Ayrımsız herkes için adalet şiarıyla Antalya’dan yola çıkıp Eskişehir, Ankara, Düzce, Sakarya, İstanbul güzergahlarında yürüyen Kadir Canbek, Ulaş Çakar ve Canberk Apiş’in başladığı 1100 kilometrelik “Adalet Yürüyüşü”nün ilk etabı Taksim Gezi Parkı’nda sonuçlanacaktı. Ama yürüyüş eylemi, Gümüşsuyu’nda polis müdahalesiyle zorunlu molaya dönüştü. Yine de yürüyüşçüler yollarına devam etmekte azimli ve kararlılar. Kaldıkları yerden 6 Eylül’de yürümeye devam edecekler.
Adalet yürüyüşçüleriyle Gümüşsuyu’ndaki müdahale sonrası bir görüşme yaptık. Yürüyüşün amacı, yol boyunca karşılaştıkları olumsuzluklar ve Çerkes kimliği üzerine oldukça verimli bir sohbet oldu.
-Yürüyüşe başlama fikri nasıl oluştu sizde? Kendi aranızdaki koordinasyonu nasıl kurdunuz?
Adaletin ne kadar geride olduğunu fark etmemizle başladı. Aslında farkında olduğumuz bu durum Gezi sürecinde daha da yoğunlaşan bir devlet terörü karşısındaydık. Ölen arkadaşlarımız vardı beş kişi; yüzlerce yaralı, binlerce gözaltı. Bunlara karşı sessiz kalmayı insanlık onurunun azalması ola
rak gözlemledik. Bu şekilde tamamı ile bağımsız yürüyüşe katılacak arkadaşlarla birlikte bir karar verdik.
Kendi arkadaşlarımız arasında oluştu bu koordinasyon. Hiçbir şekilde dışardan siyasal bir koordinasyon oluşturmadık. Genellikle yürüyüşe katılanların hepsi kendi arkadaşlarımız.
-Yürüyüşçülerin önemli bir kesimi Çerkes bildiğimiz kadarıyla…
Evet. Önemli bir kısmı Çerkes. Özellikle bizim toplumumuzda pek sevilmeyen Çerkesler. Kendimizi dünyadan izole etmiyoruz. Özellikle yaşadığımız ülkelerde ki biz Türkiye’de yaşadığımız için özellikle Türkiye’deki her gelişmenin bizi etkilediğinin farkındayız. Bunun için Türkiye’deki herhangi bir hak arayışını bir Çerkes olarak kendi halkımız için de yararlı buluyoruz. Çünkü zulüm sadece Kürtlere, Araplara, Lazlara, Ermenilere vb. yapılmıyor. Zulüm tüm halklara yapılıyor. Biz de yaşadığımız bu ülkede zulmü sırtlanmış, zulmü yaşayan bir toplumuz.
Yürüyüşe başlarken bir deklarasyonumuz vardı. Deklarasyonumuzun adı “Adalet, Herkes İçin Adalet”ti. Adaletten daha hızlı olacağımızı düşünüyorduk. Şu süreçte de öğrenmiş olduk ki adaletten hızlıyız, hatta adalet geri adım atmış, onbir kişiye saldıracak kadar vahşileşmiş.-Yürüyüşe başlarken nasıl yola çıktınız? Temel taleplerinizden biraz bahseder misiniz?
İlk taleplerimiz; yoldaşlarımızı katleden, özellikle Gezi sürecinde arkadaşlarımızı yoldaşlarımızı katleden katillerin yakalanması ondan sonra yaralanan insanları yaralayanların yargılanması. Bunlarla da kısıtlı kalmamayı düşündük. Adalet sadece Gezi sürecinde çiğnenmedi. Bu ülkede yıllardır adalet yoktu. Bizim kendimizin gördüğü fakat toplumsal olarak görülmeyen bu zulümle, uzun yıllardır bu insanların tanışmaları yeni değildi. Rojova katliamı, Roboski katliamı, Maraş katliamı, Madımak katliamı vb… Ondan sonra tecavüze uğrayan kadınlarımız… Bunlar için de adalet istiyoruz.
-Yürüyüş sırasında katılanlar ayrılanlar oldu. Sanırım kırk-elli kişilik bir sirkülasyon oldu bu zamana kadar.
Evet. Ayrılan arkadaşlarımız sağlık sıkıntılarından dolayı ayrıldı. Yürümek kolay değildi. Zordu. Arkadaşlar niyet edip katıldılar. Ancak bünyeleri kaldıramadı ve ayrıldılar. Bir arkadaşımız belinden rahatsızlandı mesela, bir diğer arkadaşımızın akrabası hastalandı gitmesi gerekti, bir diğer arkadaşımız belinin ağrıdığını ama yine de devam etmek istediğini söyledi. Oysa bu mücadele yürüyüşten ibaret değil. Mücadele, hayatın her alanında aslında. O nedenle devam etmemesi konusunda anlaştık.
-Yürüyüş sırasında muhtemelen birçok sorun yaşamışsınızdır. Bu sorunlar nelerdir?
Genellikle kolluk kuvvetlerinin bizlere çıkardığı zorluklar oldu. Antalya’dan yola çıktıktan sonra karşılaştığımız ilk sorun: Burdur’un Bucak ilçesine bağlı Uğurlu Köyü’nde iken 25-30 tane genç toplanmış, bize karşı örgütlenmişler. Jandarma gelip bizi uyardı ve grup dağılana kadar bize eşlik ettiler. Gruptan bize herhangi bir sataşma ya da kötü bir muamele olmadı. Ama jandarmanın bize verdiği bilgi, grubun bizi linç etmek için toplandığıydı. Polisin müdahalesinden de bahsetmek istiyoruz. Her türlü psikolojik baskıyı uyguladılar. Yürürken sürekli GBT (genel bilgi taraması) kontrollerinden geçtik. Değişik tekliflerle karşılaştık. D-100’de yürürken oluyordu bunlar üstelik. Otobanda yürümek yasak. Biz de yasaların bizlere verdiği hakları kullanarak yürüdük. Şiddet ve kaos ortamı yaratmak istemeyen, insanların olumsuz tepkilerini almak istemeyen bir yürüyüştü bu. Devletin yasaklarına da riayet ettik bu anlamda. Hatta Boğaz Köprüsü’nden yürüyerek geçme fikrimiz vardı ancak kışkırtıcı ya da insanları terörize edici, polisi karşımıza alıcı bir hareket olmaması için yapmadık. Kazan’da yaşadığımız bir olayı anlatmak istiyoruz. Hiç unutamayız bunu. Ankara’dan tekrar yürüyüşe başladığımızda sivil polisler yanımıza kadar gelerek bizlere ne yaptığımızı sorudular. Aslında biliyorlardı ne yaptığımızı, bizim için geliyorlardı çünkü. Görev yerlerine göre, kolluk kuvvetlerinin sorumluluk sahaları olduğunu biliyoruz. Zaten Antalya’dan oraya gelene kadar polisler sürekli yanımıza geldiklerinden bizim için geldiklerinin farkındaydık. Polisin “Burada ne yapıyorsunuz?” sorusu üzerine yürüyüş yaptığımızı ve amacımızı anlattık. Bizden izin kağıdı istediler yürüyüş yapmak için. Biz de “yürümek için izin kağıdı almamız gerekmediğini ve anayasal hakkımız” olduğunu söyledik. Polislerin bize yanıtı anayasa izin kağıdımız olup olmadığı oldu. Biz de dedik ki “beyefendi, anayasanın izin kâğıdı olmaz. Anayasa devletin temelidir ve bir kitapçıktır. Okuduğunuz mektepte öğretmedilerse biz arkadaşlarımızdan rica edelim size bir anayasa kitapçığı göndersinler.” Bu cevabımız üzerine polisler, “bizi çok tahrik ediyorsunuz” diyerek sinirlendiler. Biz de “bizim yaptığımız şey suç değil. Kişisel diyaloğa girmeyelim. Suçsa da yasal işlem yapın” dedik. Bizleri orada GBT kontrolü yaptıktan sonra keyfi olarak yarım saat, kırk beş dakika kadar beklettiler.
-Yürüyüş sırasında uğradığınız yerlerde yaptığınız toplantılar da var. Buralarda sanırım yürüyüşe neden başladığınızı ve amacını anlattınız. Buralardaki tepkiler neler oldu? Uğradığınız yerlerde Çerkes köyleri de var. Oralarda tepkiler nasıldı? Çerkes olarak soykırım, şiddet bizlere yabancı olan durumlar değil. Tarihsel anlamda bir sürgün ve soykırım yaşayan bir halkın nesilleri olarak bu acıyı zulmü biliyor olmamız son derece olağan bir durum. Diasporanın tamamı bunu biliyor, anlıyor diyemeyiz. Çünkü değişik kaygılar var. Bunlar, sohbetlerinize nasıl yansıdı?
Yürüyüş sırasında halkla diyalog halinde yürüdük. Ama bazı yerlerde toplantıya dönüştürdük. Hatta buna bir isim vererek “Yürüyen Forum” dedik. Tepkiler genel anlamıyla olumluydu. Bizler tüm renkler için yürüyorduk, insanlık kimliğimiz vardı, liderimiz yoktu, liderimiz halktı. Polislere de bunu söyledik bizlere liderimizi sordukları zaman. Yorumlar oldukça güzeldi. Her birimizin bir sürü fahri annelerimiz oldu. Siyasi bir kimlik taşımadığımız gibi olumsuz tepkiler de aldık. Dışlayıcı değil sahiplenici bir eleştiriydi bu siyasi kimliğimizin olmaması. Yanlarımızda olduklarını da beyan ettiler. Gittiğimiz yerlerde diasporada olsun ya da olmasın, Çerkes olsun ya da olmasın, Çerkes Soykırımını da insanlara anlattık. Adaletsizliği nerede tanıdığımızı yani.
Sakarya’ya bağlı Nüfren Boğazı’nda kaldık bir akşam. Yürüyüşe katılanların birçoğu Çerkes olduğu için bizi karşılamaya geldiler. Oralardaki durum aslında bizim içerisinde yaşadığımız diasporanın temel sorunlarından biri olan izole etme sorunu. Kendi sıkıntıları vardı mesela. Köyün ortasından bir yol geçirmişler ve köyü ikiye ayırmışlar. Üst geçit de yapmamışlar. Bunun üzerine iki saat süren yol kapama eylemleri yapmışlar. Bu konuda bizim de bir bilgimiz yoktu açıkçası. Biraz da bizim sorumsuzluğumuz olarak görüyoruz bunu. Köyde konuştuğumuz amcalarımız adalet istediklerini ancak adaletin olmadığını söylüyorlardı bizlere. “Siz adalet arıyorsunuz ama ne zaman adalet oldu bu ülkede?” dediler. Biz de talep etmek gerektiğini, ancak böyle olabileceğini ve sessiz kalmamamız gerektiğini belirtmiştik. Genel anlamıyla oldukça olumluydu.
-Yürüyüşün son etabı, Beşiktaş’tan Gezi Parkı’na yürümek olacaktı ama müdahale ile karşılaştınız. Anlatır mısınız?-İstanbul girişinde Maltepe Forumu’na katıldınız. Nasıl karşılandınız? Neler tartışıldı?
Forum’daki arkadaşlarımız özel bir gündem yapmışlardı bizim yürüyüşümüz için. Bizler yürüyüş amacımızı ve yolculuk sırasında yaşadıklarımız paylaştık. Orada da zulme karşı mazlum olarak mücadele verilir mesajı verdik. Bunu yaparken de kendi rengimizle yaptık. Konuşmayı Adıgece ve Türkçe yaptık.
Müdahale konusunu anlatmak için o günü anlatmak daha açıklayıcı olacaktır. İstanbul’a gelince Mehmet Ayvalıtaş’ın öldürüldüğü yere gittik. Tabi atlamadan şunu da ekleyelim. Yürüyüş sırasında, öldürülen arkadaşlarımızın katledildikleri yerlere giderek karanfil bıraktık. Oralarda anma etkinliği gerçekleştirdik, ailelerini ziyaret ettik. Yürüyüş öncesi böyle bir fikrimiz vardı. Onları unutmayacağımızı ve mücadelelerini devam ettireceğimizi sembolize etmiş olduk. Olay gününe geri dönecek olursak, iki arkadaşımız basın metni için ayrıldılar. Diğer adalet yürüyüşçüsü arkadaşlar, Berkin Elvan’ı ziyaret etmeye gittiler. Saat sekizde Beşiktaş’da buluşup yürüyecektik. Toplanma yerine geldiğimizde etrafta çok yoğun bir polis kitlesi vardı. Onbeş-yirmi kişilik bir grup olarak yavaş yavaş yürüyüşe başladık. Aramıza sayın Ertuğrul Kürkçü katıldı. Kaldırımdan yürüyerek ilerliyorduk.
Slogan atmıyorduk ve hazırladığımız pankartı henüz açmamıştık. Beşiktaş Parkı’na çıkınca merdivenlerin olduğu yerde polisler birden koşturarak bizi karantinaya aldılar. Sanki “hastalık”mışız gibi. Biz kaldırım üzerindeydik halen. İhsan Eliaçık da o sırada yanımıza gelerek (Antalya’dan da uğurlamıştı bizi) içeriye girmeye çalıştı, izin vermediler. “Arkadaşlarıma hoşgeldiniz diyemeyecek miyim?” dedi ve abluka altına o da girerek oturdu. Biz de bu abluka altına alınma durumunu foruma dönüştürerek abluka altında forum yaptık. Forum konusunu başta kitap okumak olarak konuştuk ama sonra asimilasyona dikkat çekmek için “Adıgece Öğrenmek” konulu yaptık.
Yürüyüşçülerin büyük bir kısmının Çerkes olduğunu söylemiştik. Asimile olmuş, kültürünün farkında ama dili bilmeyen arkadaşlarımızdı bunlar. Biz de kendi dilimizi insanlara ulaştırmak ve kendimiz bilmek için böyle bir forum yapmış olduk. On-onbeş dakika kadar sürdürebildik bu forumu. Adıgece bilen bir arkadaşımız bize kelimeleri söylüyor, biz de tekrar ediyorduk. Buna da sonradan “Abluka Forumu” ismini verdik. Tabi belirtmeliyiz ki bu yürüyüş Çerkeslerin yürüyüşü değildi fakat Çerkesler içindi de. Çerkesler olarak yaşadığımız ülke ve dünyadaki tüm anti-demokratik uygulamalara karşı kendi kimlik ve kültürümüzle bu mücadelenin içerisinde olmak ve kendi rengimizi katmak önemli. Çünkü yaşadığımız tüm yerlerde bu baskı ve anti-demokratik uygulamalardan bağımsız değiliz. Forum devam ederken “yolu trafiğe kapatıyorsunuz” anonsu yapıldı. Oysa biz değil polis yolda idi. Devamında avukatları abluka içine almayarak, bizlere destek olmaya gelen insanlara müdahale etmeye başladılar. Bizlere birden ve yoğun bir biçimde sert müdahale etmeye başladılar. Yüzümüze böcekmişiz gibi biber gazı sıkmaya başladılar. Biz hiçbir şekilde polise mukavemet göstermedik. Kendimizi savunma amaçlı bile herhangi bir şey yapmadık. Birkaç arkadaş yan yana gelerek kol kola girdik. Polis amiri “süpürün, süpürün” dedikten sonra polisler kalkanlarla bizleri iterek (tabi tekme ve tokatla birlikte) müdahale ettiler. Bir arkadaşımız sara krizi geçirdi. Ve etrafta bize destek olmaya gelen insanlar sara krizi geçiren arkadaşımız için polislere tepki gösterdiler “ne yapıyorsunuz, kötü durumda” diyerek oradan uzaklaştılar. Ve bildiğiniz gibi oradan da hastaneye götürüldük.
-Yürüyüşün sonlanması konusunda diyecekleriniz nelerdir?
Polisin müdahalesiyle verdiğimiz zorunlu mola, kaldığımız yerden 6 Eylül’de devam edecek. 6 Eylül’de kaldığımız yerden tekrar yürüyeceğiz. Bu yürüyüşün bitmesi için adaletin yerine gelmesi gerekiyor. Zaten biz de adalet yürüyüşünü yapan ne ilk insanlarız ne son olacağız. Ama son olmayı umuyoruz. Bu yürüyüşümüz Antalya’da başladı ama İstanbul’da bitmedi. İstanbul’da ilk adım atılmış oldu. “Adalet Yürüyüşü”, adalet yerini bulana ve zalimler mazlumlara hesap verene kadar sürecek. Okullara alınmayan türbanlı öğrenciler, amirleri tarafından zulmedilen polisler, içeride yok yere yatan arkadaşlarımız, yaralı ve ölülerimiz yani kısacası bir kesimi içine alan değil herkes için adalet istiyoruz. Bizim için adalet değil, herkes için adalet.