Çerkes halkları, tarihte pek çok defa sürgün ve soykırıma maruz kalmış ama tüm saldırılara rağmen kendi varlıklarını koruma azmini nesilden nesile aktarmışlardır. Bu tanıdık senaryolara yabancı olmayan Çerkes halkları bir kez daha aynı insanlık suçunun mağdurları olmuş, bu kez de 23 Şubat 1944’te 500 bini aşkın Çeçen-İnguş, anayurtlarından zorla koparılmıştır. Stalinist rejimin iki yıl boyunca dünya kamuoyundan gizlemeyi başardığı bu dehşet verici sürgün operasyonunda topyekün Vaynakh halkı, yük trenlerine bindirilerek binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan uzaklaştırıldı. Vaynakhların (Çeçen-İnguşların) yüzde 20’si henüz sürgün yollarında iken açlık ve soğuk yüzünden hayatını kaybetti. Toplam nüfuslarının yüzde 65’ini 13 yıl süren bu trajik ayrılıkta yitiren Vaynakhlar, 13 yıl sonra yurtlarına döndüklerinde bu sefer de topraklarına yerleştirilen başka halklarla ciddi sorunlar yaşadılar.
23 Şubat 1944 Çeçen-İnguş Sürgün ve Soykırımı, 69. yılında çeşitli etkinliklerle anıldı. Etkinliklerden ilki, 22 Şubat’ta DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) Şişli İlçe Örgütü’nde gerçekleşti. “69. Yılında Çeçen Soykırımı ve Rusya’nın Kafkasya Politikaları” başlıklı toplantıda Jıneps Gazetesi’nden A. Kadir Polat, Çerkes Hakları İnisiyatifi’nden Murat Özden ve DSİP MK üyesi Volkan Akyıldırım konuştu.
Volkan Akyıldırım konuşmasında, Ekim Devrimi ve sonrasındaki Sovyetler Birliği tarihi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve değişen, farklılaşan politik ve ideolojik koşullar içinde Stalin ve Stalinizm olarak da tarif bulan siyasal yaklaşımın anti-demokratik uygulamaları, insan hakları ihlalleri, suç dosyaları ve özelde Çeçen halkına yönelik yapılan hak ihlallleri ve insanlık suçlarına ilişkin tespitlerini anlattı. Sovyetler Birliği’nin zamanla bir halklar hapishanesine ve adım adım sistemin bir polis devletine nasıl dönüştürüldüğünü çeşitli örnekleriyle anlatan Akyıldırım, Kafkasya’daki çeşitli halkların hangi suni gerekçelerle potansiyel düşman ilan edildiklerini ve Çeçen halkına yönelik işlenen suçların aslında insanlığa karşı da işlendiğini ifade etti.
Murat Özden, 1944’te Kuzey Kafkasya’da yapılan sürgünlerin aslında Rus Çarlık politikalarının bir nevi devamı olduğunu, Kafkasya-Rusya-Çerkes Diasporası bağlamında Çerkeslerin varlıklarını koruyup yaşatabilmelerinin kendilerini aktif siyasette daha yüksek sesle ifade etmekten geçtiğini, 1944’teki Çeçen sürgün ve soykırımının 21 Mayıs’la özdeşleşen 1864’teki Büyük Çerkes Sürgün ve Soykırımı’nın bir devamı, aynı mantık ve yaklaşımla yapılmış bir büyük trajedi olduğunu, bütün Çerkeslerin konu özelinde duyarlı olmaları gerektiğini, Türkiye ve Rusya Federasyonu (RF) arasındaki ikili anlaşmaların belki de Rusya yönetimini cesaretlendirdiğini, bunun sonucu olarak Rusya devlet aygıtının kimi Çerkeslere yönelik tehditlere varan skandallara imza attığını ifade ett.
Jıneps Yayın Kurulu üyesi A. Kadir Polat ise bir Çeçen olarak, 23 Şubat 1944’teki soykırım ve sürgünden mağdur bir çok Çeçenin hala hayatta olduğunu, anılarının çok taze ve acılarının çok büyük olduğunu, bu yetmezmiş gibi RF’nin 1990 sonrası, Çeçenya’da yeniden bir soykırım yaptığını söyledi. Bir halkın topyekün halk düşmanı ilan edilmesi akıl sınırlarını aşan bir zalimlikten öte bir şey olmadığını ifade eden Polat, “Soruna istatiki-mekanik bir yaklaşımla bakan reel yaklaşımlar bunun bir soykırım olduğu gerçeğini örtemez ve soykırım, hiç bahanesiz, insanlık suçudur” dedi ve özellikle Haybah adlı dağ köyünde 27 Şubat 1944’te yapılan ve Haybah Katliamı olarak bilinen katliama değindi. Katliamı özetle anlatan Polat, “Hasta ve yaşlılar ve onlara refakat etmek için kalan genç kızlar ve ayrıca çocuklar bir ahıra doldurulur. Ahırın etrafına önceden yığdıkları kuru otları tutuşturur askerler. İnsanlar, kulakları sağır edercesine yükselen çığlık ve yakarışlarla yanmaya ve dumandan boğulmaya başlarlar. Bir kısmı can havli ile ahırın kapısını kırarak çıksa da, öncesinden mevzi alan askerler çıkanları tarayıp öldürürler. Boşverelim tarih ve politika derslerini. Hiç kimse, her hangi bir barbarlığı sosyalizmin hata hanesine yazarak, sosyalizm olarak bildiği Stalinizmin suçlarını hafifletemeyecek. Stalinizm sosyalizmin mirasıyla beslenmiş, onu yiyip içip bitirmiş bir korku imparatorluğından başka birşey değildir. Bolşeviklerin kurduğu ve topyekün bir insanlığı heyecanlandıran rejimi yıkmak için kapitalist kuşatma ve saldırıya çok da gerek yoktu. Beria gibi insanlıktan nasibini almamış katillerin eline verilen güç, sosyalist kazanımları bozuk para gibi harcamaya yetip de artmıştır. Sosyalizmin ne olduğu konusunda ahkam kesecek değilim, ancak şu bilinmeli ki, sosyalizmin ne olmaması gerektiğini öğrenmek isteyenler Kuzey Kafkasya’ya, özelde ise lütfen Çeçen tarihine ve Çeçen halkının haline, kişisel ya da grupsal politik hırslarını bir yana bırakarak içtenlikle bir baksınlar yeter” dedi.
1944 Sürgünü için düzenlenen bir başka etkinlik de 23 Şubat’ta Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirildi. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Türkiye Fahri Konsolosu Medet Ünlü’nün de konuşmacı olarak katıldığı anma programı; Kafkasya Forumu, İKKD Genç ve Apsuvara grubu tarafından düzenlendi. Etkinlikte, sinevizyon gösterimi eşliğinde toplantının moderatörlüğünü yapan Kafkasya Forumu Aktivisti Kuban Kural, 23 Şubat Çeçen-İnguş Halkları Sürgünü ile ilgili bilgi verdi. Ardından yapılan söyleşide söz alan Medet Ünlü, ağırlıkla Çeçenya’da yaşanan son savaş ve paralelinde savaş ortamından kaçarak Türkiyeye sığınan mültecilerin durumuna değindi.
Sosyal Psikoloji uzmanı ve Sınır Tanımayan Doktorlar Aktivisti Öznur Açiçbe, Çeçen mülteci kamplarında yaptıkları saha çalışmalarını anlattı. Savaş ortamlarında Türkiye’ye iltica eden çeşitli ülke vatandaşları ve mülteci durumundaki insanlarda gelişen sağlık sorunlarını anlattı. Katılımcılardan Çeçen sığınmacı Shamhan Mizaev ise 12 yıldır süren ve bir türlü çözüme kavuşturulmayan yasal sorunlarını, yaşamsal sıkıntılarını anlattı.
1944 Sürgünü Belçika, Çeçenya, Fransa, Finlandiya, Gürcistan, Ürdün, İnguşetya, Litvanya ve Norveç’te de çeşitli etkinliklerle anıldı.
Sayı : 2013 03