“Herkes için Demokrasi Herkes için Özgürlük”

0
855

29, olmadı 30, hadi o da olmadı 31 Mayıs’ta başbakan 4 sözcükten kurulu bir cümle kuracaktı; “Gezi, park olarak kalacaktır”. Bunuı diyebilseydi, Türkiye bugün başka şeyler konuşur olurdu. Burayı ıskalayarak başlayan değerlendirmeler kasıtlıdır. Özür dilemeyi zayıflık kabul eden iktidar ve alkışlayıcıları işte bunu yapıyor.

Komplo teorisyenleri diyebilirler ki “o zaman kötülüğümüzü isteyenler başka birşey yapar yine olaylar çıkarırdı”. Biz de onu o zaman konuşurduk.

Gezi parkı ile ilgili nöbetler, kamuoyu ilgilenmese de önceden başlamıştı aslında. Özellikle şehir planlamacı, mimar ve yaşadığı kentte söz sahibi olmak isteyenlerin başı çektiği bir grup oluşturdukları platform ile çalışmalar yürütüyordu. Diyalog taleplerinin hiçbir şekilde dikkate alınmadığını, önemsenmediklerini, “karar verdik, yapılacak” tavrının dışında bir şey söylenmediğini belirtmek gerek. Başbakan bu konuda Taksim alanı gibi rantı yüksek bir alanda topçu kışlası kılıklı bir betonlaşma girişiminde ısrarlı idi. AVM, olmadı otel ve rezidans. İstanbul geneline bakıldığında daha iyi anlaşılır. Medeniyet, gelişme, zenginleşme denen betonlaşmanın ve dikine yapılanmanın yaşam alanlarına neler yaptığını görmek mümkün.

Der ki başbakan ve %50’si; “faiz lobisi, yurt dışı parmağı, Türkiye’yi çekemeyenler, provokasyon, üç aydır biliyoruz, …”.

Velev ki böyle; sabah 5 operasyonu neden ve nasıl gerçekleşti? Emir nereden? Olayların bu kadar büyüme nedeni bu operasyon değil midir? Sorgulamaya buradan başlamalı. Oyun oynama hazırlığını bildiğini net ifade eden iktidar, bunun için bir kıvılcım gerektiğini bilmez mi, kıvılcımı engellemeye çalışmaz mı? Örneğimizde çok açık ki kıvılcımı çakan Ankara olmuş, bununla da yetinmeyerek devamında tahrik etmeye, kışkırtmaya, kutuplaştırmaya devam etmiştir. Kategorize ettiği iki %50’yi karşı-karşıya getirecek adımlar atmıştır. Ülkenin başbakanı olmak yerine %50’nin başbakanı olmayı tercih etmiş ve araya mesafe koymuştur. Türkiye hala provokatör mü arıyor?

Uluslararası oyun mu?

Uluslararası oyundan söz ediliyor. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya gibi çok kimlikli, çok dinli, enerji kaynakları ve stratejik konumları ile dünyanın gözünün üzerinde olan üç coğrafyanın arasındaki Türkiye üzerinde, üstelik globalleşen dünyada, dünyaya egemen olmak isteyenlerin planlarının olmadığını kim söyleyebilir? 12 Eylül cuntacı generallerinin darbe öncesi ABD’den icazet aldıkları bilinir, Dünya Bankası ve IMF ekonomistleri ülkemizde ekonominin yönetimine getirilir, “bir bilen” ne hikmetse Pensilvanya’da ikamet eder, bizzat başbakan ortalığı kana bulayan BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanı olduğunu söyler (diğer eşbaşkan ABD lideri olmalı), daha ne olsun.

Ayırt edicilik şurada ki, kontrolleri altında olduğu ve kendi iktidarlarına sıkıntı yaratmadığı sürece, halk için bir yarar sağlamasa ve hatta savaşın eşiğine getirilsek de dış oyunlar hoş görülür. Bir sıkıntı olduğunda birden anılır olur ancak sanaldır ve bir giz perdesinin ardındadır dış oyunlar. Başbakan ve hükümeti ile %50’sinden kalem oynatanları bilir sadece bu oyunların ne olduğunu. Herkes bilse olmaz mı? Hadi herkes bir yana Gezi parkı gençleri bilse. Anlatsalar onlara kimler Türkiye üzerine ne oyunlar oynuyormuş?

Sanal olan dış tehdidi hep söylediler, yazdılar. Hiç somut olanla temas kurdular mı? Mikrofonu uzattılar mı? Oradaydı Gezi gençleri, yanıbaşlarında. Piyon değillerdi, içlerinde Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olmadığı gibi projenin figüranları da yoktu. “İnadına demokrasi, inadına özgürlük” diyorlardı. Sadece onları muhatap alarak “ben de demokratım ve özgürlükçüyüm, bakın Kürt sorununu ben çözüyorum, alın size fazlası” lafını neden edemedi başbakan? Bunu dedikten sonra da “hadi bakalım şu Türkiye’nin altını oyanlara bir ders verelim, alın size belgeler” diyebilirdi örneğin ve “en az” kendi %50’si kadar nitelikli bir destek bulurdu yanında.

İtibarsızlaştırma çabası ve “demokratların” vebali

Başbakanlarına oy veren “demokratlar”, bu taraftan bakmayı düşündünüz mü hiç? Bir deneyin isterseniz. En azından bunu bir konuşabilelim. Sonra komplo teorilerinizi inanın hep birlikte değerlendiririz. Ve o Gezi gençlerine verin belgelerinizi, sizden önce onlar direnir komplolara. Dalga geçe geçe hem de. Ama siz “faiz lobisi” ve “uluslararası oyun” diyor,onları görmüyor ve muhatap almıyorsunuz. Doğal olarak onlar da size “biber gazı lobisi” diyor. Faiz lobisinin bütçelerindeki yerini sorgulamıyorlar belki ama teorik olarak bir yılık biber gazı stoğunun 20 günde nasıl bittiğini sorgulayıp orantısız güç kullanımına atıf yaparken kendilerini öldüren, kör eden gaz bombası, plastik mermi ve bunları ateşlemeye uygun silahlara ödenen 8.5 milyon doların bütçelerinden çıktığını da iyi biliyorlar.

Dış mihrak, askeri vesayetçiler vb. gerekçelerle yeni ve genç olan gölgeleniyor, itibarsızlaştırılıyor, demokrasi ve özgürlük talepleri de şalla örtülüyor. Bugüne kadarki pratikleri nedeniyle başbakanın bunu yapmasını doğal karşılıyoruz. Kendilerini “demokrat” gören gazeteci ve aydınlara, 103 cümlelik yazı ve söylemlerinde sadece 3 cümle ile demokrasi ve özgürlük taleplerine değinip sonra da “ama” ile başlayan 100 cümle ile komplo teorilerine değinmelerini ters yüz etmelerini öneriyoruz. Kendilerini buna biraz zorlasalar biliyoruz ki anlamak için zorunlu diyalog kuracaklar ve şaşıracaklar.

O “aydınlar” AKP’yi iktidara taşıdılar, tutunmasını sağladılar, halen de iktidarı “ama”larla tescilleyerek veballerini arttırıyorlar. Ülke için, çocukları ve torunları için bir vebal söz konusu. Asıl dinamik olan gençleri özne olarak değerlendirip diyalog kurmayan, sadece piyon olabileceklerini ima eden, demokratik hak arayışını şiddet kullanarak bastıran, kendisine oy veren %50’ye millet, vermeyenlere “bunlar” diyen, dört yaşamın son bulmasına – onun üzerinde insanda göz kaybına – binlerce yaralıya neden olan bir vebal. Daha da fazlasına aslında.

Barış sürecini baltalamaktan, Kürt sorununa çözüme engel olmaktan söz ediyor bir de “demokratlar”. İmralı heyetine müdahale eden, süreç boyunca Kürt siyasetçilere üstten bakmaya devam eden başbakanlarını görmeden. Diyorlar ki ayrıca “Menderes ve Özal gibi olmayacak başbakan”. Polis ve askerin başbakanınızın emrinde olmasından öte merak etmeyin Gezi gençleri askeri vesayete izin vermez. Ama siz askeri vesayeti kaldırdı diye alkışladığınız başbakanınızın yerine ikame ettiği ve sıkı sıkıya örmeye çalıştığı (yeni MİT yasası hazırlığı) sivil vesayeti bir görebilseniz. Halkı karşı karşıya getirecek her şeyi yapıyor,onay veriyorsunuz. Giderek sertleşiyor ve kutuplaştırıyor, dik duruyor diyorsunuz. Sonunda size dokununca mı anlayacaksınız ne olduğunu?

Hem barış süreci ilerlesin hem de demokratik haklar verilsin, özgürlük alanı genişlesin. Var mıdır bir sakıncası? Gezi’de gençler farklılıklara ve birbirlerine saygı göstererek bir arada yaşanabileceğini, bunun için yasal düzenleme ve polis baskısına gerek olmadığını göstermediler mi? Birlikte yaşam iradesi, askeri ve sivil vesayet ve dahi şiddet karşıtlığı, barış süreci ile uyumlu değil midir? Teoride değil pratikte uyumdur hem de. O halde? Engellemek, baltalamak olayın neresinde? İtibarsızlaştırmak ve gerçeği karartmak için kafalar bulandırılmak isteniyor olabilir mi?

Gezi’yi, yeni olanı anlamak

Ve asıl çözüme karşı olanların ulusalcılar ve partileri, Türk ırkçısı ve şoven milliyetçi partiler ve kesimler olduğu, bu anlamda bir darbe beklenecekse o kesimlerden yani askeri vesayetçilerden beklenmesi gerektiği sır olmasa gerek. HEM ASKERİ HEM DE SİVİL VESAYETE KARŞI olan Gezi gençliğini o kesimlerle bir şekilde özdeşleştirmeye çalışmak, gençleri olumsuzluğa ortak olarak ya da piyon olarak değerlendirmek; onları ne istediğini bilen bir özne olarak, yetişkin bir insan olarak görememek nedendir? Kendilerine uzatılan iki ucu pis sopanın her iki ucunu da tutmayı reddediyor, üçüncü bir yolun mümkün olduğunu söylüyor ve savunuyor gençler, yani zor olanı seçiyor. Zor ama doğru olanı savunmak yerine, “demokrat” başbakanı “yetmez ama evet” diyerek desteklemek kolaycılığına yönelen “demokratların”, kendilerinin cesaret edemediğine yönelen gençlere alan açmamakta ısrarları nedendir? “Daha iyi seçenek her zaman vardır, daha iyi bir Türkiye ve Dünya mümkündür” diyen gençlerin karşısında saygı ve sevgiyle eğilmeleri gerektiği için onları sevemiyor, hatta nefret ediyor olabilirler mi?

Onlar barışı seviyor, onlar iç savaşın bitmesini zaten istiyor, çözüm süreci doğru düzgün bir süreç olsun uğraşısında da başat rol oynayacaklardır. İyi şeyleri engellemek için değil dahaiyi şeyler için meydandalar. Ülkelerinin iyilikleri için hepimizden yürekliler de.

AKP, CHP, MHP, BDP ve ulusalcılar artık bilindik. Bir takım siyasilerin Gezi’den nemalanma çalışmaları da bilindik. Onların ne söylediği ve ne istediğinden bağımsız Gezi gençleri inadına demokrasi, inadına özgürlük dedi. Mesaj budur. AKP ve %50’sinin, biat eden medyanın dış mihrak diyerek buradan dikkatleri başka yere çekme çabaları bunu karartamaz.

% 39.6’sı 19-25, % 24’ü 26-30 yaşları arasında; % 70’i kendini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmiyor; % 92.4’ü protestolara katılmalarında başbakanın otoriter tavrının etkili olduğuna kesinlikle katılıyor; % 91.1’i demokratik hakların ihlal edilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılıyor; % 81.2’si özgürlükçüyüm seçeneğine kesinlikle katılıyor; % 79.5’i darbeye karşı. AKP iktidarının on yıllık sürecinde büyüyen ve yetişkin olanların başkaldırısına iyi bakın. Hepimizi şaşırtmaya devam edecekler, ezberini bozmamaya yeminlileri de şaşırtacaklar.

Ne Tahrir ne de Wall Street söz konusu değil. Gençler kendilerine ve bu ülkeye özgü Gezi gerçeği oldular. Açıkça “kategorize etmeyin, benzetmeyin” mesajı verdiler.

Düşünce ve inanca saygı!

Farklılığa saygı duymak ve farklılığına saygı beklemek!

İktidarı ve muhalefeti ile politikacıların teorisini tartıştığı demokrasinin başat ilkelerinden uygulamalı örnekler verdi “a-politik gençler”, ders verdiler. Kandil gecesi ve Cuma namazı en güzel örneklerdendi. Kandil gecesi “içki yok, dua var” dediler, Cuma namazına katılanların çevresinde güvenlik çemberi oluşturdular. Yasal düzenleme, emir, polis zoru, toma ve biber gazı olmadan bunu yaptılar. İktidar teoride ağzından düşürmediği yaşam hakkına saygıyı uygulayan gençlerle nasıl gurur duyduğunu, onları ıslatarak, gaza boğarak, coplayarak, gözlerini kör ederek, yetmedi öldürerek gösterdi.

Onlar adına konuşmaya gerek yoktu. Sorulsa anlatırlardı. Kendilerini gayet güzel ifade ediyorlardı. Hatta farklı şeyler isteseler de Gezi felsefesine uygun sınırlıyorlardı kendilerini, oto-kontrolleri politikacıları, parti başkanının tek-tek seçtiği milletin vekillerini şaşırtacak kadar güzel işliyordu.

Şiddete karşıydılar, anti-militarist tavırları çok açıktı. Kendi içlerinde şiddeti engellediler. İktidarın, polisin şiddetine karşı çıkıp tavır aldılar. Şiddet uygulamıyor, içlerinden taş atanları kendi bedenlerini siper ederek engellemeye çalışıyor ama polisin uygulamasına da izin vermiyor, engellemek için mücadele ediyor, direniyorlardı.

Aynı sokakta/caddede bir arada duramayan, kavga eden ve hatta birbirini öldüresiye saldıran spor kulübü taraftarları için alınan polisiye önlemler hatırlardadır. Ama onlar Gezi’de iç dinamikleri ile barışı savundular ve zulme karşı direnip özgürlük için omuz-omuza verdiler. Birşeyler anlatmıyor mu bu durum? Anlatıyordur tabi ki ve işte tam da böyle bir inisiyatiften korktukları için olsa gerek baskıya başladı iktidar ve örgüt yakıştırması ile sindirmeye çalışıyor.

Liderleri yoktu, örgütleyenleri yoktu. Yeni bir şey vardı. Yasa zoru ile başarılamayanların başarıldığı bir şeyler vardı. Mesajlar çok netti ve demokratikleştiği iddia edilen bir ülke için çok masumaneydi. Zaten olması gerekenlerdi: “Tutum ve davranışlarını değiştir, emir kipi ile konuşmayı bırak, dayatma, ne istersem yaparım yaklaşımından vazgeç, bizi dinle, sesimizi duy, yaşamımıza karışma, özgürlüğümüzü sınırlama aksine özgürlük alanlarını genişlet, şiddet uygulama, gösteri ve yürüyüş konusunda kendi yasalarına uy, insan haklarına uygun davran, el-ele tutuşmama karışma, parkıma ve ağacıma dokunma, dinime, dinsizliğime karışma, istemediğimiz eğitim sistemlerini dayatma, yatak odalarımıza karışma, içtiğimiz içkiye, nerede ve saat kaçta içeceğimize karışma, hangi diziyi seyredeceğimi belirleme, sana mı soracağım deme bana sor, anladığınız dilden konuşurum tehditleri savurma, kadınların bedenlerine karışma kendileri karar verebilir…”

Dördüncü Kuvvet Medya

“Annelere babalara sesleniyorum, gidin çocuklarınızı alın”. Emrettiler. Her zaman yaptıkları gibi. Muhtemelen, “28 Şubat’ta neredeydin?” diye haykıran başbakana verilen “kreşteydim” yanıtının sonucu böyle bir emir verilmiş olmalı. “Dünkü çocuklar” muamelesi.

28 Şubat’ta kreşte olmasalardı itiraz ederlerdi, merak etmeyin. Ama başbakan bu soruyu iyi ki sordu, aslında medyaya sormuş oldu. 28 Şubat’ta demokrasinin değil gücün anında yer alan merkez medya kararlılığını koruyor. Şimdi de gücün yanında.İktidar demokrasiye ne kadar icazet veriyorsa, medya için de o kadarı iyidir. Halkın haber alma hakkına yönelik önemli bir işlevi olan medya Gezi’yi hiç görmedi, görülmemesini sağladı. Gezi’ye dair yanıltıcı haberleri vermekte ise tereddüt etmedi. Kısaca demokrasinin dördüncü kuvveti olma işlevini ters yüz etti. Gençler hemen her konuda olduğu gibi medyaya da ironik ve mizahi yaklaşımı ile demokrasiyi hatırlattı. 28 Şubat gibi 31 Mayıs da sorgulanacaktır bir gün. Yüzleri kızaracak mıdır gün geldiğinde?

Gençlere sormadan, onları dinlemeden, anlamaya çalışmadan haklarında neler söylendi neler. Ve daha neler söylenecek kimbilir. Yandaş gazetecilerin her biri uzman, yorumluyor olanları, yalan yanlış. Battıkça batıyorlar ama biat etmişler bir kez, devam ediyorlar. Merkez medya kör-sağır-dilsiz. İktidarın zaten üç ay öncesinden haberi var. “Haberiniz vardı, neden önlem almadınız” diye sormayın sakın, vardır bir bildikleri. Onlar almışlar yetkiyi bir kere seçmenden. Bize mi soracaklar, ayrıca bize mi hesap verecekler? Biz, haddimizi bilesicelere. Ellerinde her ne belge var ise şeffaf bir biçimde bizimle paylaşmayıp bir giz perdesi yaratarak arkasına sığındıklarını kim sorgulayacak ki.

Gezi’nin asıl muhataplarının %50’nin başbakanına yanıtı yeterince duyulamıyor. Başbakan, duyulmasını istediklerini söylüyor, görülmesini istediklerini gösteriyor. Sadece olanakları sınırlı “marjinal” medya olanı iletmeye çalışıyor. Gençler sokakta polisi delikanlılığa davet etmişti, o artık bilindik esprili jargonları ile medya konusunda da başbakanı delikanlılığa davet etseler. Konuşsalar karşılıklı, eşit söz hakkı ile 76 milyonun önünde. Bunu %50 ye “lütfetse”, diğer %50’nin hizmetkarı başbakan.

Ve…

Başbakan gençleri anlayabilseydi bir şenlikle bitirilecekti Gezi Parkı eylemi. Anılarda güzel hatıralar kalsın istemedi başbakan, gençlere saldırılması emrini verdi.

Artık “Gezi’den önce, Gezi’den sonra” var!

 

Sayı : 2013 07