Türkiye Diyasporası Yayınlarından Seçmeler – Şubat 2011

0
952

Diğer Bir Deyişle “Millet Anası”

“Çerkes Kadın Dünyası”nın bir yardımlaşma derneği kurarak ulusal kalkınma hamlesine katılmaya karar vermiş olması pek sevindirici bir olay. İstanbul’daki saygıdeğer kız kardeşlerimizin oluşturduğu derneğin Merkez Kurulu Üyelerinin bir yıla ulaşan çalışmalarıyla bir “Örnek Kız Okulu” açmayı başarmalarının yanı sıra bir yandan ulusal müziğimizi tespit ve tanzim etmek, diğer yandan “Kimsesizler Yurdu” kurmak için gösterdikleri çaba karşısında duyduğumuz zevk ve takdiri kelimelerle ifade etmek zordur.

Bugün ise bu değerli derneğin “Diyane” adıyla bir dergi çıkardığını görmek bizi daha da mutlu etmiştir. Mukaddes ve asil Kafkas kadınlarının oluşturduğu bir derneğin çıkardığı derginin bundan daha uygun bir adı olamazdı. Bu değerli derneğin tüzüğünde Yönetim Kurulu’nun üstünde “Diyane” adında yüksek bir “Denetim Kurulu”nun oluşturulması ulusal geleneklere de uyulması bakımından dikkat çekicidir. Kuzey Kafkasya Derneği’nin tüzüğünde de buna benzer bir “Thamade” bilim kurulu bulunmaktadır.
Çerkes halkında aile, köy ve kabile reislerine eskiden beri “Thamade” denir. Eski Bizans İmparatorluğu’nda MS 7. yüzyıla kadar ülke Thamadeler idaresine bölünmüştü. Bizans yönetiminin böyle bir Çerkes kelimesini resmi bir tabir olarak kullanmış olması, bir yönden Çerkes sosyal ve toplumsal yapısının model alınacak derecede mükemmel olduğunun, diğer yönden de imparatorlukta Kafkas kökenli insanların çok sayıda bulunduğunun delili sayılır.
Gerçekten, Abhazyalılar Bizans sarayını adeta işgal etmiş gibiydiler ve ilk Bizans hükümdarları arasında Merçen (Marşan) ve Low gibi bugün bile Abhazların en eski prens ailelerinin sülale adlarını taşıyanlar bulunuyordu.
Çerkes dilinde Kuban şivesiyle “Tiyane”, Kabardey şivesiyle “Diyane” şeklinde telaffuz edilen ve “Anamız” sözlük anlamına gelen, halk dilinde ise “Millet Anası” anlamını da kapsayan bir ismin dergiye verilmiş olması, değerli kız kardeşlerimizin, kadınlığın insan topluluklarındaki asil ve doğal görevi olan analık rolünü günümüz uygarlığı ile bağdaştırarak, aynı zamanda bilgi ve bilim alanında da görev yapma istek ve gayreti içinde olduklarını göstermiştir. Bu istek ve gayreti kurucularıyla birlikte takdirle desteklemek biz erkekler için bir borç ve şereftir.
Değerli kız kardeşlerimiz, kullandıkları bu “Diyane” sözcüğü ile Eski Yunan tanrıçalarından “Diyanet”i de unutmadıklarını, her ikisinin de hem anlam hem de konu bakımından tam bir uyum içinde olduğunu göstermişlerdir ki, bunu görmemek mümkün değildir.
Bu münasebetle eski tanrıça “Diyane” hakkında bazı kısa açıklamalarda bulunmak faydasız olmayacaktır.
 Bilindiği gibi, Eski Yunanlıların altısı erkek, altısı kadın olmak üzere sahip oldukları 12 tanrıdan birisi tanrıça “Artemis” idi. Eski Latincede aynen “Diyane” diye tanımlanmış ve kabul edilmiştir. Aslında “Diyane” sözcüğü, Yunanca olmayıp Latincedir. Gerçekte, Latin ülkesine de Kafkaslılar tarafından götürülmüştür.
Eski Gal ülkesinde bulunan ve Kelt kitabeleri diye bilinen, dilbilimcilerince şu an bile anlaşılmasında güçlükler çekilen kitabelerin Adige, Sirakise gibi sözcükler içermesi, ayrıca öz Çerkes diliyle yazılmış sözcüklerin de bulunması bu alanda en güçlü delildir. Latinlerin Jüpiter’i bile arı bir Çerkes sözcüğüdür.
“Diyane” sözcüğü daha sonra Yunancaya da “Ana” anlamında geçmiştir.
Eski Yunan efsanelerine ve inançlarına göre “Diyane” adlı tanrıça büyük tanrı Zeus’un -Latincede Jüpiter(1)- kızıdır. Anası Hera’dır -Latincesi Lato, Lanuna- ve erkek kardeşi Febus -Latincesi Apollon- ile ikiz olarak dünyaya gelmiştir. Güneş ve Ay, “Diyane”nin sembolüdür.
Eski Yunan ve Latin inancında “Diyane” özellikle iffet ve dürüstlük tanrıçası olarak kabul edilmiştir. Kendisi güya daima bakire kalmıştır. Gerçekte ise bir çeşit “Korunmuş Bakireliğin Sembolü” idi. Bu şerefli ve namuslu özelliğindendir ki erkek ve kız çocuklar evleninceye kadar bu tanrıçanın şerefli iffetinin korumasına emanet edilirlerdi. Onun adına tahsis edilen otlaklarda, ağaçlık bölgelerde hiçbir çoban sürüsünü otlatamaz, hiçbir çiftçi toprağı işleyemezdi. Hatta ona en çok ibadet edilen yer olan eski Efes kentinde hâlâ ona ait eserler bulunmaktadır. Burası İzmir ilinin Ayatsluk adıyla bilinen köyünün yakınlarındadır. Bu tapınakta ancak hadım edilmiş erkekler görev yapabilirlerdi.
Bu kutsal otlaklar ve ormanlar Diyane’nin refakatinde “Nimfe” ve hurilere mahsus gezinti yeri kabul edilirdi. Kayda değer Eski Yunan tarihinden adı ve anısı bizlere kadar ulaşabilen bu “Nimfe” sözcüğü Çerkes dilinde de mevcut olup “Nemife” şekliyle kullanılmakta ve sözlük anlamı ana tarafından akraba, ana tarafına mensuptur.
Buna karşın “Timfe” sözcüğü de Çerkesçede baba tarafından akraba, baba tarafına mensup, erkek tarafından akraba anlamına gelmekte olup, “Nı” ana, “Tı” baba demektir. Diyane doğuracak kadınların koruyucusu olduğu gibi ava da meraklı idi, bu yüzden gerek kendisi gerekse refakatçileri olan “Nimfe”leri hep ava özgü oklarla donatılmış olarak düşünülürdü. Kendisi müstesna derecede güzeldi. “Nimfe”ler de kendisi gibi güzeldi. Adına yapılan en kıymetli heykellerde “Diyane” zeki ve güzel bir biçimde, zarif ve doğurgan bir hareket ve yürüyüşle ve de mütenasip bir bedenle gösterilirdi. Bu tanrıçanın eski Yunan, Latin, Trakya ve Anadolu yurtlarından başka Kuzey Kafkasya’da bile kutsandığı “Eski Kuzey Kafkas Hükümeti”, diğer bir adıyla “Bosfor-Kimmeryen Hükümeti”nin başkenti olan “Pentikabe”de adına yapılan heykellerin ve kitabelerin bulunmuş olmasıyla kanıtlanmıştır.
Anadolu’da İzmir’in Ayatsluk köyü civarında “Diana” adına yapılmış olan ünlü tapınak eşsiz sanat eserlerinden biri olup, dünyanın yedi harikasından biri de sayılmaktadır.
İnsanlığın tanrılar seviyesine yükselterek kutsadığı bu “Diyane” kimdi?
Bu, başlı başına bir araştırma ve kitap konusu olacak denli geniş kapsamlı bir husustur. Burada şu kadarını söylemekle yetinelim ki, yakın zamana kadar ancak özel bir düşünce tarzı olarak kabul edilmiş olan eski efsanelerin her biri tam tersine tarihsel birer gerçeği içermektedir. Eski Yunan edebiyatının yüzyıllardan beri zincire vurduğu gerçekler artık kurtulmak üzeredir.
Gerçekte Eski Yunan inancının kökeninin doğuda hatta Keldani ve Hitit’te olduğu ciddi bir araştırma ile görülebileceği gibi tanrıçaların her biri hakkındaki özellikler ve söylencelerden meydana getirilecek şahsiyetlerin Eski Doğu’nun zamanımızda ancak birer peygamber olarak kabul edilen kutsal ve saygın şahsiyetlerden başkası olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu görüş noktasından hareketle yapılacak araştırma ve karşılaştırmalar, Yunanlıların büyük tanrısı Zeus’un hareket ve özelliklerinin Hz. İbrahim’e ve aynı zamanda on iki tanrıdan biri olan Ju’nun da (Zeus’un karısıdır) Tevrat’ın hatta İlyada’nın daima “Zunun” yani “Şüpheci” olarak gösterdiği Sara’ya (Hz. İbrahim’in karısı) benzediği anlaşılmaktadır. Apollon ise meşhur Çiçero’nun vaktiyle pek haklı olarak iddia ettiği gibi dört kutsal şahsiyetin sembolü ve Tevrat’ın dört köyde defnettirdiği ve hatta bir kısmını “Rabzade” diye vasıflandırdığı özelliklerinden dolayı Eski Yunan inancındaki tanrıların Jüpiter’in oğlu diye tanımlanan karakterdir. Meşhur dört İbrani peygamberi olabileceği tezahür eder.
“Diyane”ye gelince… Jüpiter’in diğer eşi Hera, Latince Latuna’dan doğmuş ve kardeşi Apollon ile ikiz olarak dünyaya gelmiştir. Buradaki Hera aynen Hz. İbrahim’in ilk eşi, kısır Sara’dan sonra aldığı Hacer’i hatırlatmaktadır. O da Ju’nun hasedine uğrayıp göçmek zorunda kalan Hera gibi anılmakta ve adını göçmekten yani “hicret”ten almaktadır. Allah’tan 12 büyük milletin atası olmakla müjdelenen Hz. İsmail’i doğurmuştur.
Eski zamanda tanrılar adına adak olarak insanların kurban edilmesi çok dikkat çekicidir, yerine koyun, keçi gibi hayvanların kesilmesi ve böylece insanlığın kurtuluşu mutlu bir olay olarak kabul edildiğinden Müslümanlar bugün bile bunu bir bayram olarak kutlarlar. Kurban Bayramı gerçekten çok bilinen ve kutlanan bir bayramdır. Hz. İsmail’in zamanına ve şahsına yapılan övgü, efsaneleşmiş olarak günümüze kadar gelmiştir.
Hititlerin “Ma” tanrıçası da Hitit bilginlerince ana tanrıça “Merdede” diye anılır. Adına yapılan resimlerde koyun ve keçi figürleri ile görüntülenmektedir. Genel kanıya göre bu saadete ilk kez erişen müşfik ve mutlu bir annenin bütün amacı ve umudu, art arda çoğalan nesillerin anaları tarafından kutsallaştırılmıştır. Bir tanrıça ve belki de kökenini aradığımız “Diyane” yani “İnsanlığın Anası” kavramı bu inancın anısınadır.
Koyun ve keçinin kutsanması, Kurban Bayramı gibi mutlu bir olaya tesadüf etmiş olabilir. Eski Yunan inançlarına göre Jüpiter’i sütüyle besleyen ve “Amelitha” denen kutsal bir keçi vardır. İlginçtir ki “Amelitha”nın Çerkes dilindeki sözlük anlamı “Allah’ın koyunu” demektir. İnsanlar bir zamanlar koyun gibi melemek suretiyle koyunu kutsayan özel bir ayin yaparlarmış. Eski Trakyalıların “Meeun”ları ve hatta Evliya Çelebi’nin zamanında “Koyun Baba Tekkesi”nin müritleri bu ayinin uygulayıcıları ve müdavimleri imişler. Eski Hitit tanrıçası Ma (Mee) sözcüğünün ses bakımından bir koyun ve keçi sesine benzemesi ne kadar dikkat çekicidir ve Çerkes (Eski Hitit) dilinde “Mı-ai” sözcüğü dokunma, “Me-ai” sözcüğü de koruyucu anlamındadır.
Böylece, “Diyane”nin koruyuculuğu da bu açıklama ile daha iyi aydınlanmış olur.
“Diyane”nin köken itibarıyla bir “Hitit, Çerkes” sözcüğü ve anısı olduğu kuvvetli bir görüş olarak kabul ve iddia edilebilir. Eski Yunan tanrıları arasında altı kadının bulunması, kadınların eskiden beri toplumda çok önemli görevler üstlenmiş olması onu saygıya değer kılmıştır. Aynı zamanda bu onun hak ve görevlerini çok iyi kavramış olduğunu da kanıtlamaktadır. Bugünkü “Feminizm”in tarihçesine baktığımızda kökeninin çok eski olduğunu görürüz. Ayrıca, Avrupa tarihçilerinin de tasdik ettiği gibi eski tanrıçalar içinde Çerkes dilinde yorumlanabilir bir “Diyane”nin bulunması zeki ve soylu Çerkes toplumu için bir şeref payıdır. Kaldı ki, tarihte çok önemli yer tutan ünlü Amazonlar da Kafkas kökenliydiler ve muhtemelen bu savaşçı kadınlar eski zaman feminizminin gerçek savunucusuydular.
Kafkas, özellikle de Çerkes tarihi kadınlara özgü pek çok gururlu olayla doludur. Çerkes milleti Doğu halkları içinde kadınlarına en fazla saygı gösteren ve onlara önemli sosyal roller veren bir halktır. Bir Çerkes atlısının yolda rastladığı bir kadının yanından geçerken atından inmesi, bu saygıyı hak eden kadınlara karşı ulusal geleneklerin yüklediği bir zorunluluktur. Kadınlarımız, Kafkasya’daki bağımsızlık savaşlarında gösterdikleri büyük kahramanlık ve fedakârlıkların yanı sıra bu savaşların sonunda yaşanan sürgünde de halkımızın uğradığı felaketlere karşı gösterdikleri fedakârlıklarla ulusal tarihimize büyük bir şükranla kaydedileceklerdir.
Çerkes kadını daima şefkat ve fedakârlığın sembolü olmuştur. Zahiri görünüşlerinde bir Amazon gibi bağımsız olan Çerkes kadınları, yardımlaşma derneğinin tüzüğünde “Denetleme Kurulu” için kullandıkları “Diyane” sözcüğünü bu dergi için de seçmiş olmakla kadınlarımızın izleyeceği yolun daima “şefkat” ve “koruma” esasına dayalı olduğunu kanıtlamışlardır.
Gerçekten Çerkes milletinin bir “Diyane”ye ihtiyacı vardı. Bugün doğuşunu sevinçle izlediğimiz ve daima namus, şeref, üstün ahlak, ilim ve irfan gibi meziyetlerle donanmış kadınlarımızın, yetim çocukları şefkatle korumalarından dolayı da sonsuza dek birer “millet anası” olarak yaşamalarını diliyor, başarılarını kutluyor ve tebrik ediyoruz. (12 Şubat 1336)
(Diyane – 1920, As yayın – 2004)
(1)   Latince olduğu bilinir, ancak kökü, belki de anlamı belli olmayan Jüpiter sözcüğüne benzer Çerkesçe’de Janbiter, (Vobetir), Zou sözcükleri vardır. Bu sözcük; hâkim, elinde tutan anlamındadır. Zeus’un en önemli özelliklerinden biri de dünyaya hâkim olmasıdır.
1920 yılında Çerkes Kadınları Teavun
Cemiyeti tarafından yayınlanan Diyane dergisinin ilk sayısı, 2004 yılında As Yayın tarafından Fikri Tuna çevirisi ile tekrar yayınlanmıştır. Ocak sayımızda Hayriye Melek Hunç ve Seza Puh tarafından
kaleme alınan yazıları yayınlamıştık.
Bu sayıda da Met İzzet’in “Diyane” sözcüğünü
tanımlayan, mitolojiden esintiler
taşıyan araştırma yazısını yayınlıyoruz.

Sayı : 2011 02