Alevinin milliyeti olmaz

0
428

Dersim toplumu neredeyse her şeyi müzikle ifade ediyor. Sizin beyitleriniz, türküleriniz yasaklıdır hep; bu yüzden onları yazılı hale getiremeseniz de kuşaktan kuşağa aktarırsınız. Çok baskı altında kalmışlar çünkü. Yaşlılar der ki; “Biz şu konuştuğumuz dili kaç kere yer altına çektik biliyor musunuz? Başkalarının dillerini öğrendik mecburen. Ama ibadetlerimizde yine kendi anadilimizi, tapınaklarımızda cemlerimizde yaşattık. Bunun dışında başka göründük, öyle kurtardık”


Metin –Kemal Kahraman’ın Ferfecir albümünü dinleyen herkes eminim kendine bir şarkı seçmiştir albümden. Ferfecir’i dinlemeye başladığımdan beri zihnim adeta büyülendi. Metin-Kemal Kahraman farklı yıllarda Deniz Koydum Adını, Renklerde Yaşamak, Meyman, Sürela ve Sae MoruŞahmeran albümleriyle müziği bölgesel kültürle harmanladı. Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor, Melem Tiya- Otantik Dersim Ezgileri, Gırnata Davul-Dersim Halk Dansları Ezgileri olmak üzere üç derlemeleri bulunuyor. Bugünlerde Dersim’in Lokman hekimleri üzerine bir proje hazırlığında olan Kahraman kardeşler, Dersim’in inancını ve ilaçlarını dünyaya anlatmaya çalışıyorlar. İşte bu hafıza çalışmasının bir gönüllüsü de Serdar Keskin…

“Yürünecek yolu buldum sanırım ve bu yolculuğun uzunluğunu, ıraklığını farkettim ve yolların hep birbirine mecbur olduğunu”. Böyle anlatıyor Serdar Keskin Iraksamalar albümünü. 12 Mayıs’ta onu ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Eve gelip internetten albümlerini ve şarkılarını inceledim. “İyi bak kendine” şarkısı beni en çok etkileyen şarkılardan biriydi. Elinde gitarıyla sahnenin ortasında duran bu müzik adamının sıcaklığı ve hüznü en arka koltukta otursanız dahi sizi sarıp sarmalıyor.

Metin-Kemal Kahraman ve Serdar Keskin’in birlikte müzik çalışmaları yaptığını öğrenince, üç müzik adamı ile yapılacak bir röportajın muhteşem bir şey olacağını düşündüm. Kemal Kahraman Almanya’da yaşadığı için bize katılamadı. 26 Haziran 2012 tarihinde Çerkes lezzetlerinin tadına bakmak için Fıççın Restoran’da buluştuk ve bakın neler konuştuk.

-Serdar Bey müzik serüveniniz nasıl başladı?

-S. Keskin: 1967 Mersin doğumluyum. Bir memur ailenin en küçük çocuğuyum. Bu memuriyetten kaynaklanan sık tayin durumları olduğu için birden fazla kültüre tanıklık etme imkanı buldum. Müzikal unsurları tanıma ve deneyimleme imkanım oldu. Siyasal bilgiler mezunuyum. İstanbul’a gelişimin ikinci yılında Grup Yorum’la yolum kesişti. Metin ile birlikteliğimiz o zaman başladı.

– O zamana kadar müzikle ilginiz var mıydı?

-Profesyonel olarak değil ama ortaokul yıllarında saz derslerimiz vardı. Müzik dersleri genelde boş geçerken ben şanslıydım. Üç yıl kadar saz eğitimi aldım. Halk Eğitim Merkezlerinde 3-4 sezon mandolin kursları almıştım. Bütün bunlar bir araya geldi ve Grup Yorum’la yollarımız kesiştiğinde uğraşın içeriği biraz daha değişmeye başladı. Konserler, stüdyo kayıtları gibi… Metin- Kemal Kahraman’la birlikte Grup Yorum’la üç albüm kaydettik. Konserlerine katıldım. Aynı ekipten Gülbahar isimli arkadaşımızın bir albümünü birlikte yaptık. Hala bir yandan bu çalışmalara müzikal katkı vermeye çalışıyorum. Konserler, kayıtlar yapıyoruz. Kendi albüm çalışmalarım ve konserlerim, müzikal yolculuk devam ediyor.

-Metin Bey siz nasıl başladınız müzik yolculuğuna?

-M. Kahraman: 1963 Tunceli doğumluyum. Ortaokulu ve lisenin bir bölümünü Erzincan’da okudum. 12 Eylül’de 8 ay cezaevinde kaldım. O yüzden birkaç yıl liseye ara verdim, daha sonra devam ettim ve Marmara Basın Yayın’ı bitirdim. Grup Yorum’u 12 Eylül’ün üniversitelerde yarattığı tahribata karşı gençlerin kültürle, müzikle, sanatla cevap vermeleri fikriyle oluşturduk. Sadece bir müzik grubu değil aynı zamanda folklor ve tiyatro yapan bir kültür faaliyeti olarak başladı. Giderek üniversitelerde sevilen, gençlik hareketlerinin yanında olan bir müzik grubu olduk. O günün üniversite gençliğinin sorunlarını dile getirdik, en fazla da 12 Eylül’e, kültürel tahribata karşı sanatla nasıl cevap verilir, bunu göstermek istedik. Serdar’ın dediği gibi iki kültüre tanıklık etme fırsatım oldu. O yıllarda amatör tiyatro topluluklarının -ki bunlar iyi topluluklardı, adları amatördü- onların müziklerini yapardık. Örneğin Murathan Mungan’ın Taziye adlı oyununu bir yıl sahnede çalıştı arkadaşlar. Biz de müzisyenler olarak bir yıl onlarla birlikte müzik yapmaya çalıştık.

– Tanıklık ettiğiniz bu iki kültür hangileri?

-Hem Dersim, kendi anadilim, kendi kültürümüz, köy yaşamı. Hem de Erzincan’da Türkçeyi öğrendiğimiz böyle bir dünya…

-S.K: Bunlar aslında bir anlamda Metin’le Kemal’in araştırmaları sayesinde benim de bilgilendiğim şeyler. Böyle bir kültürel durumun varlığının olduğu bilgisi aslında arkadaşlarımın bana kazandırdığı şeylerdir. Dolayısıyla bu anlamda çok katkı veren değil de öğrenen bir tarafım var.

-M.K: Biz henüz Dersim’e dönük çalışmalar yapmadan önce de Anadolu’nun türküleriyle ilgilenirdik. Türkülerle Grup Yorum adında bir çalışma yaptık. Geçmiş ozanları inceler, derlemeciliğin önemini kavramaya çalışırdık. Giderek kendi kültürümüzün yok olduğu bir dönemde olmamız daha çok kendi kültürümüze yöneltti. Onları kayıt altına almak bizim işimizdi. Aslında o diller şu anda yok oluyor; “yok oluyor mu?” tartışması yaptığımız bir dönemde… İstenirse bu diller yaşayabilir küçük desteklerle. Türkiye’de çok önemli bir topluluk Zazaca konuşuyor. Bugüne kadar da televizyon, radyo konusunda devletin desteğinin olmaması tuhaf. Geçenlerde Soranice bir kayıt yaptı TRT. Irak’ta konuşulan lehçe önemli oluyor TRT için ama Anadolu’da konuşulan bir dil uygun görülmüyor. Anadolu’nun kesik kültürel damarları açıldı bunu artık kimse durduramaz. Tek milliyetçi ulusçu anlayışı terk ederek, çokluk üzerine inşa etmek gerekiyor düzeni. O zaman bence dünya kendisi olacak. Kültürel olarak etkileyen bir coğrafya olacak.


Metin Kahraman’dan bir Şahmeran hikayesi:

Şahmeran’ın oğlu Şahmeran’a küsmüş. Başını alıp başka bir ülkeye gitmiş. Orada kendine sağ kulağında altın, sol kulağında elmas küpe olan renkli bir yılan bulmuş. Evlenmişler. Şahmeran’ın oğlu her gün yuvanın etrafında bir halka yapıp mühürlüyor ve yuvadan çıkıyormuş. Yuvanın yakınındaki köyden bir çiftçi her gün tarlasına geliyor. Bir gün bakıyor ki çiftçi, bir yılan çıkıyor, yuvanın etrafını işaretliyor ve ormana akıp gidiyor. Sonra diğer dişi yılan da çıkıyor. Az sonra başka bir yılan görünüyor, ormanın yanında dişi yılanla konuşup anlaşıyorlar. Önce dişi olan yılan yuvaya giriyor sonra diğer yabancı yılan. Epeyce içeride kalıyorlar… Bir süre sonra yabancı yılan işareti bozmadan üzerinden atlayarak gidiyor. Bunu gören çiftçi dişi yılana diyor ki, “Kocan geldiği zaman söyleyeceğim”. Dişi yılan kulaklarını kanatıyor ve diyor ki: “Ben de kocam geldiği zaman diyeceğim ki, ‘çiftçi demirle gelip kulaklarımı ezdi’; o senin icabına bakar”. Akşam oluyor; Şahmeran’ın oğlu gelince dişi yılan anlatıyor. Şahmeran’ın oğlu hızla çiftçinin evine gidiyor. O evin sütüne zehir bırakacak. Tam buna yeltenirken adamla karısının sohbetini duyuyor. Çiftçi “Hanım bugün bir yılan gördüm” deyip bütün olanları karısına anlatıyor. Şahmeran’ın oğlu bunları duyunca ortaya çıkıp “Sütünüzü zehirlemeye geldim, ancak durumu anladım. Ben onu terk ediyorum. Sen beni sepete koy, babamın ülkesine götür. Bu işi yaparsan babam sana kilon kadar altın yada elmas verir” diyor. Çiftçi sepetin içine yılanı koyuyor, alıp götürüyor. Şahmeran’ın ülkesine varıyorlar. Şahmeran: “Sağ olasın, oğlumu kurtardın. Dile benden ne dilersen. Altın, elmas ne kadar istersen”… “Daha neler alabilirim?” diyor çiftçi. Şahmeran’ın oğlu çiftçiye, “Babam senin ağzına tükürürse yeryüzündeki bütün hayvanların dilinden anlarsın” diyor. Bunun üzerine çiftçi Şahmeran’a diyor ki “Siz benim ağzıma tükürün, ben bunu istiyorum”. Şahmeran “Bu bir sır, bu sırrı tutamazsan ölürsün” diyor. Çiftçi sırrı tutacağını söylüyor ve bunun üzerine Şahmeran çiftçinin ağzına tükürüyor ve çiftçi yol boyunca hakikaten uçan kuşu, ne kadar hayvan varsa hepsini anlamaya ve gülmeye başlıyor. Köye vardığında çiftçinin ailesi “Sen bize ne getirdin? Nerede elmas ve altınlar?” diye soruyorlar. Çiftçi “Bir şey vermediler” diye cevap veriyor. Bir süre sonra çiftçinin sürekli gülme hali ailesini tedirgin etmeye başlıyor. Delirdiğini düşünüyorlar. Çiftçinin ağzından laf almaya çalışıyorlar ve sonunda bir gün çiftçi daha fazla dayanamayarak karısına sırrı söylüyor ve oracıkta ölüyor.

Sırrı tutacaksın!


-Metin-Kemal Kahraman’ın sahip olduğu bir müzik arşivi daha doğrusu kültür arşivi var mı?

-M.K: Yaklaşık 1200 saatlik kaset kaydı var. Her sene 50-60 saat artarak devam ediyor. Normal kasetlerden bilgisayar hafızalarına aktardık bu kayıtları. Tam bir yıl sürdü. Biraz da kendi yaptığımız kayıtların altında kaldık desek doğru olur. Bunların hiçbirini daha değerlendirme şansımız olmadı, çünkü bu projeyi gerçekleştirmek korkunç bir maliyet. Yaşlılar ölmeden önce kaydetmeye çalışıyoruz. Bizim bölgemiz dervişler toprağı. 1000 kadar ziyaret var. Gördüğünüz dağların hepsinin bir kutsiyeti var, bir hikayesi var. Bir nevi yazılmamış kitap okursunuz. Dersim, Anadolu Aleviliğinin ser çeşmesi. Bütün ocakların çıkış noktası orası. Yapacağınız iş şu oluyor; kaydetmek. 30 yıl çalışsak değerlendiremeyiz, ama birileri değerlendirir.

– Bu arşivi paylaşmayı düşündünüz mü?

-M.K: Tabi. Ama rastgele yapamayız. Bunlar emanet. Ziyan edilmesine izin vermeyiz. Çeşitli fikirler oldu tabi. Zamanla tek tek proje olarak… Yeri gelmişken “Oğul” adlı bir filme müzikler yapmıştık. Onun müziklerini yakın zamanda yayınlayacağız.

-Şu anda ne yapıyorsunuz?

-M.K: Dersim’in lokman hekimleri üzerine bir projemiz var. Dersim’in şifalı bitkileri, iyileştirme yöntemleri ve kutsal mekanlar arasındaki ilişkileri araştırıyor medikal antropolog bir arkadaşımız. “Anadilim Nerede” filminin yönetmeni Veli Kahraman’la birlikteyiz. Üç kişilik bir ekip. Bu çalışma şu anda devam ediyor.

-Sizin yaptığınız albümlerde bir tarz görüyoruz. Bu tarza belgesel müziği diyebilir miyiz?

-M.K: Sizin tabiriniz aslında doğru galiba.. Bizim müziğimizin biraz görsel bir yanı var. Arkada bir görüntü ve hikaye geliyor ama bu nasıl oluyor onu da anlamış değilim..

-Dersim müziğinin tanınmasına katkıda bulunan isimlerdensiniz. Nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda böyle bir yol çizdiniz?

-M.K: Daha öncesine bakarsak; ben kendi kültürüne arkasını dönmüş, annesinde babasında dahi o inancın izlerini silmeye çalışan bir kuşaktanım. Yani bir kuşak vardı ki kırk elli yıldır annesinin babasının inancını dahi küçümseyen, sorgulayan.. Açıkçası zaman Kürt halkının özgürlük talepleri, kültür ve dil meselesinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. İnsanlardan ve onların taleplerinden etkilendim. Bugün gelinen aşama hoş değil, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.. İlk Zazaca eserler ve derlemeler yaptık. Son zamanlarda da daha özel bir konuya bakan ve albüm konusu yapan çalışmalarımız oldu.. Bundan sonra da herhalde iki türlü, iki dilli devam eder.

-Dersim’i konum itibariyle diğer benzer kültürlerden ayıran özellik nedir?

-M.K: Irmakların sesi, doğa müziğin içine giriyor. Dersim toplumu neredeyse her şeyi müzikle ifade ediyor. Her perşembeyi cumaya bağlayan akşam sazlarla cemler yapılır. Sizin beyitleriniz, türküleriniz yasaklıdır hep; bu yüzden siz onları yazılı hale getiremeseniz de kuşaktan kuşağa aktarırsınız. Kendi inanç ve ibadetlerini kendi kültürel birikimlerini bellek yoluyla yazmadan ifade etmişler. Çok baskı altında kalmışlar çünkü. Yaşlılar der ki; “Biz şu konuştuğumuz dili kaç kere yer altına çektik biliyor musunuz? Başkalarının dillerini öğrendik mecburen. Ama ibadetlerimizde yine kendi anadilimizi, tapınaklarımızda cemlerimizde yaşattık. Bunun dışında başka göründük, öyle kurtardık”. Kitapsız gibi görünüyor bu halk ama çok güçlü bir belleğe sahip. Ziyaretlerinizde dinler tarihine bir yolculuk yaparsınız. Bütün kutsal kitapların karşılığını Dersim’de görürüsünüz. Bu yüzden kutsal topraklar olarak ifade ediliyor. Ozanlar kenti. Çünkü her dergah ayrı bir çalma ve söyleme tekniğini geliştirmek zorunda. Aslında toplumları kültür toplumları ve medeniyet toplumları olarak ikiye ayırmak lazım. Biri doğanın bir parçası olarak algılar, doğaya hükmetmez. Biri de doğaya hükmetmesi gereken, onu insana her şeyiyle hizmet eden bir materyal olarak görür. Aborijinler, Kızılderililer, Kafkaslar, Dersimliler, Tahtacılar; bunlara kültür toplumları diyebiliriz. Bunların mantalitesi doğanın düzeni ve inançlarıyla şekillenir. Alevinin milliyeti olmaz.

-Anadolu’nun kültürel mirası sizce yeterince işleniyor mu?

-S.K: Siyaset alanıyla kamusal alan sıkıntılı olduğunda toplumsal hayatın bütün sahalarındaki olumsuzluklar bu alanlara da yansıyor ve ciddi biçimde hissettiriyor. Resmi belirlemelerden uzak bir zemine dönüştüğünde bambaşka bir potansiyel çıkar sanırım. Son 20 yılı parantez içine almak koşuluyla o sürece kadar bakıldığında bakış açısı, siyaset, yönetim, kültüre bakış hangi merkezler tarafından tanımlanmış ve yönlendirilmişse bu alan da nasibini almış. Bugün TRT arşivinde halk şarkı ve türkülerini, bozlakları, uzun havaları, farklı türleri, derlemeci bakış açısı hakim olduğu için, onun insafına yada algısına terk etmiş oluyorsunuz. Oysa ki, aynı türkünün farklı sözlerle birbirine 40 km. mesafedeki yerleşim birimlerinde apayrı lezzetlerle yorumlanış biçimi var. Siz bunu derleyip kayıt altına aldığınız zaman dondurmuş oluyorsunuz. Temel kalıcı bir bilgi haline geliyor. Böyle algılanırsa sahipleri göçüp gittiklerinde onlarla birlikte göçüp gitmek zorunda kalmıyor. Anadolu’nun kültürel mirası sadece tek bir dil üzerinden aktarılabilecek bir homojenlik içermez. Bunun herkeste bilinç ve bilgi haline gelmesi lazım ki bütün o miras gelecek nesillere daha sağlıklı aktarılsın…

-“İyi bak kendine” şarkısı en sevilen şarkılarınızdan biri. Şarkı yazarken size ilham veren nedir?

-S.K: Çok net bir cevabı yok ama yaşamla doğrudan bağlantısı olan şeyler. İç savaşlarınız çekişmeleriniz aslında. Çok tarif edilebilen bir durum değil…

-Mahalli sanatçıların kültürün ve müziklerin yaşatılmasındaki özverilerini unutmamak gerekir. Sizin mahalli sanatçılarla ilgili bir çalışmanız yada dirsek temasınız oldu mu?

-S.K: Geçmişte seyyar satıcılar vardı. Halk ozanları ve o yörenin insanlarının kaydettiği kaset arşivlerini bulmak mümkündü. Son süreçte açıkçası ben böyle bir alışveriş ilişkisinin zemininin kalmadığını gözlemledim. Bir halk ozanının kalkıp eskiden İstanbul’a gelip Unkapanı’nda firmalarla görüşüp, kendi hafızasındaki her şeyi açığa çıkarma, paylaşabilme imkanı varken bugün yok. Bu anlamda da ciddi bir sorun olduğu kanısınayım.

-M.K: 20 senedir yaptığımız şey kaydetmek. Bu diğer işlerimizin önünde… Biz bunları daha hızlı bir şekilde değerlendiremediğimiz için şikayetçiyiz. Yoksa yaptığımız kayıtlar çok değerli.

Biz de bizden öncekileri biz sayarsak, kendimiz sayarsak onların kültürel mirası bizim olacak. Çünkü tek bir millet yok. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Şahmeran da böyle bir hikaye. Döner dolaşır en son başladığı yerde biter.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz