Okuduğunuz bu ilk satırlar epey bir yazbozdan sonra kurulmuş ilk cümledir. Elbet hassas bir konudur içerisinde olduğun bir gazetenin yayın politikası ile ilgili bir şeyler yazmak. Bunu yaparken bir taraftan hakkaniyet ölçüsünü elden kaçırmamak; diğer taraftan da sıkça rastladığımız soruların cevabını bir nebze olsun bu sayfalardan verebilmektir derdimiz.
Yazının ilk başlığı “JINEPS NEREDE DURMALI?” gibi ‘gereklilik kipi’ üzerine kurulmuş ve emri vaki bir tavır arz eden bir cümle idi. Sadece başlığı anlatabilmek gibi zor bir durumdan kurtulabilmek için yukarıda kullandığım başlık, seçeneğim oldu sonunda. Bu da bilinsin isterim açıkçası.
Aklıma gelen bir fıkrayı da ‘bir tatlı tebessüm’ adına anlatayım sizlere. Hoca Nasrettin’e sormuşlar. Hoca “Tabutun sağında mı durmalı yoksa solunda mı?” Hoca cevap vermiş: “İçinde durma da neresinde durursan dur…”
Sakın ola ki bu fıkrayı kopyala yapıştırla Jıneps’e yakıştırmayın olmaz mı? Ben Jıneps’in içerisinde olmak, kıyısında durmak, en azından bir okuru olmak ya da hiç olmazsa varlığından haberdar olmak arasında bir fark görmüyorum. Her halükârda Jıneps olmalı. Devam etmeli. Çerkeslerin sesi olmak iddiasıyla bir başka da şansımız olmadığına göre bu gazeteye bütün camiamız destek olmalı.
Türkiye’deki Çerkes-Kafkas halklarının ana eksenini oluşturan Kaffed-Birkaffed-Çerkesfed-Abhazfed gibi oluşumların yanı sıra irili ufaklı diğer bütün oluşumların her birinin bir başka yayın organı olmadığına göre…
Ve bütün bu oluşumların değil bağımsız bir yayın organını tek başına idame ettirebilmek, kendi kurumsal kimliklerini sürdürebilmek noktasındaki sıkıntıları da ayan beyan ortada iken…
Onlarca derneğin federasyonu olma iddiasındaki en büyük federasyonumuzun yayın organı olan Nart Dergisi’nin iki aylık periyotta çıkmasında bile ciddi sorunlar yaşanırken…
Gibi cümleleri üst üste kurduktan sonra…
Şeddeli tarafından…
Kocamaaan!… bir
AMMAAAA!..
Demek zamanıdır!
Hasılı Jıneps omurgasının esası Yaşar Güven ve yayın kurulundaki diğer bütün sevgili dostlarımızın da dikkatini çekecek şekilde kocaman bir “AMMAAA!!!..”
Sevgili dostlar, bizler gibi “azınlık” bir topluluğun yayın organı elbette ki biraz ve hatta biraz üstü “MUHALİF” olmalıdır. Elhak doğrudur!
Koca bir imparatorluk tecrübesi üzerine kurulmuş ama en başta ‘her yaşta Türk yaratmak’ ülküsüyle ulusalcı bir yapıdan dolayı neredeyse külliyen yok sayılan bir ırkın ahfadı olan biz Çerkesler elbette ki bir ‘var olma’ kavgası vermeliyiz. Zaten vermeye çalışıyoruz kendi çapımızda.
Peki bütün bu doksan yıla yayılmış sorunların tek müsebbibi bu iktidar mıdır diye sormadan edemiyor insan.
Özellikle “Gezi Parkı” turnusolu ile ayan beyan su yüzüne çıkan ve seçimle işbaşına gelemeyecek yapıların ve iktidar için her yolu mubah görenlerin, bir kalkışmanın ayak sesleri olan hadiselerinin bana anlattığı şudur. Bütün Orta Doğu kuzusunu yemek isteyen ekber-i kurdun önce suyu bulandırıp ondan sonra da su bulanık saikiyle kuzuyu yemeye çalışmasıdır.
Bütün bu coğrafyanın hâlâ ve biricik demokrasi ülkesi olan Türkiye’de kör topal yürütülen altmış küsur yıllık demokrasi mücadelesinde belki de en hızlı mesafe aldığı bir dönemde çelme takılmaya çalışılmaktadır.
Ulusalcı kesimin bitmek tükenmek bilmeyen hırsı ve halkı küçümseme düşüncesi son dönemde yeniden tavan yapmaya başladı.
Ağaç çiçek böcek gibi masum taleplerden ihtilal devşirmeye çalışanlar!…
Rakı balık güzellemeleri ile neredeyse her derdin devası noktasına getirilen rakının, envai çeşidinin en kalitelisi ile üretildiği bir dönemde bunun üzerinden kamuoyu oluşturma derdindekiler!…
Arada kıllık olsun diye yazayım. 1950 seçimlerinde “İşte Paşam İstanbul” deyip yalakalığın ve öngörüsüzlüğün şahı olan “mini mini valimiz” Fahrettin Kerim Gökay da Yeşilay’ın en sıkı militanı idi. Sadece rakı değil bütün müskirata karşıydı.
Özel hayatlara karışılması daha doğrusu giyim kuşam konusunda daha bir İslami ölçünün oluşturulmaya çalışıldığı ‘öcüsü’ ile ortalığı birbirine katanlar!…
İnsanın yuh diyesi geliyor hani. Yahu siz sokakta gezmiyor musunuz? Beyoğlu, Bebek ya da Bodrum Alaçatı gibi sahil beldelerinden bahsetmiyorum ha. Türkiye’nin her hangi bir kasabasında insanların giyim kuşamlarını görmüyor musunuz? Bu kadar göz göre göre, yalanı nasıl söylüyorsunuz Allahaşkına?
Düne kadar on yılda bir darbe yapan, yanı sıra bir sürü darbenin hazırlıklarının olduğu ve en sonunda artık mahkeme kararı ile sabit olan girişimlere rağmen “Ergenekon” üzerinden masumiyet destanları yazanların olduğu gerçeği kabak gibi ortada. Eğer balık hafızalı değilseniz “ORDU GÖREVE!” ve “ 411 EL KAOSA KALKTI” manşetleri daha dün gibi hafızalarda ve kullanmakta pek mahir olduğunuz sanal alemde duruyor.
Bütün bu anlattığımız olayların müsebbibleri ile yan yana durup oradaki üç beş gencin masum istekleri üzerinden meşruiyet yakalamaya çalışanların gizli ajandaları her geçen gün daha da netleşmekte.
Bütün bu olan bitene rağmen!
Türkiye Cumhuriyeti yani TC kurulalı beri olan bütün olumsuzlukların müsebbibi gösterilen sağ iktidarları ısrarla ve ısrarla iktidara getiren kitlelere rağmen; ömrü kendisine oy vermeyen kitleleri küçümseyen tek parti döneminin kudretli valisi Nevzat Tandoğan zihniyeti ile birlikte hareket edenler… Ki Vali Tandoğan “Ulan öküz Anadolulu” gibi veciz(!) sözleri ve kasketlileri Kızılay’a sokmama gibi marifetleri olan bir şahsiyettir.
Mahmut Esat Bozkurt gibi saf Türk olmayanlara bu ülkede sadece “kölelik ve hizmetçilik” rolü biçenlerin kalıntıları hâlâ bu ülkede bir ihtilal özlemiyle yanıp tutuşurken Taksim’de onlarla kol kola girenleri düşünemiyorum bile.
Benim de zaman zaman eleştirdiğim ve hasbel kader ulusal medyada da yer alan yazılarımda da belirttiğim üzere Recep tayip Erdoğan da eleştirilmelidir elbet. Mevcut iktidar da sütten çıkmış ak kaşık değildir en nihayetinde.
Lakin gelmiş geçmiş ve gelecek bütün günahların sebebi olarak gördüğünüz; bütün günahın kefaret faturasını ödetmeye çalıştığınız iktidara biraz da haksızlık etmiyor muyuz acaba duygusu hiç aklınıza gelmiyor mu?
Şahsi düşüncem odur ki: Sadece ve sadece şu Ergenekon meselesindeki kararlılığı ve dik duruşuyla bile bu iktidar en azından biraz daha az eleştirilmeyi hak ediyor.
Bilinen bir söz var ya hani. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim derler. Taksim bileşenlerine bakıp da, esas itibarıyla Jıneps’i oluşturan ve bu günlere getiren omurganın en güçlü noktasına ve diğer arkadaşlara söylemek istediğim şudur. Neredeyse her sayıda en azından bir sayfanın sadece iktidarı eleştirmek vazifesini deruhte ettiği bir Jıneps Gazetesi kendi kamuoyumuzda da pek sevimli karşılanmıyor açıkçası.
Demokratlığından kuşku duymadığım ve arkadaşlığından onur duyduğum ve Jıneps omurgasının belkemiği Yaşar Güven ve yayın kurulundaki diğer dostlara arizamdır.