya kutusuna sokulup çıkarılmışçasına aynı renk, aynı karakter, aynı dili konuşan ve aynı kültürü yaşayan olmasını isterken, bu kadar benzer insanın hoşgörüsüz ve verimsiz olabileceğini düşünemedik. Herkesten bir anda bizim istediğimiz kişi olmasını bekledik. Oysa bizden ne beklediklerini hiçbir zaman sormadık, öğrenmek istemedik.
Farklılıkları “ayrımcılık” temasıyla işledik, “farkındalık” duygusunu yok ettik.
Bütün olabilmenin “korkunç” olabileceği ihtimali üzerine düşünürken, yalnızlaştığımızı göremedik.
Bir aydın karanlıklara sürüklenirken, bir rahip katledilirken, bir Çerkes hain ilan edilirken, bir Roman ikinci sınıf vatandaş sayılırken, bir Ermeni, bir Rum bu topraklardan sökülüp atılmak istenirken, bir çocuk yetim kalırken, bir insan vatansızlığa mahkum edilirken susmanın ve görmezlikten gelmenin bize çığlık olarak döneceğini hesaplayamadık.
Bir çocuğun yüzünü güldürmek için önce kim olduğuna baktık.
Onun bir çocuk olduğunu görmezden gelip, kin ve nefretimize kılıf, ideolojimize hedef yaptık. Sevecenliğini ve masumiyetini yitirdik. Öğretemediklerimizle büyüdüğünde hoşgörülü olmasını beklerken, öğrettiklerimizle topluma karşı hoşgörüsünü yok ettik.
Beslan analarının gözlerindeki hüzünle Cumartesi annelerininki aynı. Şehit analarının yüreğindeki yangınla yetim kalan çocuğun yangını aynı.
Bencilleştik!
Ötekileştik!
Nefret etmeyi öğrendik kendimiz dışında her şeyden. Nefret duygusu ile bütünleşirken nefretin suç olduğunu yaşamadan öğrenemedik. Ve “nefret suçu” adında yeni bir hastalık türettik. Nefret suçu bir kişiye ve gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim, insanın yaradılıştan kaynaklanan engelini, biçimini, rengini sorgulayan, ne zaman ve ne şekilde fiziksel ve düşünsel olarak ortam bulacağı belli olmayan, eylemsel boyutu tahmin edilemeyen bir suç şeklidir. Bu suç geri kalmışlığın, tahammülsüzlüğün, ilkelliğin, bağnazlığın ve hoşgörüsüzlüğün bir dışa vurumudur. Gerçekten çağdaş, demokratik ülkelerde rastlamak neredeyse imkansızdır.
Nefreti suç sayan olgunun yerleşebilmesi için, insanlık onurunun ve gururunun özgürce yaşama hakkı ve kişinin seçimlerine saygının, her birey için hak olduğu düşüncesinin toplum üzerinde etkin kılınmasıyla kazanılacağı aşikardır.
Toplumun büyük kesimi nefretin bir suç olduğunu bilmeden, birlikte yaşama kapasitesini yok ettiğinin farkında bile değil. Bir kısım da “nefret suçu” adı altında bir suç tanımının “ifade ve düşünce özgürlüklerini kısıtladığı” (!) gerekçesiyle ideolojik baskı uygulayıp, nefreti suç saymaktan çıkarıp, normalleştirerek toplumu bölmeye ve ötekileştirmeye devam ediyor. Bunlar, farklılığın getireceği zenginliklerden çok, “benim olsun dar olsun” şeklinde inşa edilmiş bir birlikteliği dayatıyorlar. Böylesine bir “birliktelik”, birçok menfur olayda görüldüğü üzere, kendi başlarına hareket edemeyen, kendilerini ifade etmekte zorlanan, sosyal ve beşeri hayatta var olamayan sorunlu grupları provokatörlerin yönlendirmeleriyle nefret etrafında toplayarak, kontrol edilemez bir güç haline getiriyor. Ne yazık ki kolluk güçleri bu gruplara karşı anlaşılmaz bir hoşgörü içindeler.
Nefret suçları kapsamında yaralayıcı, aşağılayıcı söylemleri ele alırken medyanın ve sosyal medyanın sorumluluğunu unutmamak gerekir. Bireyleri ve kitleleri harekete geçirmenin en etkili yolu sosyal medya oldu. Hedef seçilen veya gösterilenin yaşama, vatandaşlık ve eşitlik haklarının elinden alınmasına kadar gidecek bir süreç başlatarak sonucu bekleyen çevrelerin en büyük silahı maalesef sosyal medya oldu.
Nefret suçlarının örgütlenme alanı haline gelen sosyal medyanın günümüz teknolojik imkanlarıyla kontrol ve takip edilemiyor olması düşündürücü, önlem alınamıyor olması da bir o kadar da vahimdir. Bu durum gösteriyor ki görünmeyen güçler bu suçların işlenmesini ideolojik çıkarlarına giden yol olarak görüyorlar.

Kamuoyunun nefret suçlarına ilgisini çekmek ve yeni anayasada suç sayılmasını sağlamak sadece bu suça ve nefrete maruz kalanların başarabileceği bir sorun değildir. Birlikte yaşamayı yüzyıllardır bu topraklarda başarmışların nesilleri olarak hepimize görevler ve sorumluluklar düşüyor. Bu topraklarda yaşayan halkların birbirlerini tanımalarını sağlayacak projeleri hayata geçirip, ön yargılar ve bakışlar değiştirilmeli, halklar arasında yeniden sevgi, saygı ve hoşgörünün tohumları atılmalıdır. Kimliklerimiz ve farklılıklarımız bize her fırsatta nefreti kusanların dillerine pelesenk değil, dimağlarına ışık olmalıdır.

 

Sayı : 2012 02