Kadı Kırımlı Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Osmanlı ilmiye sınıfındanHalet Efendi’nin asıl adı Seyyid Mehmed Salih idi. “Meslihat Kalemi”nde çalışırken “Halet” ismini almıştır.
Halet Efendi kinciliği ve acımasızlığı ile isim yapmıştır. En basit nedenlerden bile insanları öldürtmekten çekinmediği ve hatta halk arasında terör saçıp korku yaratmak için masum kişileri idam ettirdiği; bu öldürücü sadizmi doğal saydığı belirtilmiştir. Bu tutumu ve mizacını açığa vuran çok sayıda anekdot bulunmaktadır. Buna tam çelişkili olarak şairliği, engin kültürlülüğü, zarif kişiliği, nezaketi ile de bilinmektedir. Konağının bir kültür yuvası olduğu, saz fasıllarına, siyasal, bilimsel ve edebi sohbetlere ve ziyafetlere devamlı açık olduğu da belirtilmektedir
“Cevdet Paşa, Tarihinde Halet efendi ile Ali Ağa arasındaki gizli muhaberenin belgelerini yayınlamıştır. Berberbaşı’nın mektuplarından biri, II.Mahmud’un Halet Efendi’den ne kadar çekindiğini göstermesi bakımından şaşırtıcıdır.”Şevketlü efendimiz buyururlar ki, Mora adasının denizden korunması için Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’yı donanmayla memur etsek acaba Halet Efendi kulumuz münasip görür mü?”(Beşir Ayvazoğul,Aksiyon Dergisi, Sayı: 971 / Tarih : 06-09-1997)
“Devrin şeyhülislâmı el-hac Halil Efendi, Halet Efendi’nin bazı icraatlarını eleştirmekten kendini alamaz. Tabii ki Halet Efendi de kendisine kancayı takar. Bir süre sonra ikisinin de hanımları işin içine karışırlar. Şeyhülislâmın karısı Ziba Hanım, Halet Efendi’nin aleyhinde ulu orta konuşmaya, ileri geri laflar söylemeye başlar.
Bir gün Ziba Hanım, Beylerbeyi’nde bir havuzun başında Halet Efendi’nin karısı Lebibe Hanım’la karşılaşır. Ziba Hanım cariyeleriyle birlikte Lebibe Hanım’ın üzerine hücum eder ve bu arada ağzına geleni söyler. Durumu öğrenen Halet Efendi, allem edip kalem edip şeyhülislâmı azlettirir. Bununla da yetinmeyip karısıyla birlikte Bursa’ya sürdürür. Aradan bir müddet geçtikten sonra, Halet Efendi bu sefer de türlü hilelere başvurarak Halil Efendi’yi Bursa’dan da Afyon’a sürgüne göndermeyi başarır. Ziba Hanım ise tek başına Bursa’da kalır. Kini bir türlü sona ermeyen “Devlet Kethüdası”, asıl korkunç planını işte bundan sonra uygulamaya koyar. Halil Efendi’nin İstanbul’daki konağının ahırına, ağzı dikilmiş siyah bir kuzu gömdürür. Ziba Hanım’ı bu işlerle uğraşan sihirbaz bir kadın gibi göstererek, güya tesadüfen buldurduğu bir kuzu ölüsünü saraya gönderir. Son derece öfkelenen Padişah, Ziba Hanım’ın idamını emreder.
Eyüp Sultan Camii’nde imsaktan şafak vaktine Kur’an okunması, diğer hayırseverlerle birlikte karısının ve kendisinin de isimlerinin anılması için ayırdığı nakit para ile vakıf kuran Şeyhülislâm Halil Efendi, eşinin başına gelen bu felaketi duyunca hemen oracıkta ruhunu teslim eder.
İşte Halet Efendi, böyle bir halet-i ruhiyeye sahipti.”
(Dursun Gürlek, Maziye Bir Bakıver, Timaş, İstanbul, 2005 Mayıs, s. 148-149.)
Şeyhülislâm Hacı Halil Efendi’nin oğluAziz Mahmud Efendi, Müderris olup 24 Ocak 1808 vefat etti. Haydarpaşa’ya defnedildi.(Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani,Tarihvakfı Yurt Yayınları 30)
Halet Efendi’nin ailece hışmına uğrayan,1819-1821 tarihlerinde Şeyhülislâmlık yapan el-hac Halil Efendi’nin(?-2 Agustos 1821) kim olduğuna ise yine bir saray günlüğünden bakalım;
“1757’te Sultan Mustafa tahta oturduğunda bir de kızları olmuştu:Hibbetullah Sultan.Hemen bir Çerkes sütannesi alındı.
Sütannenin Çerkezistan’da sahipsiz bir oğlu kalmıştı.Şefkatli sütanne, cennet gibi bir saraya alınmışken ah u efganla günlerini geçiriyor, gözünün yaşı dinmiyordu.Özellikle hanım sultanı emzirirken daha yürekten ve içten ağladığının sebebini bilenler, durumu sultana arz ettiler.Çerkes diyarı Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde değilse de nüfuzları taşa tesir eden ve bakışları dört kıtayı tesir ederdi.
Kimsesiz sütannenin tarifi üzerine Çerkez diyarına adamlar gönderildi.Çocuğun bulunup getirilmesi ile alınan tedbirler takdire muvafık düştüğü için az vakitte çocuk bulunup Harem-i hümayun’a getirildi.
Çocuk, Yusuf’unu kaybetmiş Kenyalı ihtiyara dönen sütanneye verildi. O günlerde doğan şehzade Sultan Selim ile birlikte büyüyecekti. Mustafa Han zamanında Şehzade Sultan Selim ile aynı şekilde ilgi ve özen gördü.
Sultan Mustafa dünyadan göçünce Halil Harem’den Hazine’ye gönderildi. Sultan Abdulhamid devrinde beş sene kadar şehzade Selim’den ayrı yaşadı.1788’de Sultan Selim tahta geçince çocukluk arkadaşı Halil’i doğrudan Hazine ağalığına gtirdi.
Artık hazinede her söz onunla tamamlanırdı. On üç sene sonra Halil Efendi, Galata Mevleviyeti ile saraydan çıkmak istediğinde ona kimsenim evet veya hayır diyecek durumu yoktu.1801’de Galat Mevleviyet’ine nail olunca ilmiye sınıfına girmiş oldu. 1803’te kendisine Mekke-i Mükerreme rütbesi verildi ve aynı yıl hacca gitti. Dönüşünde İstanbul rütbesi alacak, çok geçmeden Anadolu kazaskeri olacakyı.1809’da Rumeli rütbesi onun adına yazılacaktı.
Artık yüksek meclislerin vazgeçilmez ismi Halil Efendi’ydi.1813’te bizzat Rumeli Kazaskeri olan Halil Efendi 1819’da şeyhülislamlığa tayin edilmişti.Bu tayin Enderun için sevinç kaynağı oldu.Yirmi ay kadar süren bu görevi sırasında adalete aykırı davrandığına dair bir söz işitilmedi.
Rum fetret günlerinde bir tedbir düşünmemesi onu makamından ve ikbalinden uzaklaştırdı” (Dr.Ramazan Balcı, Enderunlu Hafız İlyas Ağa’nın Hatıraları, SARAY GÜNLÜĞÜM, sayfa:154-155)
Sayı: 2013 08
Yayınlanma Tarihi: 2013-08-01 00:00:00