Bizler günlük yaşantımızı sürdürüyor ve Suriye konusunda günlük gazete ve akşam tv haberlerinden bilgi alırken, bir kısım insanımız gecesini-gündüzüne katmış Suriye Çerkesleri için emek harcıyor. Zorunluluktan işlerine vakit ayırıyorlar elbette ama kendilerini ne kadar o işe verdikleri kocaman bir soru işareti. Bu sorunda sadece emek değil katkıları, maddi katkıları da var.
Ve biliyor musunuz işini kaybedenler var, üniversite okuyan çocuğunun harçlığını denkleştiremeyenler var. Tam da denk düşecek bir deyimle aşını paylaşanlar var.
İsimlerini parlatmak derdinde olmayan, aksine neredeyse kendilerini gizleyen, cana can katmak için aslında hepimiz adına emek harcayan, asıl dertleri olan kimliği ile yaşamak adına uğraşıda ‘çorbada tuzumuz olsun’ mütevazılığındaki insanlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu köşe onlardan birinin bu ay. Sosyal medyadan çaldım yazdığını. Ne olur kulak verin.
Sizler varsınız ya!
1992 Temmuz ayında ben çektim bu fotoğrafı.
Bir savaş arifesinde, Abhazya’da. “Dünya Adıge-Abhaz Kültür Festivali” o yıl aslında Çerkesk şehrinde düzenlenecekti. Gürcistan’ın Abhazya’yı işgal hazırlıkları yaptığı haber alındığında ani bir kararla festivalin düzenleneceği yer değiştirildi. Sohum’da yapılmasına karar verildi. Amaç herhangi bir saldırı durumunda tüm Kuzey Kafkasyalıların top yekün karşı koyacağı mesajını vermekti. Olmadı, Gürcistan hükümeti almadı mesajı. Bu festivalin sonlanmasından tam dokuz gün sonra işgal edildi Abhazya.
Bahsetmek istediğim Abhazya savaşı değil aslında, KARDEŞLİK, DAYANIŞMA…
O yıllardaki adı ile Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nin halk dansları ekibi davet edilmişti festivale. Eski üyeleriyim ya, ben de takıldım yanlarına, konuk değilse de joker dansçı olarak. İlk ziyaret vatan topraklarına…
Şehir şehir gezdiriyorlar bizi Abhazya’da. Misafir ekipleri taşıyan otobüslerin oluşturduğu konvoyun önünde ve arkasında birer askeri kamyon. İçlerinde sadece birkaç hafta önce oluşturulmuş Abhazya’nın İlk silahlı milisleri. Malum işgal tehditi altındalar, bizleri korumak dertleri. Her molada kamyonların önünde düğün kuruyoruz, bizim derdimiz ise moral vermek onlara…
Yine bu anlardan birinde çekildi bu fotoğraf. Elinde keleş tutan Abaza gencine iyi bakın. Hiç alkış tutmadı, oralı dahi olmadı. Tüm arkadaşlarını kamyondan indirmeyi başardık ama onu yerinden bile oynatamadık. Bütün mola boyunca bu duruşunu bozmadı. Sanki yaklaşan kötü günlerin bütün kederi çökmüştü üzerine…
Bir sonraki molada, yanıma Abazaca bilen bir arkadaşımı alıp gittim yanına. Tanıştık, havadan sudan konuştuk önce. Sonra dayanamayıp sordum,“Eğer Gürcistan saldırırsa hazırlığınız var mı? Buradaki hazırlığınız, insan gücünüz yeterli mi onlarla başa çıkmaya? Abazaca bilen arkadaşıma çok kısa bir cevap verdi anadilinde… “SİZLER VARSINIZ YA!”
Yutkundum, cevap veremedim kendisine. Ne yalan söyleyeyim, o gün hiç aklıma yatmamıştı söylediği. Hiç inanmamıştım Anavatanın diğer cumhuriyetlerinden, diasporanın her köşesinden insanlarımızın yardıma, hatta cepheye koşacağına… O gün yaşadığım yanılgının gururunu taşırım hala yüreğimde…
Tam yirmi yıl sonra başka bir yaramız var, her geçen gün daha fazla kanayan. Suriye’de…
En çetin sınavlarından birini veriyor tüm Kafkasyalılar. Yirmi yıl öncesinden biraz farklı durum. İstanbul Mercan yokuşundaki askeri malzeme satan dükkanlardan askeri botlar, hücum yelekleri satın alıp uğurlamıyoruz bugün en yakın arkadaşlarımızı cepheye…
Bu defa, anlamsız bir savaşın tam ortasında kalmış, evini, sahip olduğu her şeyi kaybetmiş soydaşlarımızı karşılıyoruz sınır kapılarında, Mersin Limanında, İstanbul’daki havaalanlarında. Artık sınır kapılarına ulaşamıyorlar hepsi. Yaşadıkları bölgeden Beyrut’a ulaşmaları nispeten daha kolay bazıları için. Kolay dediğime bakmayın, eğer başarabilirlerse, tehlikelerle dolu, uykusuz, aç, sefil ulaşıyorlar Beyrut’a. Eğer pasaport almayı başarabilmişlerse tabii ki… Ve ortalama 72 saatlik bir yolculukla, gündüzleri saklanıp geceleri farlarını yakmayan araçlarla seyahat ederek, değişik grupların kurduğu birçok kontrol noktasından geçebilirlerse ulaşıyorlar Beyrut’a…
Elde yok avuçta yok… Bizlere ulaşıyorlar bir şekilde. Beyrut-Mersin arasındaki gemi, Beyrut-İstanbul arasında ki uçak biletlerini karşılamamızı istiyorlar bizlerden. Suriye’de pasaport almak için gerekli parayı denkleştirmek yeterince zor. Ama gemi, uçak bileti alacak döviz bulmaları imkansız günümüzde. Bir kişinin gemi ile getirilmesi 180 Dolar, aynı gün veya birkaç gün içinde uçakla getirmek için gereken para 240 Dolar civarında.
Bu mücadelenin Türkiye ayağında çaba sarfeden iki grup var hali hazırda. KAFFED ve DÇDK. Her ikisi de elinden geleni yapıyor bana sorarsanız. Ama saklımız yok kimseden. Her ikisi de sıkışmış, her ikisi de zor durumda. Yapılan yardımlar her geçen gün azalırken, yardıma ihtiyaç duyan insanlarımızın sayısı katlanarak artmakta.
Bugün Suriyeli soydaşlarımız, yıllar önce bu fotoğraftaki Abaza askerin bana söylediği şeyi söylüyor hepimize… “SİZLER VARSINIZ YA!”
Kafkasyalılar, ihtiyaç var
Yirmi yıl önce Abhazya savaşında sergilenen duruşa, Abhaz, Adıge, Çeçen, Asetin demeden yekvücut olamaya ihtiyaç var. O günlerde sahip olduğumuz ruhu diriltmeye ihtiyaç var. Uzunyaylalı her bir çiftçimizin o günlerde olduğu gibi, yıllık mahsülünden 50 teneke, 100 teneke buğdayını bağışlamasına ihtiyaç var. İşadamlarımızın, hali vakti yerinde olanlarımızın, o günlerde yaptıkları gibi, göstermelik değil candan verircesine, yardımlarda bulunmalarına ihtiyaç var.
Maddi yardıma ihtiyaç var. Az çok demeden, ama elimizden gelenin en fazlası ile katkıda bulunmaya ihtiyaç var. Aylık gelirimizin bir kısmını kardeşlerimize yardım için ayırmamıza ihtiyaç var.
Kardeşlerimizi yerleştirebileceğimiz boş evlere, yazlıklara ihtiyaç var. Bölgelerde yapılan çalışmalar sonrası tespit edilen evler bazen aynı gün doluyor. Her gün yeni evler bulunmaya çalışılırken, eve ihtiyaç duyan soydaşlarımızın sayısı çok daha hızlı artıyor. Sizin bir köy eviniz yoksa bile evi olan bir yakınınız olabilir. Bu ihtimaller üzerinde kafa yormaya ihtiyaç var.
Ama en çok farkında olmaya ve en yakın çevremizden başlayarak farkındalığı arttırmak için çalışmaya ihtiyaç var. En çok kendimizi, çoluk çocuk, kış ortasında ve savaşın göbeğinde kalmış bir Suriyeli Çerkes ailenin yerine koymamıza ihtiyaç var. O ailedeki anne veya baba bizler, ailenin çocukları bizlerin çocukları olabilirdi. Fark yok aslında, çünkü öz kardeşlerimiz onlar…
Atlheskir Janberd Dinçer
Şubat’13
Sayı: 2013 03