Türkiye Diyasporası Yayınlarından Seçmeler – Ocak 2012

0
897
Kafkasya Gerçeği,  1990 – 2.Bölüm
1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşında Kuzey Kafkasya ve Sürgündeki Kafkasyalılar*
Sefer E. BERZEG

 

1876-77 yıllarında tüm Avrupa basınında, Panslavist Çarlık pro­pagandasının oluşturduğu, genellikle haksız bir Türk ve Çerkes düş­manlığı göze çarpmaktadır. Doğu Rumeli’nde, Makedonya’da ve Dobruca’da küçücük köyler halinde dağıtılmış ve kendi yaşamlarım korumaya çalışan Kafkas göçmenleri, bağımsızlık savaşı yöntemlerini yu­karıdaki belgenin pek iyi gösterdiği “masum” Bulgarlara zulmetmek­le suçlanmaktadırlar. Zorunlu olarak ve en başta bu yabancı toprak­ta köylerini ve ailelerini koruma içgüdüsüyle Osmanlıların safında yer alan Çerkesler’in “zulümleri”, 1876 da Sırbistan Hükümetinin sa­vaş ilanı bildirisinde yer aldığı gibi(), 1877 Osmanlı-Rus Savaşının da bahanelerinden birini oluşturmaktadır. Bu durum, savaş sonunda Balkanlara yerleşeli daha yirmi yılı bulmamış olan bu göçmenlerin kaderini çok olumsuz yönde etkileyecek ve Osmanlıların yenilmesi, onların buradan da ikinci bir sürgüne tabi tutulmalarına yol açacak­tır.
Savaşın Başlaması ve Sürgündeki Kafkaslıların Tutumu
Osmanlı – Rus Savaşı 23 Nisan 1877 tarihinde, Çarlık Rusyası’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilanıyla başladı ve hem Balkanlar’da hem de Anadolu’nun Kafkasya sınırlarında cereyan etti. 1878 yılı Ocak ayının sonunda Edirne’de imzalanan silah bırakışması ve bunu izle­yen Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarıyla ve Osmanlıların yenilgisiy­le sonuçlandı. Savaş boyunca Osmanlılar tüm Kafkasyalılardan doğal bir müttefik olarak yararlanmaya çalışırken, Ruslar da sürgündeki Kafkasyalıları etkisizleştirmeye ve Kafkasya’da oluşan ayaklanmala­rı bastırmaya çalıştılar. Abhazya – Adıgey ve Çeçenya – Dağıstan yö­relerindeki bu ayaklanmalar, tüm Kafkasya’daki Rus kuvvetlerinin he­men yarısının bastırma ve kıyı koruma görevlerinde kullanılmasına ve büyük ölçüde hareketsizleşmesine neden oldu.(6)
Anayurttakiler gibi sürgündeki Kafkaslılar da bu savaşı anayurtlarını bağımsızlığa kavuşturmak ve oraya dönmek için bir fırsat olarak değerlendirmişlerdi. Bu nedenle yeni göçmenlerin birçoğunun he­nüz askerlik yükümlülüğü de bulunmamasına karşın gönüllü olarak cephelere koştular.
Daha Çarlık Rusyası ile ilişkilerin bozulmaya doğru gittiği sıralar­da, Çerkes göçmenlerinin Sırp Savaşı ve Bulgar ayaklanmasının bastırılmasındaki özverili davranışlarından etkilenmiş olan Sadrazam Midhat Paşa, onların önderlerinden Gazi Muhammed Şamil ile görü­şerek ondan Kafkaslarda yardım istemişti. Savaş gerçekleştiğinde ay­nı öneri bu kez Padişah Abdülhamit tarafından yapıldı. Ancak geniş bir hazırlığa zaman kalmadığından iş dar bir çerçevede ele alındı. Gazi Muhammed’e Ferik (Tümgeneral) rütbesi verildi. Gazi Muhammed Padişah’ın fermanını ve kendi mektuplarını taşıyan bir kurulu gizlice Dağıstan ve Çeçenya’ya gönderdi. Kendisi de Çeçen, Dağıstanlı ve di­ğer Kafkas göçmenlerinin oluşturduğu bir birlikle Kafkas cephesine hareket etti.(7)
Kuzey Kafkasya bağımsızlık savaşının son önderlerinden olan Hacı Giranduk Berzeg, yüz yaşını aşmış bulunmasına karşın Adıge, Vubıh ve Abhazlar’dan oluşturduğu gönüllü Çerkes süvari birliğinin başında Rumeli’ne geçerek Osmanlıların Balkan Ordusu’na katıldı.(8)
Sürgündeki Abhazların liderlerinden Çaçba Hasan Bey, Maan Kamlat vb. Kafkasya kıyılarına çıkarılacak Abhaz, Vubıh ve Adıge gö­nüllülerinin başında Trabzon’da yer aldılar.(9)
Düzce yöresinden topladığı Adıge ve Abhaz göçmenleriyle karar­gahını takviye eden Ferik (Tümgeneral) Bıjnav Muhlis Paşa, Kars Kolordusu’nda 2. Tümen Komutanı olarak savaşa katılıyordu. Sa­vaşın başlarında yaralanarak İstanbul’a dönmek zorunda kaldı.(10)
Çarlık ordusunda general iken 1865 yılında bir kısım Çeçen ve Osetin’le birlikte Anadolu’ya göç ederek Osmanlı Ordusunda görev al­mış bulunan Osetyalı Mirliva (Tuğgeneral) Musa Kundukh, Samsun -Tokat – Sivas yörelerinden gelerek Kafkas cephesindeki Osmanlı kuv­vetlerine katılan ve bu cephenin hemen tek süvari gücünü oluşturan Çerkes (Adıge-Abaza-Osetin-Lezgi vs.) gönüllü süvarilerinin komutan­lığına getirildi.(11)
Balkan Ordusu’nda görevli bulunan Müşir (Mareşal) Mocan Rauf Paşa, savaşın sonlarına doğru Seraskerlik makamına atanarak, tüm Osmanlı ordularının başına getirilecekti. Dağıstanlı Mirliva Mehmet Muhlis Paşa, Balkan Ordusu’nda süvari birlikleri komutanı olarak gö­revliydi. Çerkes İbrahim Paşa da savaş boyunca aynı orduda Gönüllü Çerkes Atlı Birliklerine komuta etti. Çerkes Hafız Paşa’nın oğlu Mira­lay (Albay) Sadettin Bey, savaşa bu cephede alay komutanı olarak ka­tılmıştı, savaş sırasında Mirliva (Tuğgeneral) rütbesine yükseltildi. Mü­şir Rauf Paşa’nın kardeşi Deli Hüsrev Bey (Mocan) da Balkan ordu­sunda süvari komutanıydı, daha sonra Mirliva rütbesinde iken öldü.(12)
Deniz Feriki (Tuğamiral) Dilaver Karzeg Paşa, Tuna nehrindeki Osmanlı filosunun komutanı iken Rusların Balkanların güneyine sar­karak Tuna’yı da geçmelerinden sonra Çerkes gönüllü kuvvetlerine katılarak bunlardan bir birliğe komuta etti.(13)
Balkan Ordusu’nda Seyyar Ordu 2. Tümen Komutanı olan Fe­rik Tuğa Fuat Paşa, bu savaşlarda Ruslara karşı gösterdiği başarılarla “Elena Kahramanı” unvanını kazandı ve Müşir (Mareşal) rütbesine yükseltilerek savaşın sonunda Genel Komutanlık Vekâletine getirildi.(14)
Gönüllü olarak oluşturdukları tüm bu silâhlı güçler ve Osmanlı­lar lehine gösterdikleri yararlıklar nedeniyle, Çerkes göçmenleri savaş sırasında ve sonrasında Ruslar’ın ve onların bağlaşığı olan Bulgar ve Romenler’in düşmanlık hedefi haline geldiler. Buna karşılık Os­manlı komutanlarını ve yöneticilerini de hiçbir zaman yeterince mem­nun edemediler. Çoğunluğu nizami süvari birliklerinde görevlendiril­miş olan eski göçmenler dışında hepsi gönüllü olarak kendi atları, si­lâhları ve ulusal giysileriyle orduya katılmışlardı. Öncülük, keşif, ha­berleşme gibi kişisel cesaret ve yetenek isteyen en tehlikeli görevleri şikayetsiz yapıyorlar buna karşılık günlük tayınlarını bile düzenli bir şekilde alamıyorlardı. Türkçe de bilmedikleri için dertleri­ni kimseye anlatamıyor, ancak birbirlerine sarılıyor, kendilerinin ve atlarının ihtiyacını sağlayabilmek için çok defa köylülerin mallarına ve savaş ganimetlerine el koyuyorlardı.
Örneğin 1. Plevne Savaşından sonra gönüllü Çerkeslerden bi­risi kasabada kendisine et satmayan Bulgar bir kasabı yaralamış, ce­zalandırılacağını anlayınca kasabayı terkederek ortadan kaybolmuş­tu. Yine aynı dönemde Plevne komutanı Osman Paşa, gece savaş ala­nında ölüleri araştırırken yakalanan beş Çerkes’i “yağmacılara ibret olması için” derhal asarak idam ettirmişti.(15)
Kars cephesinde de yiyecek almak isterken bir Ermeni köylüsünü öldüren bir Çerkes gönüllüsü Ahmet Muhtar Paşa’nın emriyle asılarak idam edilmiş, bu durumu kendilerine hakaret kabul eden ve onunla birlikte Samsun yöresinden gelmiş bulunan altıyüz Çerkes gönüllüsü, ellerindeki ordu malı silâhları atarak çekilip gitmişlerdi. Seraskerlik makamından bunların derhal yakalanarak dört yıl zorunlu askerliğe tabi tutulmaları emredilmiş, fakat bir tanesi bile yakalanıp geri getirilememişti.(16)
Kafkas gönüllüleri anayurtlarında alıştıkları şekilde ve kendi ge­rilla yöntemleriyle savaşmakta inat ediyorlar, ancak kendi seçtikleri önderlerine itaat ediyorlardı. Hatta yaralılarını bile ordunun hastanelerine ve -çoğu Hıristiyan ve Yahudi olan- Osmanlı doktorlarına ema­net edemiyor, ölülerini ise ne pahasına olursa olsun savaş meydanın­da bırakıp gitmiyorlardı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın kâtibi Mehmed Arif Bey’in deyişiyle bunlar için “kavmi ve millî âdetlerinden bir şeyi feda etmektense ölümü ihtiyar etmek daha ehven” di(17). Sonuç olarak Kafkas göçmenlerinin oluşturduğu gönüllü ya da nizami birlikler bu savaşta anayurtlarında gösterdikleri ölçüde başarılı olamadılar dene­bilir. Bunu da kendilerine bütünüyle yabancı topraklarda bulunmala­rından kaynaklanan doğal bir sonuç olarak kabul etmek gerekir.
Gelişigüzel seçerek ve sadeleştirerek verdiğimiz aşağıdaki yazış­malar, Çerkes göçmenlerinin bu savaşlardaki durum ve tutumları hak­kında fikir verebilecek niteliktedir:
(..)
Ahmet Muhtar Paşa’dan Süvari Tugay Komutanı Mustafa Cavit Paşa’ya (8 Temmuz 1877):
“Evvelki gün düşmanla yapılan süvari savaşında bütün süvarile­rimizin, özellikle Çerkes göçmenlerinin gösterdikleri gayret, yiğitlik ve kahramanca hücumlar, tarih sayfalarını süsleyecek kadar övülecek hallerdendi. Zaten bu Çerkes göçmenleri eskiden beri yurtseverlik hasletiyle yüklü kişilerdir. Düşmanın silâhlı saldırılarına karşı birçok va­kitler göğüslerini gererek kahramanca vuruşmaları hukuk ve milliyet­lerini korumaya çalıştıklarını göstermektedir. Yiğitçe hücumları tarafımızdan memnuniyetle görülerek komutanlığa özellikle arzolundu.”
Ahmet Muhtar Paşa’dan Başkomutanlığa
(7 Ağustos 1877, Yahniler Savaşı’ndan sonra):
“…Yardımcı süvari askerinin bu savaştaki gayreti ve çalışması çok takdir edilecek haldeydi. Bütün Çerkesler, hele Kars’tan mürettep Çerkes alayı ile Sivas’tan Altıkesek ve Başılbeğ (Abaza) kabilelerinin teşkil ettiği ikinci alay… Dağıstan süvarilerinin hepsi merdane ve hamiyetmendane hücumlar ettikçe düşmanın ünlü Kazak ve Dragonları geri çekilmekten başka birşey yapamadılar… Yardımcı askerlerden yirmidokuz kişi şehit olup kırkdokuz kişi yaralandı. Düşmanın ölü ve yaralı sayısının 1500 kadar olduğu anlaşıldı.”
Rumeli’nde Rusçuk Kalesi Komutanı Kayserili Ahmet Paşa’dan Padişah’a
(27 Ağustos 1877):
“Bugün saat üç sıralarında Çerkes Dilaver (Karzeg) Paşa komuta­sında Rusçuk’tan üç saat mesafede Kadıköyü’ne sevkolunan Çerkes yardımcı askerleri düşmanla savaşa tutuşmuş, iki saat süren savaşta düşman direnemeyerek firar etmiş, düşman kırktan fazla ölü ve bir­çok yaralı vermiş, Çerkes askerlerinde bir şehit ve iki yaralıdan başka kayıp olmadığı anlaşılmıştır.”
Mehmet Ali Paşa’dan Padişah’a ( 17 Eylül 1877):
“Rusçuk komutanlığından alınan telgrafta, Mirliva Dilaver Paşa ikiyüz kadar Çerkes süvarisiyle Pirgos tarafına keşfe gönderilip, Maçka denilen derede düşmanın tesadüf edilen dört bölük piyade ve iki bölük süvarisiyle vukubulan savaşta düşman ikiyüzden fazla ölü ve iki Rusyalı ile iki Bulgar esir ve seksen sığır ve otuz adet büyük ka­zan alındığını bildirmekle arzolunur.”
Mehmet Hulusi Paşa’dan Ordu Komutanı’na      (Şıpka 24 Ağustos 1877):
“Müşirlik Yüksek Makamına: Çerkes yardımcı süvarileri cephaneleri kalmadığını bahane ederek hiçbir tarafa hareket etmiyorlar ve cephane istiyorlar. Bizim Nizamiye Çerkes Süvarileri buradaki askerleri beş altı defa büyük buhran ve tehlikeden kurtardılar. Allah bun­ları berhudar eyleye, âmin”.(18)           (Devam edecek)
(5)               Cemal Kutay: Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi. S. 5466. “…Osmanlı ordusu bize karşı tehdit edici bir durum aldı. Başıbozuk, Çerkes ve Arnavut çeteleri ekseriya muntazam asker birlik­lerinin de yardımıyla hududumuzu tecavüz ederek sakin halka saldırı, mukaddes kiliselerimizi tahrip, evlerimizi yakma, sürülerimizi müsadere ve arkalarında ceset­ler ve yıkıntılar bırakarak her yerde mal ve mülkümüzü gasbeylediler…”
(6) W.E.D. Ailen-Paul Muratoff: Kafkas Harekâtı. 1928- 1921. Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi. S. 110.
(7)               Kadircan Kaflı: Şimali Kafkasya. S. 126. İstanbul 1942. Şerafettin Erel: Dağıstan ve Dağıstanlılar. S. 168. İstanbul 1961.
(8)               Büyükleri Hatırlayalım: Hacı Giranduk Berzeg (1770- 1880), Yeni Kafkas, No: 8. Nisan – 1958.
(9)                           Awubla (Ömer Beygua): Abhazların Göçürülüşü ve Abhazya’nın Kolonizasyonu. Kafkasya, No: 18.
Ankara 1968.
(10)Şerafettin Terim: Kafkas Tarihinde Abhazlar ve Çerkeslik Mefhumu. S. 226. İs­tanbul 1976.
(11)W.E.D. Alien-Paul Muratoff: a.g.e.
(12)General Halil Sades: 1877- 1878 Osmanlı – Rus ve Rumen Savaşı. Cilt: IX. Genel­kurmay Başkanlığı Yayını. İstanbul 1950.
(13)İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Son Sadrazamlar. S. 2118.
(14)Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar. S. 31. Harp Akademileri Ko­mutanlığı Yayını. İstanbul 1983.
(15)Charles S. Ryan: Kızılay Emri Altında Plevne ve Erzurum’da (1877-78) Rus-Türk Harbi. S. 87-88. İstanbul 1962.
(16)Mehmed Arif: Başımıza Gelenler. İstanbul 1328 (1912).
(17)a.g.e.   S. 96.
(18)General Halil Sedes:   a.g.e. Cilt: VIII, S. 117. 119 sayılı Askeri Mecmua Eki. 1940.
*Yazı, derginin 1. sayısında yayınlanmıştır. 20 Ocak 1990 günü İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde (Bağlarbaşı) verilmiş olan konferansın metnidir.

 

Sayı : 2012 01