Ümit Duman
Meral’i yazmak denince, nedense ilk olarak ya çok küçüklüğü, ya da Ankara’da ekipte ve korodaki çalışmaları ve o meşhur grubu ile ilgili anıları aklıma geliyor. Çocukken, daha bir yaşındayken gürbüz çocuk yarışmasında birinci gelmiş. Ancak ben daha sonralarını, cıvıl cıvıl halini hatırlıyorum. Bir de orta okul çağlarındayken beni Ankara’da gezdirmiş, hatta o zamanlar anlamlı görünen ‘Anıtkabir’e götürmüştü. Sonraları ‘ekip’ ve ‘koro’da herkesin taklidini ustaca yapışı, Çerkesce şarkılarımızı bazı koro arkadaşlarını ti’ye alarak Türkçe aksanla söyleyişini hatırlıyorum.
Dönemin bitmez tükenmez ideolojik tartışmalarını yorumsuz dinlemesi, zaman zaman kendinden beklenmeyen sağlam ve kısa değerlendirmeleri benim için ilgi çekiciydi. İnatçı biriydi, ancak kindar değildi. Her zaman tartışacak bir şeyler bulurduk, ama mutlaka espriyle bağlanırdı bunlar. Gülmek ve güldürmek temel işlevi gibiydi… Olayları çok çabuk kavrayışı, demek ki kendisinin geleceğinde çok işe yaradı. Bunu geliştirişi yorumlarının sağlamlığından da anlaşılıyor: ‘‘Cehalet bizi boğuyor artık… Eskiden zalimin zulmü vardı, şimdi cahilin zulmü! Yalnız cehalet değil, cehalet ve kötü niyet karması bu ülkedeki her vicdanlı, iyi niyetli, kaliteli insanı boğuyor artık. Bir yanda körkütük cahil kötü niyet bir yanda hoyratlık, sevgisizlik, düşmanlık ortamı… Bir şey oldu bu insanlara, kimse kimseyi sevmez oldu. Sinsi, bir tür nefret başını çıkardı bütün duyguların arasından. Alaycılık bütün üslupların arasında belirginleşmeye başladı. Sadece ezberletilen şarkıları söyleyebilenler ortalıkta. Sevmeden aşık olanlar, kavga etmeden yenenler, cin olmadan adam çarpanlar yeni kurallar koydular sanki ve kaptırdı insanlar kendini bu düzene…’’ Öte yandan şakayı kaldırışı, şaka – espri- yapma yeteneği, sanatçı kişiliğini oluştururken olayların mizahi yönünü görüşüne katkısı olmuştur.
Defnedileceği gün kardeşim, amcaoğlum ve kendisinin amcaoğlu bir grup olarak mezar işleri için mezarlığa gittiklerinde (ki mezar henüz kazılmamıştı) ilginç bir olayla karşılaşmışlar; o saate yüz kişi kadar mezarın yerini öğrenip orada toplanmışlar. Doğal olarak bizimkiler kim olduklarını merak edip sormuşlar, ‘‘biz akrabasıyız ve sizleri tanımıyoruz, nasıl bir akrabalığınız var?’’ anlamında. Bazıları ‘‘evet bizler de akrabalarıyız’’ demişler. ‘‘Meral ile akraba olmak için kan bağı olması şart değil’’ demiş birisi. Bir başkası ‘‘beni okutan ve büyüten o, ben akrabası değilsem kim akrabası, benim hayatımı kurtardı’’ demiş. İşte Meral’i tanıyan sanat çevresinde herkesin paylaştığı karakter. İsimlerini bilmediğim (dizi ve TV pek izleyemiyorum) ancak zaman zaman TV’de veya gazetelerde gördüğüm (hepsi sanatçı imiş) bir-kaç delikanlı ve genç kızın ‘ablamızı’, ‘sırdaşımızı’, ‘bizi var edeni’ kaybettik demeleri, benim gönenmeme ve daha bir duygulanmama sebep oldu.
Dedesi Şığalığue Haydar amca çocukluk ve delikanlılık çağımızın tipik örnek thamadesi idi. Amcası Sami abi, şimdiki Kaffed başkanı Vacit Kadıoğlu’nun babasıdır. İkinci amcası hepimizin sevgili abisi havacı, pilot Elbruz abimizdir. Babası Emekli Albay M. Ata Katı Birkaf başkanıdır. Ayrıca üç halası vardır. Abisi Mecit Katı Deniz Yollarının Ankara bürosundan emeklidir, aynı zamanda Ankara Ormanspor basket takımının koçluğunu ve oyunculuğunu yapmıştır. Babam Arslan Duman (Rahmetli) ve amcam Kemal Duman Meral’in annesi Ciciş (Türkan) halamın abileridir ve Sevim halam en küçük kardeşleridir. Meral, annesi Ciciş halamı kaybetmiştir.
Meral, 11 aylık hastalığı süresince aileden kimseyi üzmek istememiş ve hastalığının sıkıntılarını aileye mümkün olduğunca yansıtmamıştır. Bu sıkıntıları daha çok Mecit abisi ve Sezen Aksu hanımla, arkadaşları Emel ve Dilara hanımla paylaşmıştır. Sezen Hanımın kaygı ve çabaları aile için çok anlamlı ve değerlidir.
İnsanların zaman zaman söyledikleri sözler olabilir. Bunlar gerçek düşüncesi veya farklılık olsun diye de söylenmiş olabilir. Kimi zaman öylesi sözlerin arkasında da durması söz konusu olabilir. Bu tür şeyler bazen bir şaka olarak, bazen bir hata olarak, bazen bir öykünme olarak anılabilirler, alınabilirler. Ancak bu tür şeyleri bel altı vuruşlar için kullanmak etik değildir. Etik olan tanınmış, başarıları toplumun en geniş kesimlerince kabul görmüş birini kaybettiğimiz günde gözden düşürme çabası değil, en azından sessiz kalmaktır. ‘‘Ölülerinizi hayırla yad ediniz’’ sözü, ne zaman şimdikinden daha uygun, daha gerekliydi?
Mecit’le bir gece 12 Eylül’ün ilk yıllarında Taksimde fazla takılmamız sonucu, evimin olduğu taraf Anadolu yakasına geçememiştik. Sabah 04.00 sıralarıydı. Teknelerin çalışmasına da daha çok vardı. Hava da soğuktu. Ne kadar engel olmak istediysem de beni zorla Yaman’la Meral’in evine götürdü. Ben hem Yaman’ı pek tanımadığım için, hem de arandığım için çekiniyordum. O saatte kapıyı çalışımızı ve onlara yaşattığımız telaşı hiç unutmam. O dönemler arandığım için ailemden Yaman’ı en az tanıyan bendim. Ancak onlar işi espriye vurmuşlar sonraları.
Sevginin tanımı, ifadesi elbette her zaman toplumsallaşamayabilir, ve bu her zaman gerekmeyebilir de. Ancak tekilden çıkıp bire-bir ifade ve tanımlama toplumsallaşabilen, genellenebilen bir nitelik kazanabilir. İşte böyle bir nitelik kazanan ifade, tanım, şiirler üretebildiysen, sen demek ki farklısın.
Meral’in düz yazı ve şarkı sözleri bence yeterli örnek böylesi farklılığa.
Bebek’ten kalkan cenaze arabasının içine bazıları yazılı kağıtlar atmış. O kağıtların bazıları uçuşmuş olmalı. Vacit’e "birini atmayın bana verin" dedim. Aynen şöyle yazıyor:
‘‘Sevgili Meral Sana sevgilerimi sunmaya geldim. Şu kısacık ömründe hayatımızı güzelleştirdin. Hakkını helal et, biz helal ediyoruz. Biz bundan sonra kime güveneceğiz? Sevgi ve saygılarımla Cennet içinde uyu. ‘‘
Seni hep sevgiyle, sevginle, ürettiklerinle anacak, kardeş kalplerimizin sıcak beraberliği, biz de sana- sizlere katılana kadar sürecek sevgili Meral…
Sayı : 2012 04
Yayınlanma Tarihi: 2012-04-01 00:00:00