GUAZE GAZETESİ
Mart – Nisan 1911
Hicret mi? Hezimet mi?*
Şam’dan mektup ile bildirdiklerine göre: “Kafkasya’nın Terek eyaletinden, Kabardey Zanikua Pako adındaki kimse bu sene Hicaz’dan dönerken Şam’a uğrayarak Şam valisiyle buluşmuş. Çerkezistan’dan 2000 hane Osmanlı ülkesine hicret etmek üzere vadiden boş arazi istemiş. Kerek’te, Yahuran’da (Halep) istediği kadar arazinin kendisine verileceği vaadini aldıktan sonra gitmiş.”
Gerçekte bu bir haberdir. Fakat bizce öyle bir haber ki yeterli kanaati veriyor. Aslında inanıyoruz. Bazı sebepler ve örnekler karşısında yalanlama ve yalan çıkma ihtimali de yoktur.
‘Bu buluşmayı Pako mu yoksa Vali mi arzu etti?’ noktasını araştıracak değiliz. Yalnız araştırmaya lüzum gördüğümüz nokta, zahiren hicrete benzeyen hakikatte hezimetten başka bir şey olmayan bu hareket ve ricatları doğru mu değil mi cihetidir.
Hiş şüphe ve tereddüte gerek yoktur ki bu hareket doğru değildir. Çünkü bir ferdin veya topluluğun bir yerden başka bir yere gitmesi için terk edeceği mahallin sağlık, emniyet, asayiş, gibi nedenlerle kendisine iyi gelmeyecek, kötü denecek bir halde olması; gideceği yerin ise terk ettiği yerdeki durumun aksini göstermesi gerekir ki yapılacak göçün nedeni anlaşılsın.. Esasen hicret dedikleri bu hareket doğru ve iyi bir siyasetle olmadığı gibi, ikamet ettikleri arazinin sert iklim, taşkın derecede nüfus artışı gibi sebeplerle de ilgili değildir. Bunu böyle bilmek için; verimli araziyle, geniş orman ve dağlarıyla, güzel iklimiyle, insana hayat veren hava ve suyuyla, zengin ve bereketli ürünleri ve ticareti ile insanları mutlu yaşatan ve mutlu olarak yaşanılacak yer olan efsaneler diyarı Kafkasya’yı tanımak yeterlidir.
Çerkeslerin tunç devrinden beri 6000 seneyi aşan zaman içinde burada yaşadıklarına dair kanıtlar sabit olmuştur. Kafkasya’nın bu güzel ikliminde yaşayan Çerkeslerin hayatları kadar huzurlu ve mutlu yaşayan dünyada başka bir kavim yoktur. Çerkesler Kafkasya’da fakir değil idiler. Çerkeslik orada kural ve sınırı olmayan bir hürriyet içinde yaşanmıştır.
Çerkeslerin Kafkasya’daki yaşamı, sade ve özgür yaşam biçiminin en güzel örneğini vermekteydi. Öyle bir yaşam biçimleri vardı ki en ileri diyebileceğimiz milletlerin bütününün yaşam tarzları Çerkeslerinki kadar güzel ve mutlu olmazdı. Belirttiğim bu yaşam tarzlarıyla onlara “Dağ Centilmenleri” adını koyan İngiliz araştırmacıları kadar içlerinde ve yakından görmeli ki Kafkasya’daki hayatın özü anlaşılabilsin. Dünyada o günkü hayat ve medeniyet Çerkeslerde görülen yaşam tarzı derecesinde ilerleyemedi. Hayat ve Medeniyetin o seviyeye gelebilmesi için Çerkezistan’da gözüken yaşam tarzına uyması gerekliliğini vurgulayabiliriz.
Bu sözlerimle şunu demek istiyorum ki Çerkeslerin hicret iptilasıyla terk eyledikleri yer ve memleket kötü bir yurt olmak şöyle dursun, eşini ve benzerini bulmak zor olan bir yurttur. Çerkesler gerçek şu ki Müslümandırlar. Fakat Osmanlı memleketinin dışındaki unsurlar arasında Müslüman olan yalnız bunlar değildir. Birçok Müslüman grupları arasında en fazla Osmanlı toprağına sevgi bağları ile meyledenler ve bağlı olanlar Çerkeslerdir. Osmanlılar Osmanlı olalı ne Afganistan’dan, ne Türkistan’dan, ne Hint, ne Çin’den grup halinde muhacir gelmiştir. Çerkeslerin ise o dünya cennetini bırakıp da Osmanlıya fert, aile ve toplum olarak gelmelerinin 49 seneden beri arkası halen kesilmemiştir. Bunun sebebi nedir? Hicrete yönelik fikir ve düşünceyi bunların zihinlerine ilk defa hangi taraftan ve ne yoldan empoze etmişlerdir? İnceleyecek olursak Ferruh Ali Paşa’nın Çerkezistan’a gitmesinin içinde her şey gözüküyor.
Hezimetin gerçek başlangıç sebebi odur. Demek isterim ki hicret dedikleri hareketin makul olabilmesi için ikinci seçilen vatanın birincisine nispetle daha iyi, daha huzurlu ve daha sakin olması lazım gelir. Halbuki Anadolu sahilinde fakirliğin, ihtiyacın, sefaletin, bir çok felaketin kendilerini karşıladığında geleceklerinin ne olacağının ciddiyetini anlamamışlardı. Nitekim bu sefalet ve fakirlik Çerkeslerin peşini hiçbir zaman ve şekilde bırakmadı. Osmanlı Hükümeti’nin Çerkeslerin göçünden bir çok fayda sağlayacağını hesap etmesi gerçekti. Çünkü üç milyon nüfuslu savaşçı bir milleti tek bir kitle olarak kolayca iltihak ediyorsa herhangi bir devlet için ne büyük bir menfaat sağlayacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. Hele de kitle halinde gelen bu insan grubu aynı dini ve aynı mezhebi paylaşıyorsa. Fakat devlet kendisine büyük faydalar sağlayan bu millete karşı ve onlardan sağladığı faydalara karşı göç eden bu halkın şeref ve onurlarıyla yaşamaları için az da olsa gerekli bir takım tedbirler almayı düşünmeliydi. Ancak Osmanlı hükümeti 49 seneden beri böyle bir düşünceyi asla taşımadı. Bir müthiş hezimet, yok olmaya yönelik bir düşüş ile dünyanın en mutlu ve güzel toprağını bırakıp güneye doğru yürüdüler. Öyle bir yürüyüş, öyle bir miktar ki hayret etmemek mümkün değil.
Rusya’nın muhacir kavmi için resmi olarak düzenlediği tutanaklarda 1280 göçünde yalnız Kuban Eyaletindeki Şapsığların 258.000, Abzehlerin 250.000 nüfusunun Osmanlıya göç ettiği kaydedilmektedir. Şüphesiz ki birçokları da bu tespitin dışında kalmıştır. Biz bu iki kabilenin dışında Osmanlıya göç eden Abaza, Bjeduğ, Hatukoy, Besleney, Kabardey, Kemguy. Nathuvaç, Wıbıh muhacirlerini de ilave edelim. Artık çıkan sonucu siz tahmin ediniz. Yıl 1280. 1280 Hicri senesinin sonuna kadar göç eden insanların toplam 1 milyon 750 bin olduğunu son inceleme gösteriyor. Kafkasya’da Gürcü, Ermeni, Çeçen, Asetin gibi muhtelif halklar arasında o zaman nüfusu üç milyon olan yalnız Çerkeslerdi. Güneyden yapılan bu propagandanın doğurduğu hezimet Çerkeslerde olan nüfus çoğunluğunu kaybetmelerine neden olmuştur.
Erbabının takdir ve teslim edeceği öyle bir telef olmaktır ki kaybettikleri hukuki menfaatlerinin en değersizi bile bu olarak gösterilebilir. Bu zayiata mukabil bari büyük menfaatler sağlayan Osmanlı Devleti daha baştan bu muhacirleri düşünerek onların şeref ve şahsiyetlerine uygun olarak yaşayabilecekleri bir veya birkaç yerleşme mahalli gösterseydi. Çünkü bu lüzumlu idi. Ancak hükümet bunu da yapmadı. O zaman Osmanlı Hükümeti’nin kendilerini yalnız bırakacağını ve düşünmeyeceğini hesaplayamayan Çerkeslerimiz için bu durum tam bir ceza ve işkence teşkil etmiştir. Yorgun argın rast geldikleri mahallelerde düşüp kalmaya mecbur oldular. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin her tarafında perişan bir halde serildiler. Tesadüfe bakınız ki hiçbir Çerkes köyü mizaçlarına uygun olacak şekilde ve yerde kurulmamıştır. İskanın, yerleştirmenin bu türlüsü insanlığın mahvı ve yok edilişini içeriyordu. 1 milyon 750 bin nüfusun çoğalması tabiat kanunu gereği iken bunu Çerkesler için yapmadı. Aksine bu büyük kitle üreyerek çoğalabilme hakkına sahip iken azalarak yok olmaya ve tükenmeye başladı. 49 sene gibi bir zamanda göç eden o büyük kitle 1 milyonun altına düşmüştür. Olay bir hezimettir. Bir halkın mutlu yaşamına son vermek ve o halka hakaret etme anlamında da değerlendirilebilir. Ancak biz bunu böyle kabul etmek istemiyoruz. Fakat hicret olayı, değerlendirdiğimiz tarzda olmuştur. Bu hadisenin sorumlularını aramanın da bir faydası kalmamıştır. Yalnız şurası sabit bir nokta gibi kaldı. Medeni insanlar nazarında en kıymetli şey hayattır. Bu gerçek tabi ve kanıtlanmış bir doğrudur.
Çerkeslerin güneye doğru hicretlerini teşvik ve kolaylaştırma politikası Müslüman olan bu halkın yok olmasına yönelik bir hareket tarzı olmuştur ve olmaktadır. Bunun böyle olduğu, Çerkeslerin göç ettikleri kuzeydeki durumlarıyla, geldikleri güneydeki durumlarının karşılaştırılmasından açıkça anlaşılmaktadır. Ne acınacak bir haldeyiz ki vahşiliğinden korkulan yabani hayvanların üremelerinin sağlandığı ve şartlarının temin edildiği dünyada Çerkesler için üreyip çoğalma imkanı ortadan kaldırıldığı gibi yok olmaları için de gerekli zemin ve şartlar hazırlanmıştır. Bu düşüncelerimizden maksadımız Çerkeslerin Halifelik makamına ve Osmanlı Hükümeti’ne olan bağlılıklarını kırmak veya zayıflatmak değildir. Onların nesillerini nasıl koruyacaklarını temin ve düşünmektir. O bağ o kadar kuvvetli bir bağdır ki hiçbir şekilde kırılmaz ve kırılamaz.
Günümüz Türkçesi: Rahmi Tuna
*Guaze Gazetesi
Mart-Nisan 1911 / Sayfa: 2