Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Aydan Çelik: “Mızrak çuvaldan taşacak”

“Bu olimpiyatlar vesilesiyle aslında mızrak çuvaldan taşacak. İnsanlar en azından orada olanları öğrenecek. Bu coğrafyada bile Çerkeslerin kim olduğunu, nereden geldiklerini bilmeyenler var. İlk getirisi bu olacak iyimser anlamda. İkincisi de ekolojik boyut. Bunlar birbirini besleyen alanlar olacak. Bir dalga öbürünün üstüne gidecek. Biz bunu iyi yönetebilirsek epey bir insana ulaşacağız duygusu taşıyorum”
Çerkeslerin hiç izi kalmamış”
Aydan Çelik, Uzunyaylalı bir Kabardey. Babası Gerige, annesi Kuraşın sülalesinden. Çok uzun yıllardır hayatını çizerek sürdürüyor. Mesleğini severek yapıyor Kendi deyimiyle “Para kazanmak için reklam ajanslarına, ruhunu kurtarmak içinse kitaplara, afişlere çizim yapıyor.” Mimar Sinan Üniversitesi’nde heykel bölümünde okumuş, uzun yıllar animasyon şirketlerinde çalışmış. Kafkasya Forumu ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin ortak etkinliği “Anti- Maskot” yarışmasına gönderdiği işlerle hem birincilik hem ikincilik ödülünü alan Aydan Çelik’in şu sıralar uğraştığı bir başka çalışma da bir belgesel. Yapımcı Didem Şahin’le birlikte hazırladıkları belgesel de dahil her şeyi sorduk. İşte Aydan Çelik’in hayata, yarışmalara ve Çerkes meselesine bakışı…
   
Yarışmaya ilgi nasıldı? Bu yarışmanın Soçi meselesine nasıl bir katkısı olur sizce?
Önce kişisel bir şey söyleyeyim, ben normalde yarışmalara katılmıyorum. Hatta jüri üyeliğini bile kabul etmiyorum. Çünkü bu tür şeylerin yarıştırılabilir olduğunu düşünmüyorum. Diğer bir açıdan baktığınızda ise gerekli olduğu anlar da var. Yarışmaya arkadaş ısrarıyla katıldım. Neler yapabileceğimi düşündüğümde kafamdan bir sürü şeyler geçti aslında ve ilk etapta hemen aklıma gelenleri çizdim. Mesela kayan bir adam, ikonik bir figür. Eğimli olarak kan üzerinde kayıyor.
Bu tip sosyal kampanyaların gücü yaratıcılıktan ziyade derdini iyi anlatabilmekten geçer. İkinci çalışmamda Rus Olimpiyat Komitesi’nin seçtiği maskotlardan esinlendim. Ben aslında çizgi filmciyim. 8-10 sene animasyon bürolarında çalıştım. Çizgi filmde Disney ekolü teknik olarak en yüksek ekoldür ama içerik olarak çok problemlidir. Hayvanları insanlaştırmak üzerinden yapılan bir kurgudur. Bu kurgu ise göründüğü kadar masum değildir aslında. Çünkü hayvanlara bir sıfat veriyorsunuz. Tabii sadece Disney yapmıyor bunu, La Fontaine’den ve Ezop’tan gelen bir şey bu. Ama Disney’de daha spesifik bir şey var.
Soçi’ye gittik biz, orada inanılmaz bir ekolojik tahribat var. Belgesel çekmeye gittik, bu konunun farklı yönlerini göstermek için. Bunlardan bir tanesi orada Çerkeslerin izinin hiç kalmamış olması. Sanki orada hiç yaşamamışlar ya da sürgün esnasında o limanda olmamışlar gibi… Belgeseli izleyen bunu görecek, ekolojik tahribat o kadar büyük boyutta. Olağanüstü güzellikte bir vadi uzanıyor ve nehir var. Nehir boyunca viyadük koymuşlar, üzerinde demiryolu yanında da karayolu var. Su simsiyah akıyor, sanki asfalt erimiş de o akıyor. Dehşet bir görüntü. Tüm canlıların yaşam alanını yok ediyorsunuz, sonra da o canlıları maskot yapıyorsunuz. Sembolik şeyler koymuşlar, şu bölgede ayılar yaşar diye. Acaba bu tahribatla kaç yıl daha yaşar ayılar? HES’ler gibi. Ne diyor adam? Taşıyoruz Hasankeyf’i. Eeee, oradaki canlılar ne olacak?
Soçi’deki meselenin birkaç boyutu var. Bunlardan en önemlisi bir insan topluluğunun katliama uğraması, bir diğer boyutu ise halen sürmesi. Bunu şöyle örneklendireyim. Hrant öldürüldüğünde bir sürü şey yazıldı, çizildi. Bunlardan en güzeli Art-İst dergisinde çıkmıştı. O da şuydu: Hrant Dink, 1954-1915… Aynı bizim durumumuz. Soçi Olimpiyatları, 2014-1864.
Böyle bir organizasyonun bir parçası olmak çok onur verici ve sanıyorum diğer arkadaşlarımızın çalışmaları da kullanılacak. Bunlar ses getirici işler.
Bu kampanyanın uluslararası platformda nasıl bir yansıması olur? Uluslararası kamuoyunda Çerkesler açısından çok ses çıkmasa da, birçok çevre örgütü oradaki doğa katliamına dikkat çekiyor.
“Bir musibet bin nasihatten evladır.” derler ya, bence öyle bir noktadayız. Bu olimpiyatlar vesilesiyle aslında mızrak çuvaldan taşacak. İnsanlar en azından orada olanları öğrenecek. Bu coğrafyada bile Çerkeslerin kim olduğunu, nereden geldiklerini bilmeyenler var. İlk getirisi bu olacak iyimser anlamda. İkincisi de ekolojik boyut. Bunlar birbirini besleyen alanlar olacak. Bir dalga öbürünün üstüne gidecek. Biz bunu iyi yönetebilirsek epey bir insana ulaşacağız duygusu taşıyorum. Bir üçüncü boyut ta şu aslında: Olimpiyatların kendisi de bizzat tartışılan bir şeydir aslında. Salt spor hali değil olimpiyat. Hem rant aracı hem de tahribat aracı. İdeolojik bir yanı da var.
Belgesel fikri bu yarışmayla mı oluştu? Daha önceden mi düşünüyordunuz? Hedefiniz ne?
Benim için her şey çok hızla gelişti. Bu proje daha önce başlamıştı zaten. Yapımcı Didem Şahin’in Filistin üzerine bir de Ali Sami Yen üzerine bir belgeseli var. Ali Sami Yen belgeselini çok güzel bir mottoyla yaptı. “Mezarlı üzerine ev, Ali Sami Yen üstüne ….. kurulmaz.” Didem’in annesi Çeçen. Bu nedenle Soçi konusuna yakınlığı var ve özellikle insan haklarıyla ilgili bir arkadaşımız. Kafasında bir kurgu oluşturmaya çalışıyormuş. Yarışma ile belgesel kurgusunu bir araya getirmek istemiş. Şu gelmiş aklına. “Bir tasarımcı üzerinden yola çıkayım. Bu yarışmaya nasıl girdi? Ailesi nasıl bir aile? Soçi’de neler gördü?” Kafasında böyle bir şey var.
Benimle temas kurdu, ben de memnuniyetle karşıladım böyle bir teklifi. Yola çıktık, gidip çekimleri yaptık. Çok taze bir hadise. Hatta henüz kurgusunu nasıl yaptığını da bilmiyorum. Benim için bu yolculuk çok özel bir deneyimdi. Birincisi, 150 yıllık bir rötar. Geriye doğru saydığımda ben, dedem, dedemin babası… Dedemin dedesi buraya gelen kişi, Hacı Ganimet. Hiçbiri geri dönmedi. Bir tek ben gittim oraya, çok tuhaf bir duygu bu. Kökler dizisinin son bölümünde Alex Haley’in kendi topraklarına gitmesi gibi… Tesadüfen iPad’imde Çetin Öner’in ‘Dağlara Yazılıdır’ romanı vardı. Onu bir daha okudum. Hatta kitap meğer Alex Haley ile başlarmış. “Nereden geldiğini bilmediği için nereye gideceğini de bilmiyordu.” Diye başlıyor kitap. Çok hoş meseller var kitapta. “İnsanı vatanından söküp atabilirsiniz ama vatanını içinden söküp atamasınız.” gibi. Bir Kızılderili sözüymüş. Gerçi ben kuzeye çıkmadım. Dedelerim Nalçik’ten yani kuzeyde. Ama sonuç olarak o coğrafyadaydım.
Birbirinden ilginç şeyler yaşadık. Bir Şapsığ köyünde düğüne katıldık. Ben Kabardeyceyi biraz anlıyorum ama tek kelime konuşamıyorum. Çok komikti, ben adama “Do you speak English? (İngilizce biliyor musunuz?) diye sordum. Çünkü ben Şapsığca bilmiyorum, onlar da Türkçe bilmiyor. Çerkeslere Türklerin bir boyu olarak bakan arkadaşlara ithaf ediyorum bu sahneyi.
Bu belgesel sadece Soçi ve olimpiyatlarla mı sınırlı?
Tabii. Ama Çerkes sürgünü ve soykırımı da var. Yerlerinden edilmiş insanların o yerlerinde izlerinin bile bırakılmaması, adlarının bile anılmaması var. Soçi’de yeşillikler içinde yer alan bir müzeye gittik. ‘Dostluk Müzesi’ gibi bir adı vardı. Dostluk ağacı diye bir portakal ağacı. Her ülkeden insanlar gelmişler ve aşılama yapmışlar. Çerkes diye bir şey yok orada. Adı bile geçmiyor. Bu çok acı. Sadece içeride birkaç vitrine Adıge kıyafeti gibi folklorik bir şeyler konmuş. Ama üzerinde herhangi bir açıklama yok.
Bizim derdimiz Çerkes olmayanlara anlatmak olmalı bu durumu. Çerkese Çerkes propagandası yapmak durumunda değiliz, bu gerçekçi ve anlamlı olmaz. Vicdan sahibi ve empati kurabilenlere anlatılmalı. Zapatistaların komutanı Marcos’un dediği gibi: “Marcos, San Francisco’da bir eşcinsel, Güney Afrika’da bir karaderili, Avrupa’da bir Asyalı, San Ysidro’da bir Chicano yerlisi, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya kızılderilisi, Almanya’da bir Yahudi, Bosna’da bir barış taraftarı …’’ Rusya’da da Çerkes denilebilir mesela.
Soçi’de epeyce iz takip etmeye çalıştık. Şu anda Rusya toprakları ama otokton halkının kim olduğunu biliyoruz tabii.
Çekim yaparken herhangi bir engelleme ya da sıkıntı ile karşılaştınız mı?
Hayır, ama diken üzerindeydik. Çekimler gizliydi. İzin almadık, isteseydik de verilmezdi sanırım. Risk aldık. Ok güzel çekimler yapıldı.
Kaç dakikalık bu belgesel?
Maalesef süre kısıtlı ama yönetmen süre almaya çalışıyor kanaldan. El Cezire’de gösterilecek. Ama sözleşme serbest, yani festivallerde gösterilecek, yarışmalara girecek. Yönetmen, 22 dakikayı 44’e çıkarmaya çalışıyor. Maliyeti El Cezire dış yapımlar karşılıyor.
 

Sayı : 2012 05

Yayınlanma Tarihi: 2012-05-01 00:00:00

Yazarın Diğer Yazıları

Anadilde Jineps Gazetesi Eylül 2024 Sayısı Yayında

Değerli Jineps okurları, Anavatanda yayımlanan Adige Mak (АДЫГЭ МАКЪ), Adige Psale (АДЫГЭ ПСАЛЪЭ), Çerkes Heku (ЧЕРКЕС ХЭКУ) gazeteleriyle ortak hazırladığımız eylül sayımızı sizlerle paylaşıyoruz. İyi okumalar,

1 Eylül Dünya Barış Günü

1 Eylül, “Dünya Barış Günü” olarak sadece Türkiye ve KKTC’de, Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen “Dünya Barış Günü” ise 21 Eylül’de tüm dünyada kutlanıyor.

Sancılı ve fırtınalı yaşamlar

Dr. Şerafettin Dönmez’in yazdığı, sancılı ve fırtınalı bir hayat hikâyesini anlatan “Denef” kitabı, Papirüs Yayınevi etiketiyle raflarda yerini aldı. Yayınevinin tanıtım yazısından... Benim kimliğimle kim, neden...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img