Anavatanı Kabardey-Balkar’da 18 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye dönen İmdat Kip, bir dönem Çerkes aydınları arasında adeta yarılmaya neden olan ‘dönüş’ tartışmalarına, yaşadığı deneyim ışığında yeni bir boyut kazandırdı. Kip bugün, Çerkeslerin asimilasyona karşı diaspora ve anavatan dahil her yerde mücadele vermek zorunda olduğunu söylüyor
İmdat Kip, Uzunyayla-Dikilitaş köyünden. Bir finans kuruluşunun üst düzeyi yöneticisi olarak, Türkiye koşullarında oldukça iyi bir yaşam standardına sahipken, hepsinden vazgeçip anavatanına dönmeye karar verdi. Onun 18 yıllık ‘macerası’ bir bakıma Çerkeslerin trajedisine farklı bir boyutta ayna tutuyor. 90’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından ortaya çıkan kaotik durum, Çerkesleri de yakından ilgilendiriyordu. Rusya’nın dünyaya açılmasıyla birlikte oluşan yeni siyasi ve ticari dengeler, tüm kesimlerin dikkatini o bölgeye yöneltmişti. Ama Çerkesler için durum daha özeldi. Çerkes entelektüelleri arasında adeta yarılmaya neden olan ‘dönüş’ tartışmaları da bu yeni durumla birlikte ivmesini artırmıştı. İmdat Kip de ‘dönüş’ün en sıkı savunucularından biri olarak, valiziyle birlikte ideallerini de sırtlayıp, Kabardey-Balkar’ın yolunu tuttu. Gerisini biz sorduk, o anlattı.
‘Geri dönüş’ en temel tartışma konularından biriydi. Beklentilerinizi ne ölçüde buldunuz?
Aslında çok geniş kapsamlı bir soru bu. Ben Kafkasya’ya dönenleri birkaç kategoriye ayırıyorum. Benim gidiş nedenim Çerkes ulusal sorunuyla ilgilidir, böyle bir saikle oraya gitmiş olanların sayısı çok azdır. Ben dönüşçü diye adlandırılan grubun aktif üyelerinden birisiydim. Diasporada asimilasyonla karşı karşıya olan Çerkeslerin ancak anavatana dönerek, varlıklarını koruyabileceklerine inanan birisiydim. Dolayısıyla beklentilerimi hiçbir şekilde bulamadım.
Okullarda Çerkesce eğitim süreleri gitgide azaltılmaktadır. Eğitim ağırlıklı olarak Rusçadır. Devlet dairelerinde işlem yaptıracağınız dil Rusçadır. Ben mahkemede Çerkesce olarak görüşmemi yapmak istedim ama kabul edilmedi. Ne yazık ki Çerkeslerin Kafkasya’da kültürlerini koruyarak var olma şansları gittikçe azalıyor
Neden?
Birçok nedeni var. Bizim kurguladığımız dönüş fikrinin de ayaklarının yere basmadığını söyleyebilirim. İkinci neden dönülecek ülkenin tanımı da yanlış yapılmış oldu. Çünkü her şey değişmişti ve bizim beklentilerimiz de gerçekleşmemişti.
Çerkesler gerek anavatanda gerekse diasporada kültürlerini ve varlıklarını korumakla ilgili mücadele vermek zorunda. Hiçbir yer diğerinin alternatifi olmamalıdır. Bu anlamda benim mensup olduğum dönüşçü düşüncenin o zamanki şartlar altındaki teorisinin bugün geçerli olmadığını söylemek isterim. Bu denklemin başka ögeleri vardır. İçinde bulunduğumuz ülkelerin siyasi ortamının bizimle ilgili politikalarının çok ciddi önemi vardır.
Türkiye’de ile karşılaştırdığınızda, asimilasyona karşı dilinizi, kültürünüzü koruma, yaşatma ve geliştirme anlamında 18 yılın katkısı nasıl oldu mu? Kültür erozyonundan zaten her yer etkilenmiyor mu?
Dünya özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra küresel bir hale geldi. Dolayısıyla küresel etkilerden bütün insanlık etkileniyor, bundan kaçınmak mümkün değil. Ama Çerkeslerin özel bir konumu var. Bü kültürel prosesten Çerkeslere düşen pay çok büyüktür. Tamamen yok olmakla karşı karşıyalar. 18 yıl önce bizim gittiğimiz Kafkasya’nın durumu böyle değildi. Hem diaspora hem de anavatanda durum çok farklıydı. Kafkasya açısından baktığımızda orada Sovyet sisteminden kalan özerk cumhuriyetler var. Sovyet sisteminin bu küçük cumhuriyetlerde kültürlerin korunması için aldığı bir takım önlemler vardı. Putin’in gelişinden itibaren Sovyetler döneminde bile zaten yetersiz olan haklar gittikçe yok olmaya başladı. Ne yazık ki Çerkeslerin Kafkasya’da kültürlerini koruyarak var olma şansları gittikçe azalıyor. Rusya üniter bir yapıya gitme sevdasında, bu süreç Kafkasya’da çok sancılı geçiyor.
Türkiye açısından baktığımızda da durum çok değişti. Dışarıdan bakıldığında çok ciddi anlamda demokratikleşme sürecine girdi. O zamanlar tahayyül edemeyeceğimiz oranda özgürlükler arttı ya da artmış gözüküyor. Ama Çerkesler için asimilasyon çok hızlı bir ivme kazanmış durumda.
Demokratikleşen bir Türkiye ve asimilasyon ivmesinin artması çelişkili değil mi?
Hayır. Çerkesler bundan yirmi-otuz yıl önce sahip olmadıkları hakları önlerinde buldular ama bunu kullanabilecek pozisyonda değiller. Biz Çerkesce müzik dinlemek ya da Çerkesce kitap okumakla ilgili ciddi sıkıntılar çekiyorduk. Bunlar suç kapsamındaydı. Şu anda bu hakları kullanacak gençler yok. Çünkü doğal bir erozyon var. Çerkesler bu anlamda gemiyi kaçırmış gibi duruyorlar.
Çerkesler başlarına gelen felaketlerin ardından öyle bir noktaya gelmişlerdir ki bize birtakım hakları vermek de yetmez. Özel koruma altına alınmamız gerekiyor. Bu bizim hakkımız. Pozitif ayrımcılık yapılması gerekiyor. Çünkü bu hale gelişimizde sorumlulukları ve yükümlülükleri vardır. Bugün Ubıhçanın konuşulmuyor olması tüm dünyanın ortak kaybıdır. Koruma altına alınmadığımız takdirde diğer lehçeler de aynı hale gelecektir.
Çerkesler gerek anavatanda gerekse diasporada kültürlerini ve varlıklarını korumakla ilgili mücadele vermek zorunda. Hiçbir yer diğerinin alternatifi olmamalıdır. Bu anlamda benim mensup olduğum dönüşçü düşüncenin o zamanki şartlar altındaki teorisinin bugün geçerli olmadığını söylemek isterim. Bu denklemin başka ögeleri vardır. İçinde bulunduğumuz ülkelerin siyasi ortamının bizimle ilgili politikalarının çok ciddi önemi vardır.
Kabardey-Balkar’da nasıl bir yönetim biçimi var?
Kabardey-Balkar da Kafkasya’daki diğer özerk cumhuriyetlerin benzeri bir yer. Bu özerk cumhuriyetler, etnik durumlarından dolayı özel haklara sahip adacıklar halindedir. Bu sitem Sovyetler Birliği’nin sitemidir. Fiziksel olarak büyük dezavantajlar mevcuttur. Bu adacıklar tarihi Çerkesya topraklarının küçük parçalarıdır ama o küçük parçaların birçoğunda azınlıktadırlar. Azınlıkta olmaları nedeniyle kültürlerini korumaları da zorlaşmaktadır.
Bilindiği gibi resmi dil Rusça ve bu cumhuriyetlerde yerel diller de resmi dil olarak anılıyor. Ancak okullarda Çerkesce eğitim süreleri gitgide azaltılmaktadır. Sovyet sisteminde kültürle uğraşanlar, eğitimciler, memurlar ciddi güvencelere sahiplerdi. Şimdiki sitemde eğitim ve kültür çalışanları gelir dağılımı anlamında toplumun hemen hemen en perişan kesimi haline getirilmiştir. Dolayısıyla devletin verdiği hizmetlerin gittikçe azaltılması ve cazip olmaktan çıkması söz konusu olmuştur. Eğitim ağırlıklı olarak Rusçadır. Devlet dairelerinde işlem yaptıracağınız dil Rusçadır. Ben mahkemede Çerkesce olarak görüşmemi yapmak istedim ama kabul edilmedi. Dilin bu şekilde yaşaması zorlaşıyor.
Orta ve yüksek öğrenimde anadile ne kadar yer veriliyor?
Orta öğrenimde belli bir dil eğitimi var. Ancak ilk ve orta öğretimdeki dil eğitiminin eskiye oranla azaltıldığını belirtmek isterim. Üniversitede ise seçmeli olarak eğitim alınıyor. Yani eğer Çerkes Dili okumak isterseniz okursunuz ama diğer branşlarda eğitim Rusçadır. Kafkasya’da nüfus olarak Çerkeslerin en yoğun olarak yaşadığı Kabardey-Balkar’dır ama orada da ciddi bir dil erozyonu var. Özellikle kentlerde çocukların ve gençlerin dil öğrenmeleri zorlaştı, ben kendi çocuklarım için bu problemi yaşıyorum.
Yönetimde Çerkeslerin ağırlığı ne kadar?
Kabardey-Balkar’da Çerkeslerin yerel yönetimde oldukça ağırlığı var. Cumhurbaşkanı başlangıcından beri teamülen Kabardeylerden seçiliyor. Başbakan, Balkarlardan, Meclis Başkanı Ruslardan seçiliyor. Daha önceden seçimle geliyorlardı. Ama şimdi durum değişti. Cumhurbaşkanlığı kalktı. Bu cumhuriyetler eskiden Rusya Federasyonu’nun ortak üyeleri ve yerel cumhuriyetleriydi. On yıl kadar önce Güney Federal Bölgesi haline getirildi. Daha sonra geçen yıl bu bölge ikiye ayrıldı. Dolayısıyla statüleri çok ciddi oranda düşürülmüş oldu. Cumhurbaşkanları seçimle değil atamayla görevlendirildi. Parlamentonun seçtiği üç adaydan birisinin RF başkanlığı tarafından atanması gibi bir duruma dönüştü. Son olarak da cumhurbaşkanlığı statüsünün adının değiştirilmesi gibi bir durum oluştu. Yani mevcut statüler aşama aşama geri alındı. Seçim yoluyla değil de atamayla görevlendirilenlerin nasıl bir çalışma yapacağı da zaten bellidir. Özerk cumhuriyetlerin irade ve gücü azaltılmıştır, içi boşaltılmıştır.
Kabardey-Balkar’daki aydınlar, sivil toplum kuruluşları veya akademisyenleri bu tehlikenin farkında değil mi?
Bu konuda toplumda bir farkındalık yaratmaya çalışmıyorlar mı? – Elbette yapıyorlar. Çünkü gidişattan herkes sıkıntı duyuyor. Demokrasi yaşamımızın içerisinde ne kadar geniş bir yer kaplarsa bizim gibi tehlike altındaki küçük halkların da durumu iyileşir. Nasıl ki Türkiye’de kendimizi ifade etme haklarımız genişledikçe daha rahat nefes alabileceksek Rusya için de durum aynıdır. Yani oradaki Çerkeslerin umudu da Rusya’nın demokratikleşmesidir. Ama ben maalesef demokratikleşmeye dair bir emare göremiyorum. Geriye gidiş var.
Çerkesler başlarına gelen felaketlerin ardından öyle bir noktaya gelmişlerdir ki bize birtakım hakları vermek de yetmez. Özel koruma altına alınmamız gerekiyor. Pozitif ayrımcılık yapılması gerekiyor. Çünkü bu hale gelişimizde sorumlulukları ve yükümlülükleri vardır. Bugün Ubıhçanın konuşulmuyor olması tüm dünyanın ortak kaybıdır. Koruma altına alınmadığımız takdirde diğer lehçeler de aynı hale gelecektir.
Rusya’daki iç dinamiklerin aydın, yazar, çizer ve kanaat önderlerinin demokratikleşmeyle ilgili bir baskısı var mı? Dünya konjonktürü açısından Rusya’yı daha demokratik bir rejime itekleyecek bir koşul görüyor musunuz?
– Elbette çok umutsuz değilim. Dünyada bir Arap baharı bile var şu anda. Ama kısa vadede iyimser olmamızı sağlayacak emareler gözükmüyor. Benim görüşüme göre bunun nedeni 70 yıllık Sovyet sistemi döneminde bir diktatörlükten geçmiş olması ve halkın buna çok alışık olmasıdır. Yani ben Rusya halkını talepkar görmüyorum. Türkiye’de merkezi ve devletçi yapının kırılmasının ve resmi ideolojiden vazgeçmenin ne kadar zor olduğu görülüyor. Ama Türkiye’de en azından ekonomik anlamda karma bir sistemden bahsedilebilir. Rusya çıktığı bu sistemden ne demokrasiye ne de kapitalizme geçememiştir. Rusya’da oluşan ekonomik sitem oligarşik bir sistemdir. Böylesi bir sistem demokrasi içinde idame ettirilmesi mümkün olamayan bir sistemdir.
Anavatan’a ilk gittiğinizde nasıl karşılandınız, zorluk yaşadınız mı? Orada akrabalarınız var mı?
Benim sülalem Türkiye’de geniş bir sülaledir. Orada ise sülalemin yaklaşık üçte biri kalmıştır. Bizim gittiğimiz dönem Sovyet sisteminin çöktüğü yeni bir yapılanmaya geçilmeye çalışıldığı dönemdi. Bir boşluk dönemiydi. Aslında ben diaspora Çerkeslerinin o dönemde bir tren kaçırdığını düşünüyorum. Hayat ucuzdu, pasaport almak, oraya yerleşmek bürokratik anlamda çok daha kolaydı. Canlanmış yeni halk hareketleri vardı. Mesela Adıge Xaseler vardı. Dışarıdan gelenlere hemen yardım ediliyordu. Zamanla Rusya diasporadan anavatana gidişe dair daha sınırlandırıcı hukuksal düzenlemeler yapmaya başladı. Şu anda bir ikamet almak için bile birkaç yıl zaman harcamak gerekiyor. Ciddi bürokratik engeller var ve çok masraflı. Bizim gittiğimiz zamanda anavatana yerleşme hakkını kazanmak Çerkes olmak yeterliydi. Şimdi bu hak aslında fiilen ortadan kalkmıştır. Şu andaki durum Türkiye’de yaşayan bir Türk vatandaşının Rusya’da yaşama talebi gibi değerlendirilmektedir. Bizim gittiğimiz dönemde bir problemle karşılaştığımızda yardım edecek kurumlar vardı ve güçlüydüler. Dünya Çerkes Birliği örneğin. Bana göre DÇB, 2000 yılında devletleştirilmiştir. Yani bir sivil toplum kuruluşu devletin denetimine girmiştir. Ondan sonrasında devletten bağımsız ve Çerkesler için politika üreten bir kurum kalmamıştır anavatanda.
Oraya gittiğinizde size bazı destekler sunuldu mu?
Hayır. Kabardey-Balkar’da böyle bir şey olmadı. Anavatana dönmüş olmak nedeniyle herhangi bir mali destek ya da ev ya da arsa gibi yardımlar olmadı. Zaman zaman verileceğine dair söylentiler oldu ama ben kimsenin bir şey aldığına şahit olmadım. Herkes başının çaresine baktı. Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş. Mesela ben ekmek pişirdim, çiftçilik yaptım, mobilya üretimiyle ilgilendim, dış ticaret yaptım. İşler zaman zaman iyi oldu. Ancak benim yaşadıklarım kriter olarak alınamaz. Benim hayal kırıklıklarım daha çok gidiş amaçlarımla ilgili olmuştur.
Bireysel özgürlükler ve haklar açısından baktığınızda Kabardey- Balkar’da durum nasıl?
Kabardey-Balkar’daki durum Rusya’nın genelinden çok farklı değil. Ancak son beş-altı yıldır ‘terör’ hareketleri başladı. Zaten polis devleti olan Kabardey-Balkar daha da polis devleti haline geldi. Çeçenya’nın devamı gibi bir durum var. Bu durum tam bir sürpriz oldu. Çünkü Kabardey- Balkar’da öyle bir potansiyelin olduğuna kimse inanmazdı. Dinin egemen olduğu bir bölge değil, o çocukların ailelerinde öyle bir gelenek yok. Yumurtasından ördek çıkmış bir tavuğun şaşkınlığı gibi bir pozisyon var. Bu nedenle çok normal bir tablo değil. Bence bu gelişmeler Kafkasya’da demokrasiden uzaklaşılmasının ve polisiye tedbirler alınmasının ürünüdür. Gelir adaletsizliği çok büyük. Böylesi temellerden beslenen bu durumun çözümü kesinlikle askeri ya da polisiye tedbirler olmamalıdır.
Bildiğim kadarıyla, bu grupların üyeleri 20-30 yaşındaki gençler ve söylemleri dinle ilgili, hiçbir şekilde ulusal bir söylemleri yok. Suçluların yakalanmasını ve yargılanmasını bekliyoruz ama sürekli ‘ölü ele geçirmeler’ var. Bu da bilgilenme sorununu ortaya çıkarıyor. Yani sisli bir durum var.
Peki bu cumhuriyetlerle ilgili Rusya’nın nihai hedefi ne?
Bence Rusya’nın rotası şu anda daha fazla üniter olma yönünde. Sovyet sisteminin dahi verdiği hakları kısıtlayan bir rota iyi bir yere gitmez.
Cumhurbaşkanı Kanokov’u halkın bir kısmı çok başarılı bulurken, bir kısmı ise kişisel servetini arttırmakla meşgul olduğunu düşünüyor. Siz orada yaşayan biri olarak ne düşünüyorsunuz?
Kanokov’un gelişi halkta büyük bir memnuniyet yaratmıştı. Kanokov bir işadamı, polis veya asker kökenli olmaması sevindiriciydi. Şu anda başkanlığının ikinci döneminde. İyimser beklentiler erimeye yüz tuttu. Ancak halkın gözünde Kanokov’dan daha iyi bir seçenek yok. Aslında Kanokov’un da yapabileceği çok şey yok. Çünkü sorun sistemden kaynaklanıyor. Yerel yöneticilerin güvenlikle ilgili yapabilecekleri çok şey yok. Bu, merkeze bağlıdır.
Kafkasya’da etnikler arası problem ve uzaklaşmaların nedeni ne?
Bence bunun temeli Sovyet sitemindeki yapılanmalara kadar uzanıyor. Mesela Adıgeler birkaç bölgeye dağılmış, farklı etniklerle bir arada. Ben u halkların arasında gerçek bir problem olduğunu düşünmüyorum. Bu yapılanmalarda mikro-milliyetçilik artıyor ve ekonomik çıkarlar çakışabiliyor. Aslında ortak sorunları olan etnik yapıların kendi aralarında bir problem varmış gibi yansıyor. Çünkü bu cumhuriyetlerde genel olarak bir adaletsizlik varsa bu tüm etniklerin ortak sorunudur. Sanki diğer etnikle bir arada olmasa sorun kalmayacakmış gibi algılanıyor. Bu durum özellikle kültür anlamında bir kambur yaratıyor. Hiç kimse kendi kültürüyle ilgili çalışma yapamıyor, beraberce de yapılamıyor. Toprak sorunları çıkıyor. Bence hepsinin ayrı ayrı özerk olmasında yarar var.
Kafkasya’ya gidenler orada da bir ‘aidiyet’ sorunu yaşıyor. Siz nasıl yaşadınız?
Uzun yıllar ayrı yaşamışız. Farklı şeyler yaşamışız. Ben şunu fark ettim ki biz epeyce Türkmüşüz, onlar epeyse Rus, Ürdün’den gelenler epeyce Arap. Orada halkın büyük bir kısmı bizi Türk olarak görme eğiliminde. Dolayısıyla siz kendinizi burada hayli göçmen hissederken orada da aynı hisse kapılıyorsunuz. Bu acıklı bir durum tabii.
Ancak belirtmeliyim ki ben oradaki sorunlarımın çoğunu yine kendi soydaşlarımla yaşadım. Tapulu arazimden bir parça elimden almak isteyen bir devlet görevlisiyle 3 yıldır davam sürüyor. Şüphesiz ki kendi köyünden olanlarla da sorunlar yaşanabilir ama biz yabancı ve sahipsiz kabul edildiğimiz için daha çok sorun yaşıyoruz. Buradan gidenlerin kolonileşmesi sonucunu da doğuruyor. Ama sanırım bu zaten tüm toplumların doğasında var.