Gezi Parkı, üçüncü boğaz köprüsü ve Çerkes kurumları

0
1045

Jıneps Gazetesi Yayın Kurulu, Çerkes sivil toplum kuruluşlarına (STK) Türkiye’de yaşanan son gelişmelerle ilgili olarak aşağıdaki üç soruyu yöneltti.

Bir Çerkes STK’sı olarak son gelişen olaylar karşısında;

1- Taksim Gezi Parkı’nda “Topçu kışlası” yapımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

2- Üçüncü Boğaziçi köprüsüne verilmesi düşünülen “Yavuz Sultan Selim” adı hakkındaki düşünceleriniz nedir?

3- Halkın Gezi Parkı tepkisine karşı hükümetin tutumu hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Saygılarımızla,

Jıneps Yayın Kurulu

Sorunun iletildiği kurumlar:

Kaf-Fed, Kafkas Vakfı, Çerkes-Fed, Şamil Vakfı, Abahaz-Fed, Kafkasevi, Kafkasya Forumu, Çerkes Hakları İnisiyatifi, Çerkesya Yurtseverleri, Ankara Çerkes derneği, İstanbul Çerkes Derneği, Adıge Dil Derneği, Demokratik Çerkes Platformu, Kafkasyalı Yazarlar Birliği, Demokratik Çerkes Hareketi

Gazetemiz yayına girinceye kadar gelen yanıtları okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz. Diğer kurumlardan cevap gelirse Ağustos sayımızda yayınlayacağız.


Çerkes Dernekleri Federasyonu

Çerkes sorunu; ülkesi kendisinden yüzlerce güçlü komşu ülke tarafından işgal edilmiş, aktif nüfusun üçte biri şehid edilmiş, geri kalanı dünyaya darmadağın edilmiş bir milletin sorunu olmaktan öte uluslararası bir sorundur. Ancak birinci derecede Çerkes halkının sorunudur.

İkinci olarak diasporada ve anavatanda hızlı ve can yakıcı bir asimilasyon sürecinden geçmekte ve yokoluşa gitmekte olan Çerkes halkının dili ve kültürü yine yalnız Çerkeslerin değil insanlığın sorunudur. Ancak yine birinci derecede Çerkes halkının sorunudur. Çerkesler maalesef başka şeylerle uğraşmaktan kendi sorunlarıyla uğraşmaya vakit bulamadılar. Hatta Çerkeslerin önemli bir kısmı Çerkes sorununun varlığını bilmiyor veya kabul etmiyor. Kendisi muhtaç bir dede kaldı ki gayrıya himmet ede…

Biz kendi meselemizle ilgilenmeye çalışıyoruz. Böylece sorduğunuz sorulara da cevap verdiğimiz kanaatindeyiz.

Dr. Nusret Baş

Çerkes Dernekleri Federasyonu YK Başkanı


Kafkasevi

Görüşümüz, yaptığınız bu soruşturmanın Çerkeslere bir faydası olmadığı yönünde. Topçu kışlası, Gezi parkı, Boğaz köprüsü Türkiye’nin genel ve aktüel sorunlarıdır. Çerkeslerle veya Çerkeslikle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Cevabımızın Çerkesler için bir değeri olacağını düşünmediğimizden talebinizi maalesef karşılayamıyoruz.

Erol Karayel

Kafkasevi Genel Sekreteri


Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti (Çer-Kad)

1. ve 2. sorular hakkında hiçbir şey düşünme gereği duymadık.

Zira ikisi de Adige olarak sorunlarımıza ışık tutacak konular değil. Yaşadığımız ülkede, huzur olsun; inatlaşma, çatışma olmasın; karşıt görüşte olanlar hangisinde uzlaşırlarsa, öyle olsun.

Biz de demokratikleşme adımları kapsamında, Yeni Anayasa’da istediğimiz taleplerimize, kavgaya-gürültüye karışmadan, nasıl ulaşacağımıza odaklanalım.

3. soruya gelince, Gezi parkı tepkisi, başlangıçta, bir “Doğayı Kuruma” tepkisi olarak başladı ise de, gelişmeler, yıllar önce iş başına gelen AK Partiye, en başından beri fanatik karşıt olan, her yapılanı eleştiren ve ülke zararına da olsa mutlak başarısız olmasını isteyenlerin, kin ve nefretlerini kustuğu bir tepki olarak gelişti. Ayrıca, hem ülke çapında ve hem de ülke dışında bu kadar çabuk yayılması ve adeta Suriye’dekine benzer bir iç savaşa dönüşmesi de, Türkiye’de istikrar istemeyen dış güçlerin de ciddi provokasyonu olduğunu düşündürüyor.

Hükümet olmak kolay olmasa gerek; yani, herkesi memnun etmek ya da korkmuş gibi plan ve projelerinden dönmek arasındaki dengeyi tutturmak zor olmalı. Diğer devlet yetkilileri gibi Başbakanın da daha ılımlı, gönül alıcı ve ortamı yatıştırıcı bir üslupta davranması daha uygun olurdu. Ama, çevresinde, kendisini bugünlere getiren bir çok danışman ile orta bir yol bulunacağını düşünüyor, bu konuda da bizlerin bir yorum ve talepte bulunmasını gereksiz görüyoruz.

Evet, olay bir “Doğayı Kuruma” tepkisi olarak  başladı ama, hem tepki koyanların, hem emniyet güçlerinin ve hem de sivil halkın ciddi mağduriyetine, hatta can kayıplarına neden oldu. Son günlerde ise işin içine karşılıklı “terbiyesizlik yarışı” da girdi. Böyle bir ortamda, “demokratik taleplerde bulunmak” ya da “bulunanlara destek olmak” adına taraf olmak, beklenmedik anda, hiç de istemediğimiz ve saygın olmayan bir ortamda kendimizi bulmamıza neden olabilir. Bu nedenle, bu Gezi olayında hiçbir şekilde ortada görünmeyi, taraf olmayı ve yorum yapmayı uygun bulmuyoruz.  

Ayrıca, Gezi olayı toplumsal bir hareket ve orada herkes halk olarak bulunuyor görünüyor. Partiler bile kimliklerini öne sürmüyor. Toplumumuzda, eyleme destek verenler var ise, kişisel olarak katılmalı, kurumsal kimlikler hiçbir şekilde yer almamalı ve yorumda bulunmamalı.

Bir diğer önemli konu da, toplumumuzda birçok kişi bu eylemi farklı yorumlayabilir. Destekleyenler ve desteklemeyenlerin, düşüncelerini, kendilerini ön plana çıkararak ya da kurumlarının adı altında  belirtmeleri, Çerkes toplumu  arasında yeni bir ayrılığa ve bunun da, (marifetmiş gibi), cihana ilanına neden olacaktır. “Her kafadan bir sesin çıktığı Çerkesler” damgasını bir kez daha almamak için de, etnik ve kurumsal kimliklerle ortaya çıkmamak daha uygun olacaktır.

Geçmiş zamanlara bakarsak, son zamanlarda, Adigeler olarak, taleplerimizi, kurumlarımız ya da kurum dışı oluşumlarımız aracılığı ile, gerek iktidar ve gerekse muhalefetteki partilere iletebilir, her birinin şöyle ya da böyle ilgisini görür duruma geldik. Gezi olayında taraf olarak, kendimizi olumsuz bir duruma sokma riskini almamamız gerektiğini düşünüyoruz.

Bu yanıt Yönetim Kurulu’ndaki 5 üyenin ortak düşünceleri olarak hazırlanmıştır.

İnşallah olaylar, toplumumuz ve tüm ülke için, en kısa zamanda ve en hayırlı şekilde sonlanır.

Çer-Kad Yönetim Kurulu


Abhaz Dernekleri Federasyonu (Abhaz-Fed)

1. Taksim Gezi Parkı’nda yapılması düşünülen “Topçu Kışlası” için hükümetin gerekçesi bana pek inandırıcı gelmiyor. Bir kere, İstanbul’un seçilmiş yerel yöneticilerini by-pass ederek keyfiliğini, bu kadar çok İstanbul üzerine yoğunlaştıran Sayın Başbakanı anlamakta güçlük çekiyorum. Bu durum İstanbul’un tarihi değerlerine sahip çıkmakla izah edilemez. Eğer böyle bir saikle hareket ediliyorsa “Kentsel Dönüşümle” İstanbul’un tarihi, mimari dokusu betonlaşmaya kurban edilmezdi.

Öte yandan Metro inşaatı kazılarında ortaya çıkarılan ve İstanbul’un arkeolojik tarihi için önemli olan bulgulara “Çanak-Çömlek” diyebilen Sayın Başbakanın tarihi referans göstermesi ironik bir durumdur.

“Dertleri ağaç olsa ben de onlara katılırdım” diyenler Dünya Çevre Gününü kutlarken SİT alanlarının, topyekûn doğanın talanına izin verecek, Tabiatı ve Bio Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı TBMM’de görüşülmek üzere gündeme getirme teşebbüsünde bulunmazlardı. Kısacası Gezi parkındaki 3-5 ağaç değil onbinlerce ağacı kesmek için yasal altyapı hazırlanmaya çalışılıyor.

2. Sayın Başbakan Cumhuriyet tarihi boyunca dile getirilemeyen tabu niteliğindeki sorunları çözmek için neşter vurulurken gösterdiği siyasi cesareti ile demokrasiye inananların övgüsünü alırken, milyonlarca Alevi yurttaşımızın algısında vahşet figürü olan bir padişahın ismini 3.Boğaz Köprüsüne vermesi de anlaşılması zor bir tutumdur.

3. Halkın Gezi Parkı tepkisi 3-5 ağacın kesilmesi olayı değildir. “Ben yapıyorsam doğrusunu yapıyorum. Sizinle ilgili her şeye ben karar veririm” anlayışına olan tepkidir. Hükümet ise bu tepkiyi kendisine karşı organize güçlerce düzenlenmiş bir kışkırtma, kaos ortamı yaratma girişimi olarak algılayıp orantısız polis gücü ile bastırmaya kalktı.

Oysa, ülke düzeyinde sosyal medya aracılığı ile yayılan tepkiler, yaşamına müdahale istemeyen özgürlükçü, çevreci taleplerini dile getirenlere “provokatör-çapulcu” gibi yakıştırmaları özgün bir tepkisellik gösteren genç insanlar hiç hak etmiyor.

Abhaz Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı

Feridun Aksoy


Kafkasyalı Yazarlar Birliği Derneği

Jıneps gazetesi Yayın Kurulu’na teşekkür ederek soruları yanıltmaya geçmeden önce bir değerlendirmeyi düzeltmek isteriz: Kafkasyalı Yazarlar Birliği sadece bir Çerkes STK’sı değildir. Tüm Kafkasyalı yazarlara açıktır. Çok fazla olmasa da Gürcü ve Laz üyelerimiz de vardır.

Sorularınıza gelince:

1- Biz, aslında sorunun bu şekilde ele alınmasına karşıyız. Sorun, sadece Taksim Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası” yapılıp yapılmaması sorunu değildir. Hükümet bu kararıyla çok doğru ve gerekli bir iş yapmış da olsa ortada yine bir sorun vardır. Çünkü burada sorun, hükümetin aldığı kararın içeriğinden çok, bu kararı alış biçimidir. Bu, tepeden inmeci ve halkı dışlayıcı bir yöntemdir ve sadece “Gezi Parkı” ile sınırlı değildir. Hükümetin, sosyal yaşama müdahale anlamı içeren bütün kararlarında aynı tepeden inmeci yöntem hakimdir.

Dünyaca çok önemli bir kentin kalbi sayılacak bir meydanda ya da parkta bir değişikliğe gidiliyorsa öncelikli olarak bu değişiklik orada yaşayan halka sorulmalıdır. Demokrasi, iktidarın anladığı gibi sadece ‘Sandıksal’ değildir; ‘Katılımcı’, ‘Yerinden Yönetim’, ‘Halkla Birlikte Yönetim’ dediğimiz kavramları da içeren bir sistemdir.

Bunları kısaca belirttikten sonra Topçu Kışlası ile ilgili düşüncelerimize gelirsek:

Evet, biz de Taksim’deki Gezi Parkı’nın ortasına bu kışlanın yapılmasına karşıyız. İstanbul’un tarihsel geçmişi içerisinde hiç de önemli bir yeri olmayan, kendiliğinden yıkılıp giden, hatta elde doğru dürüst bir mimari örneği bile olmayan askeri bir kışlanın 15 milyonluk kentin göbeğine yeniden getirilip oturtulma düşüncesini de anlayabilmiş değiliz.

2- Buradaki problem de birinci sorudakinden farklı değildir; ikisinde de “ben yaptım oldu” mantığı egemendir.

Yavuz Sultan Selim’in toplumdaki tarihi algısı, doğru ya da yanlış, Alevi katliamını çağrıştırmaktadır. En azından toplumun önemli bir kesimi için böyledir. Hal böyleyken, bu köprüye Yavuz Sultan Selim ismini vermek en azından o insanların duygularını incitmekten öte bir şey değildir. Kuşkusuz, bunu demekle, bu isim Alevi toplumunu rahatsız etmek, onlara en azından dışlanmışlık duygusu yaratmak için özellikle seçilmiştir demiyoruz. Sadece, iktidarın her şeyi kendi bakış açısıyla gördüğünü ve onun dışında başka bir düşünüş ve algı biçimi olabileceğini aklına bile getirmediğini ve her şeyi yine ‘Sandıksal Demokrasi’ye indirgediğini söylemek istiyoruz.

Kaldı ki Yavuz Sultan Selim, sekiz yıllık padişahlığı döneminde İstanbul’a hiçbir katkısı olmamış, kısa saltanat yıllarını Doğu seferleri ile geçirmiştir. Türkiye’nin en Batılı kentindeki bir köprüye böyle birinin ismini vermek ayrı bir garabet örneğidir. Ayrıca başta Mimar Sinan olmak üzere birçok değerli isim ve biliminsanı dururken ille de padişah isimlerinde diretmek de pek akıl karı değildir.

3- Bu tip gösteriler, bir ülkedeki demokratik kurumların işleyip işlemediğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Çünkü bu gösteriler ve iktidarların bu gösterilere karşı takındığı tavır demokrasilerin bir çeşit turnusol kağıdıdır. Demokratik kurumların tam oturmadığı ülkelerde basit bir sokak gösterisi bile bir iktidarın bütün demokratik söylemlerini ve imajını bir anda yerle bir edebilir.

Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm iktidarların her türlü protesto, gösteri ve yürüyüşlere karşı bakışı hep sorunlu olmuştur. İktidarlar, hak arama özgürlüğünün en hareketlisi ve sıcakkanlısı olan gösteri ve protestolardan oldum olası hep çekinmiş, öte yandan bu tür gösteriler de hem iktidardan hem de diğer yönlerden gelen provokasyonlara genellikle açık olmuştur.

Ama Gezi Parkı Direnişi bu yönüyle de bir ilktir. İlk defa bir gösteri ve protesto hareketi, iktidarın bütün aksi yönde çabalarına ve kışkırtmasına karşın Batıdaki benzerlerinden bile daha demokratik geçmiş ve göstericiler büyük ölçüde soğukkanlılıklarını korumasını bilmişlerdir.

Sadece çevreci bir duyarlılıkla Gezi Parkı’nda bulunan bir grup insana, polisin yaptığı zorbalığı görenler sosyal medyada kendiliğinden örgütlenerek yardıma koşmuş, herkesin iktidarla ve otoriter sistemle bir hesabı olduğu için daha sonra olay çığ gibi büyümüştür.

Bu olay aslında görsel ve yazılı medyada da defalarca belirtildiği gibi, ilk önce o şekilde başlamasına karşın, sadece çevreci bir tepki değildir. Bu tepkinin alta yatan nedeni, aynı zamanda biraz da birinci ve ikinci soruya verdiğimiz yanıtta da gizli olduğu üzere, iktidarın ya da daha somut şekliyle başbakanın, Yavuz Sultan Selim benzeri yönetim anlayışına karşı yapılan demokratik bir tepkidir. Yani “ben de varım, bana da sor” başkaldırısıdır. Bu yönüyle de çok anlamlıdır.

Burada ilginç olan, bu tepkinin, ağırlıklı olarak, hepimizin “apolitik” olarak değerlendirdiği ve ülke sorunlarından bihaber gördüğü 1980 sonrası gençlikten gelmiş olmasıdır; hem de hepimize örnek olacak bir şekilde. Bu kuşak, çok yazılıp çizildiği gibi, internet kuşağıdır, sosyal medya kuşağıdır; bu yönleriyle de küresel bir kuşaktır. Bizim anladığımız tarzda politik olmadıkları gibi, o tarzda apolitik de değillerdir; çok yönlü ve çok amaçlıdırlar. Bu gençlerin ortak özellikleri: otoriter tavırlara, söylemlere ve kerameti kendinden menkul bilicilere karşı olmalarıdır.

Bu küresel kuşak belki de kapı komşunu tanımayan ama ait olduğu network ağı içerisinde binlerce kilometre uzaktaki davranış biçimleri ve ilgi alanları aynı olan insanları bulup kısa sürede örgütlenen, bu yönüyle de asimilasyoncu, şoven ve ulusalcı yaklaşımlardan uzak daha evrensel bir kuşaktır.

Bu kuşağı beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz yönleriyle daha çok izleyeceğimizi düşünüyoruz.

Kafkasyalı Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu Adına

Başkan Adnan Özveri


Demokratik Çerkes Platformu (DÇP)

1. Gezi’ye ‘Topçu Kışlası’ yapılması, İstanbul’un en önemli meydanına ve ona soluk aldıran p arkına ‘kıymak’ anlamı taşıyacağı muhakkaktır, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu, kent kültürüne açık bir saldırıdır. AKP’nin ısrarı ve inadı, olsa olsa Topçu Kışlası’na yüklediği siyasi anlamla açıklanabilir. AKPiktidarı her alanda kendi dünya görüşünü topluma dayatmaya başladı. İktidar gücü arttıkça dayatmanın dozu da arttı. Gezi, bunun örneği…

2. Bu da siyasi bir tercih. AKP’nin giderek belirginleşen mezhebi çizgisinin, yani Sünniliğin dayatılması. Bunun, Türkiye’deki milyonlarca Alevi’yi inciteceği bilinmez mi? Elbette bilinir. Bu, göstere göstere yapılan bir dayatmadır. Dahası, açık bir tehdit ve gözdağıdır. Tehlikeli bir provokasyon…

3. AKP Hükümeti’nin kendi çizgisi dışındakilere tahammülsüzlüğünü gösteren bir tutum. Polisiye müdahaleden daha kötü olan, geliştirilen sert, kutuplaştırıcı ve hedef gösterici söylemdir. Gezi olayları AKP’nin baskıcı yüzünü ortaya çıkardı, kendi gibi olmayandan nefret eden benliğini dışa vurdu.  Öyle görülüyor ki, bundan sonra Türkiye’de daha sert bir siyasi mücadele dönemi başlayacak.

Demokratik Çerkes Platformu Sözcüsü

Sezai Babakuş


Çerkes Hakları İnisiyatifi (ÇHİ)

1- Taksim Gezi parkına “Topçu Kışlası” adı altında AVM, rezidans, şehir müzesi veya Kafe adı altında betonlaştırarak rant yaratma girişimi kabul edilebilir birşey değildir. Beyoğlu’ndan Maslak’a kadar mezarlıklar dışında kalmış tek yeşil alan olan Gezi parkına göz diken AKP iktidarı halkın malını çalarken suçüstü yakalanmıştır. Bütün telaş ve şiddet bunu örtbas edebilme çabasıdır. Ancak tüm bu çabalar nafile çabalardır. Meseleye halk el koymuştur ve halkın dediği şekilde bu mesele çözümlenebilecektir.
2- 90 yıllık tektipleştirici ve baskıcı Kemalist Diktatörlük tüm farklı kesimleri aşağılayarak varlığını sürdürüyordu. Halkı kaale almayan anlayış bütün hoyratlığıyla varlığını sürdürmeye devam ediyor. Aleviler de bu toplumun çok önemli bir parçasıdır. Aleviliği farklı bir inanç sistemi olarak kabul etmeyen, Cemevlerini ibadethane olarak kabul etmeyen anlayışlar Alevilerin hassasiyetlerine değer vermez. Ayrıca Yavuz Sultan Selim Mısır’da Çerkes Memlukları’na da saldırarak binlerce Çerkesi de öldürtmüş bir katildir. Bunun için de üçüncü boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim ismi verilmesine karşıyız.
3- Tabi Gezi Parkı direnişinden ders almayan maalesef hükümet ve başbakandır. Son derece masum ve makul taleplerin üzerine gaz, toma ve copla saldırmak tek kelimeyle ilkelliktir. Gelişmiş ülkelerde yaşanan olgunlukta bir hak talebi sergileyen Taksim Gezi direnişçilerini içtenlikle selamlarkren, hükümeti de diyalog ve anlayışa davet ediyoruz.

ÇHİ Yürütme Kurulu Adına
Murat Özden


Demokratik Çerkes Hareketi (DÇH)

Gezi Parkı, Emeğin ve Kimliğin Özgürlük Mücadelesidir!..

Bilindiği gibi, Demokratik Çerkes Hareketi (DÇH) bir sivil toplum örgütü olmaktan öte, emek ve kimlik mücadelesini esas alan, birini bir diğerinin olmazsa olmazı kabul eden bir politik yapılanmadır. Gezi Parkı direnişi ile ilgili sorularınıza yanıtlarımızı ve ek açıklamalarımızı sizlerle ve halklarımızla paylaşıyoruz.

Taksim Gezi Parkı’nda planlanan Topçu Kışlası ve “3. Köprü”ye verilmesi düşünülen ‘Yavuz Sultan Selim’ adı tetikleyici nedenlerden olmakla birlikte, süreci açıklayıcı bir özelliğe sahip değildir.

Tüccar devlet anlayışını iktidara geldiği ilk günden itibaren açıklayan AKP hükümetinin taşeronlaştırma, rant ve talana dayalı ekonomi ve yönetim anlayışı ülkenin bugün bulunduğu toplumsal ve siyasal krizin esas nedenidir. Bu krizin başat sorumlusu neoliberal politikalar ve bu politikaların bugünkü taşıyıcısı olan AKP hükümetidir.

Talan ekonomisi, taşeron işçilik, ücretlerdeki reel kayıplar, ülkenin bütün doğal kaynaklarının rant ekonomisine peşkeş çekilmesi, görece demokratik olan hakların tırpanlanması, basın ve haberleşme özgürlüğünün çeşitli yol ve yöntemlerle baskı altına alınması, bireysel hayatın devlet gözetimine tabi tutulması, iş güvencesinin kaldırılması, iş kazalarındaki vahşi artış, eğitim ve hukuk sistemindeki baskı ve anti-demokratik uygulamalar, farklı kimlik, kültür ve inançlar üzerinde uygulanan oyalayıcı ve ötekileştirici açılım politikaları, küresel sermaye gruplarının ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına hizmet eden bir mecrada bölge halklarına düşman dış politikalar, gelmiş olduğumuz toplumsal ve siyasal krizin esas nedenlerini oluşturmaktadır.

Gezi Parkı’yla başlayan, kısa sürede bütün ülkeyi kuşatan bu direniş, halkın gözünde meşruiyet kazanmış, baskıcı devlet anlayışı direnişi şiddet yoluyla bastırmaya çalışmış, kurmuş olduğu polis devletinin gücü bu iş için yetmeyince, askeri vesayet altına girmeyi çözüm olarak görmüştür.

Bu süreçte Türkiye halkları, direniş hareketinde demokratik yol ve yöntemi bütün zenginlik ve yaratıcılıkla kullanırken, muktedirler ise halka karşı bildikleri bütün anti-demokratik uygulamaları ve itibarsızlaştırmaya dayalı kirli yöntemleri kullanmışlardır. Oysa, Gezi Parkı halkındır ve halk ne olması gerektiğine karar vermiştir.

Bununla beraber, “3. Köprü” başlı başına bir sorundur. İstanbul’un ciğerleri olan bir bölgenin köprüyle beraber imar talanına açık hale getirilmesi bu hükümetin rant zihniyetiyle örtüşen bir durumdur. Köprüye karar verilmesi sürecinde bir çok meslek kuruluşunun ve halkın devre dışı bırakılması, AKP Hükümeti’nin ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla süreci yönetmeye ve İstanbul’u rant/talan ekonomisine peşkeş çekmeye çalışması kabul edilemez bir durumdur.

Diğer taraftan köprünün isimlendirmesi doğa katliamının yanında önemli görülmese de, Alevi toplumu başta olmak üzere bazı halk kesimlerinin hassasiyetlerinin dikkate alınmaması AKP’nin baskıcı ve ötekileştirici zihniyetinin, kendisine emperyalistlerce biçilen “Yeni Osmanlıcı” rolün bir yansımasıdır.

Bu süreçte ‘Yabancı Parmağı’ aramak muktedirlerin çaresiz kaldığında başvurdukları bir itibarsızlaştırma yöntemidir, geri tepmiştir. İnanç hassasiyetini kullanmak, yalan haber yaymak direnişin meşruiyetine gölge düşürememiştir. Attıkları her adım çaresizliklerini biraz daha arttırmaktadır. Güç ve hegemonyadan başı dönen hükümet öylesine bir körleşme yaşamaktadır ki, direnişin ilerleyen günlerinde uluslararası sermayenin kendisine attığı can simidini bile görememiştir.

Halkın bu yükselen talepleri ve demokratik mücadelesi muktedirleri ve yandaşlarını şaşkınlığa uğratmıştır.

İmha, inkar ve asimilasyon politikalarına maruz kalan özelde biz Çerkeslerin ve Kürt, Laz vb. tüm yok sayılan halkların bu dinamiklerden etkilenmemesini beklemek tam anlamıyla safdillik olur.

Bu kriz toplumsal ve siyasal bir krizdir, hükümetin boyunu aşmıştır. Toplumsal mücadelenin tüm örnekleri gibi Gezi Parkı sürecini de salt “AKP/Başbakan karşıtlığı”na indirgeyerek sistemin bütününü hedef dışında tutmak, kullanım süresi dolan oyuncularını her an devre dışı bırakarak kendisini yenileyen/güncelleyen sisteme eklemlenme olasılığını da beraberinde getirebilecektir. Bu nedenle bizler, bu sürece bütünlüklü bakmaktan, başbakanından medyasına kadar tüm aktörleri, eşitsizlik üreten sistemle beraber ele almaktan yanayız.

Özgürlük ve demokrasi mücadelesi sadece emek kesiminin değil, ezilen ve yok sayılan ulusların kimlik mücadelesinin de temel harçlarındandır. Türkiye halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yol göstericiliğine inanıyor, emek ve kimlik mücadelesinin sağlam bir zeminde yükselişini görüyoruz. Ve hak ettiği şekilde karşılıyoruz.

Son olarak özellikle belirtmeliyiz ki; biz bu direniş sürecinde Çerkes kimliğimizi, “23 Nisan Abhaz çocuklar krizi” ve bu ülkede katledilen 7 Çeçen ve Medet Önlü cinayeti gibi halklarımıza özel gündemleri alanlara taşımadık. Fırsatçı ve pragmatist bir eğilimle direnişin ana mecrasını, halklarımızın dinamiklerini ve mevcut koşullarını olumsuz etkilemek istemedik. Elbette olası gelişmeler, mücadelenin içeriğini de zaman içerisinde tayin edecektir.

Gezi Parkı direnişi ile ilgili gazetenize yaptığımız bu açıklama, en genel hatlarıyla bir tespit veya tanımlama ile sınırlıdır. Zaman içerisinde çözüm önerilerimizi kamuoyu ile paylaşacağız.

Jıneps emekçilerine teşekkür eder, halklarımıza ve kardeş halklara emek ve kimlik mücadelemizin tüm sıcaklığıyla selamlarımızı iletiriz.

Yaşasın Halkların EMEK ve KİMLİK Mücadelesi!..

Yaşasın Halkların Dayanışması!..

Demokratik Çerkes Hareketi


Kafkasya Forumu

1- Gezi Parkı Taksim Meydanı’nda kalan son yeşil alan olması ve kent belleğinde önemli bir yer tutması sebebiyle varlığı korunması gereken bir mekandır. Bu mekana Başbakan’ın işaretlerini verdiği şekilde sıradan bir AVM olarak hayat bulacak Topçu Kışlası’nın yapımı büyük bir hatadır. Üstelik bu değişiklik kararının Büyükşehir Belediyesi’nce değil yetkisi olmamasına rağmen Başbakan tarafından ve aynı zamanda İstanbul halkına hiç sorulmadan alınmış olması ayrı bir garabettir.

İktidar partisinin özellikle İstanbul’da toplum hayatı açısından önem arz eden her türlü mekan ve yapı için en insaflı gelecek öngörüsü yıkıp yeniden yapmak biçimindedir. Tarihe, halkın hafızasına ve hatırasına dönük bu hoyrat tavır kabul edilebilir değildir.

2- İstanbul’a yapılacak olan Üçüncü Boğaz Köprüsü çevreye vereceği zararlar sebebiyle uzunca bir süredir kamuoyunun gündeminde idi. Üçüncü köprünün de bir parçası olduğu Kuzey Marmara otoyolu doğaya vereceği tahribat dolayısıyla zaten izahı yeterince zor bir yatırım iken bir de isminin Alevi vatandaşlarca sevilmeyen ve hatta nefretle anılan Yavuz Sultan Selim olarak konulması hayret uyandırıcı bir durumdur. Ülke nüfusunun önemli bir kesimi olan Aleviler’i dışlayan, ötekileştiren ve provoke eden böyle bir isimlendirme için ortada makul hiçbir gerekçe yoktur. Köprü isminin niçin illa Osmanlı tarihinden verilmesi gerektiği ayrı bir sorunsal olmakla beraber İstanbul açısından Yavuz Sultan Selim’i diğer Osmanlı Padişahlarından ayıran herhangi bir özellik de bulunmamaktadır. Şu halde bu isimde ısrarın ve Alevi yurttaşların incitilmesinin de herhangi mantığı olmadığı açıkça ortadadır.

Hükümet toplumu kamplaştıracak bu kararından vazgeçmeli ve insanların üzerinde anlaştığı, en azından belirli bir toplum kesimini incitmeyecek bir başka isim bulmalıdır. Bunu yapmak o kadar zor bir iş olmasa da Tayyip Erdoğan’ın uzlaşmaz tutumu devam ettiği müddetçe bu mesele de epeyce uzayacak demektir.

3- Aslında Gezi parkını korumak üzere başlayan eylemler çoktan Tayyip Erdoğan’ın benmerkezci, bencil ve kibirli tavrını protesto etkinliğine dönüştü. Bu anlamda halk Başbakan’ın kendisine dönük küçümser tutumundan hiç hoşnut değil. Özellikle eylemcilere karşı polisin kullandığı orantısız şiddet kabul edilebilir değil.

İktidarda geçen on yıl kuşkusuz Erdoğan’da bazı deformasyonlar yarattı ancak doğaldır ki vatandaşların da bir tahammül sınırı var. AKP’den ve Başbakan’dan büyük umutları olan halk, geldiğimiz noktada on yıllık değişim ve dönüşüm sürecini bir kenara bırakıp Tayyip Erdoğan’ın giderek otoriterleştiğini söylüyor hatta bunu en önemli gündem maddesi yapıyorsa bu işin muhatapları da oturup ciddi ciddi düşünmeye başlamalıdır. Ne olmuştur da son üç seçimden oylarını hatırı sayılır oranda arttırarak çıkan, askeri vesayet ile hesaplaşmasını herkesin hayret ile izlediği, Kürt sorununun çözümü yolunda cesur adımlar atan, insan hakları konusunda önemli iyileşmeler sağlayan Erdoğan konuşulması bile imkansız bir lider haline gelmiştir? Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olması, bireysel hak ve özgürlüklerin gelişimi, ifade hürriyeti gibi konularda daha kat edecek uzun bir yol olduğu halde geldiğimiz kör topal pozisyon ile iktifa etmeyi hatta pek çok konuda daha geriye gidişi öneren Erdoğan, acı bir şekilde savaştığı baskıcı rejimin tek adamlarına dönüşmektedir. Üstelik bu durumu kendisine ima dahi edecek cesarete sahip olanların karşılaştığı, Başbakan’ın yüzü kıpkırmızı öfkesi ve yumruğunu pervasızca sallayan kibridir…
Bu pervasızlığa ait en önemli işaret ise Hükümet’in kimi Bakan’ları, Cumhurbaşkanı ve bazı AKP yöneticilerinin süreci yumuşatmaya dönük gayretlerinin aksine Başbakan’ın tehditsiz tek cümle etmemiş olmasıdır. Kendi yol arkadaşlarını bile yok kabul edecek bir akıl tutulması içindeki Erdoğan eğer biran önce kendine gelmezse süreç onulmaz yaralar açmadan sonlanmayacaktır.

Sayı : 2013 07