İnguş-Ghalghay Kuleler Mimarisi

0
590

Birçok araştırmacıya göre İnguşların kendilerine verdikleri “ghalghay” ismi, etimolojik köken bakımından “inşaatçı, kulede ikamet eden kişi” anlamına gelmektedir.

Daha Koban Döneminde (M.Ö. 1. binyılda) Yukarı İnguşetyalılar taştan yapılmış evlerde yaşamaktaydılar; bu evler siklopik yapılar olarak adlandırılmaktadır. Bu evlerden bazı örnekler Assin Ovasında bulunan Doşhakle, Kart, Hamhi ve Egikal köylerinde muhafaza edilmiştir.Yukarı İnguşetya’da tüm yerleşim yerlerindeki evlerde kule bulunduğu dikkate alınırsa, bu açıklama gayet mantıklıdır.

Ortaçağ döneminde İnguşlarda kule kültürü en büyük gelişmeyi kaydetmiştir. Kuleler; ikamet etme amacıyla kullanılan kuleler ve savaş kuleleri olmak üzere ayrılmaktadır; ayrıca her ikinin karması olan yarı savaş kuleleri de görülmektedir. İkamet etme amacıyla kullanılan kuleler X. yüzyılda inşa edilmeye başlanmıştır.

İkamet etme amacıyla kullanılan kuleler dikdörtgen tabana sahiptir ve kural olarak üç katlıdır. Tabanda kule ölçüleri 6-15 x 4-9 metredir. Yapının yüksekliği 8 ile 12 m. arasında, çatısı düz ve topraktandır. Yapının içine alt kat kapısından girilir. Bir sonraki katlara geçiş iç mekânların bir köşesinde yer alan menhol merdivenler ile sağlanmaktadır. Tüm yapıların ortasında, katlar arasındaki ahşap tavanlara destek görevi gören, taştan yapılmış bir direk yükselmektedir. İkinci ve üçüncü kat duvarlarında bulunan burç şeklindeki özel savaş yarıkları ve bazen çatıda sıra halinde dizilmiş olan taşlar, kulelerdeki savunma araçları idi. Her katın çok net bir işlevi vardı. Örneğin ahır olarak kullanılan birinci katta aynı zamanda hububat, hayvan yemi, çalışma araç gereçleri ve arabalar bulunuyordu. İkinci kat ikamet edilen yer, üçüncü kat ise misafir ağırlama yeri idi. Konutun ortasında her dağlı insan için kutsal olan ocak, ocağın üzerinde zincirle asılı duran, yemeklerin pişirildiği bir kazan durmaktaydı.

XII – XIII. yy. dönemi bir feodal parçalanmışlık dönemidir ve bu dönemde yapı ikamet edilen bir yerden ziyade bir savunma yapısına dönüşmüştür. Aynı dönemde yarı savaş kuleleri ortaya çıkmış, daha doğrusu konut artık savaş harekatının bir parçası haline gelmiştir. Assin Ovasında bulunan bahsettiğimiz Egikal ve Hamhi köylerinde ve birçok kule kompleksinde bu kulelerden birçok örnek görülebilir.

Yarı savaş kuleleri dikdörtgen şeklinde (ölçüleri: 4,5–5 x 5-5,5 m.) olup dört katlıdır; yükseklikleri 12-16 m.’ye ulaşmaktadır. Destek şeklinde taş sütunları yoktur. Bu kulelerin en önemli özelliği, üstte duvar kenarlarında savaş esnasında kullanılan burç aralıklarının mevcut olmasıdır; bu aralıklar küçük balkon şeklinde olan ve “maşikul” olarak adlandırılan taş rüzgârlıklarla kapatılmıştır. Aynı zamanda rahatça savaşmak için alt tarafları açıktır. Bu orijinal kalkan sayesinde düşmandan kusursuz bir biçimde gizlenmek ve düşmanı ağır kayıplara uğratmak mümkün olmuştur. Kulede bulunan aydınlatma ve gözlemleme pencereleri ile baca kapılarının büyük bir kısmı “maşikuller” ile aynı hat üzerindedir, böylece bunların gözlem altında tutulması ve gerekli durumlarda savunulması sağlanıyordu. Konut olarak kullanılan yapılara bağlantı, düz ahşap bir tavan, birinci kat seviyesindeki kapılar vs. ile sağlanmaktaydı.

Savaş kulelerinin görkemi özellikle dikkat çekmektedir. Bu tür kulelerin inşaatına XIII- XIV. yy. döneminde Moğol ve Tatar saldırıları ve Alanya ovasının fethinden sonra, dağlık bölgeye yerleşimle başlanmıştır. Kule kompleksinden oluşan bir nevi savunma sistemi kurulmuştur. Bu sistem tüm Dağlık İnguşetya’yı birbirine bağlamıştır.

Çatı şekli bakımından kuleler ikiye ayrılır; aynı zamanda klasik kule olarak da adlandırılan piramit-merdiven şeklindeki dörtkenarlı kuleler ve düz çatılı kuleler. Piramit şeklindeki savaş kuleleri, inşaat ustalarının bir savaş yapısına yeterince güvenilir bir mimari görünüm kazandırmakla birlikte görsel açıdan gerçekten güzel bir yapı ortaya çıkarma hünerlerini kanıtlayan bir örnektir.

Yaygın olarak savaş kulelerinde kat sayısı beştir. Aynı zamanda 6 katlı olanlara da rastlamak mümkündür (örneğin Assin ovasında yer alan Puy köyünde bulunan Ortaçağa ait piramit kule). Savaş kulelerinde birinci katın her zaman kesin olarak belirlenmiş bir işlevi vardır. Piramit şeklindeki kulelerin birinci katında çıkış yeri yoktur, zeminde derin taş kuyuları mevcuttur. İkinci ve sonraki katlara geçiş, katlar arasındaki tavanlardan geçen menhol merdivenler ile sağlanmaktadır. Tavanlar ise iki şekildedir. İkinci ve beşinci katlar her zaman taş kemerlerle son bulmaktadır, aynı zamanda bunların birincisi kural olarak çapraz çıkıntılı (keski ile işlenmiş) taşlarla takviye edilmiştir. Tüm diğer katlar ahşap tavanlarla bölünmüştür.Piramit şeklindeki savaş kuleleri temel kısımları dikdörtgen planlıdır (ölçüleri 4×4 m.’den 7×7 m.’ye kadar değişmektedir). Yükseklikleri 20 ve 30 metre arasında değişmektedir ve bununla birlikte birçok örnekte duvar açısının 11° olduğu görülmektedir. Kulenin piramit şeklindeki çatısı, bini yüksekliği 18-20 cm. olan birbiri üzerine basamaklı bir biçimde bindirilmiş parçalardan oluşmakta olup 15-20 cm.’lik ince kayrak karolar ile kaplanmıştır. Çatıyı oluşturan bu birbiri üzerine basamaklı bir biçimde bindirilmiş parçaların adedi genelde 13’tür. Piramidin tepesine uzanan kare şeklindeki küçük alanın üzerine kural olarak koni şeklinde bir taş konulmaktadır.

Piramit kulenin ikinci katı, diğer üç üst katta da olduğu gibi, savaşta kullanılan burç şeklindeki yarıklar ve aydınlatma pencereleri ile donatılmıştır ve hatta burada tüm yapıda tek olan dış kapı da yer almaktadır.

Orijinallik bakımından birçok diğer yapıya göre bu savunma yapısında en dikkat çeken nokta hiç kuşkusuz beşinci kattır. Bu kat aynı zamanda bir gözetleme noktasıdır.

Beşinci kat duvarlarının her birinin orta kısmına kemerli nişler yerleştirilmiştir (yükseklikleri 1,8-2,0 m., tabandaki genişlikleri 0,6 – 0,8 m.). Bunlar yarı yarıya küçük bir balkon şeklinde olan taş rüzgârlıklarla kapatılmıştır (“maşikul”). Nişin üst kısmı gözetleme yapmak için serbest bırakılmıştır. (Mujuhoyev, 1995. s. 30-31).

Yukarı İnguşetya’da en yaygın kule tipi klasik kulelerdir. Kural olarak bu tip kulelere alçak noktalarda, nehir ve derelere yakın yerlerde, dağ yamaçlarında ve düz yerlerde, düzleştirilmiş alanlarda, kısacası kolayca ulaşılabilir olan ve önünde doğal engel bulunmayan alanlarda kurulmuş büyük ve küçük Ortaçağ yerleşim yerlerinde rastlanmaktadır.

Doğal olarak bu tür alanlarda yer alan yerleşim bölgelerini korumak amacıyla güvenilir ve sağlam özel bir savunma setinin kurulması zorunluydu. Tepesinde piramit bulunan savaş kulesi de böyle bir özel savunma yapısı idi. Bu yapının yapımında düşmanın doğrudan duvardan yaklaşma olasılığı dikkate alınmıştı.

İlk olarak; savunma amacıyla kullanılan bu yapının girişi zeminden çok yüksektedir, kaldı ki bu tip kulelerde yapıya giriş sayısı da yalnızca birdir ve her zaman ikinci kat seviyesindedir. Amacın kuleye girişi zorlaştırmak olduğu düşünülürse bu gayet doğaldır. Bir karşılaştırma yapmak için şöyle açılayabiliriz; kural olarak zor ulaşılabilen yerlerde bulunan düz çatılı savaş kulelerinde kule sakinlerine kolaylık için ahşap kapılardan biri duvarın temeline yerleştirilmiştir. İkinci olarak; ikinci bölümde vazgeçilmez bir yapı detayı olan taş kemerli tavan mevcuttur, oysa ki diğer katlar, kirişler ve dikey bölmeli ahşap zeminle oluşturulmuştur. Düz çatıya sahip ulaşılması zor kulelerde taş kemer mevcut değildir. Bunun bir tesadüf olmadığı düşünülmektedir.

Taş kemer piramit şeklindeki kulenin üst katlarının savunması bakımından gerekli bir unsur idi. Örneğin eğer düşman yapının içine ikinci kattaki kapı boşluğundan girmişse, kuleyi savunanların direnmeye devam etmeleri yalnızca taş kemer mevcutsa mümkündü. Yeterli miktarda silah ve gıda stoku mevcut ise savunmaya devam edilebilirdi. Eğer tavan ahşap olsaydı saldırganlar büyük bir yangın çıkarabilir ve tüm mekân dumanla kaplanarak üst katta bulunan insanlar dumandan boğulabilirlerdi.

Daha önce de belirtildiği gibi piramit şeklindeki kulenin savunulmasında kullanılan ana nokta beşinci kattır. Bu kat savaşma gücünü, dört tarafta bulunan yarı yarıya “maşikuller” ile kapatılmış boşluklardan almaktadır. Bu düzen sayesinde, kuşatma altında olanların küçük taş balkonların ardındaki düşman tarafından açılan ateşe karşı emniyetli bir yerde gizlenerek tüm çıkışları, duvardaki boşlukları (pencere ve kapıları) ve kule dibini başarılı bir şekilde kontrol etmeleri mümkündü.

Yukarıda belirtilenlerden yola çıkarak piramit şeklindeki İnguş kulelerinin XIV. yüzyılının ilk yarısında ortaya çıkmış olabileceklerini söyleyebiliriz.

İnguşetya’da yalnızca kendi memleketlerinde değil, dışarıda da kule inşaatçısı olmaları ile ünlü aile ve ustalar bulunmaktaydı. Örneğin Djeyrah ve Assin geçitlerinde Yanda (Semenov, 1963, s. 71), Dugo Ahriyev ve Hazbi Tsurov, Barhin Köyünden Barhanoyev Ailesi gibi (Kokiyev, 1933. s. 221) birçok ünlü usta mevcut idi. Komşu bölgelerde yaşayan halklar tarafından kule inşaatı için davet edilen İnguş ustaları hakkında birçok efsane bulunmaktadır.

Yerli halk asırlar boyunca inşaat ustalarına büyük bir önem vermişti. Şöyle ki; bir inşaat ustasının öldürülmesi halka karşı işlenmiş bir suç olarak kabul ediliyordu. Kule inşa ettiren bir kişi ustanın hayatı ve sağlığından sorumlu idi ve ona her türlü imkânı sağlıyordu. Bu uygulama nedeniyle, geçmiş zamanlarda kule ya da sığınak sahibi olmayanların neden toplumda itibar sahibi olmadıkları da gayet iyi anlaşılmaktadır. Bu tür insanlar için alaycı ve aşağılayıcı bir tavırla “Ne kulesi var, ne de sığınağı!” deniliyordu. Kızlar evlendirirken de bu mutlaka araştırılıyordu.

Muazzam maddi kaynak ve güç gerektiren savaş kulesi inşaatı hakkında inşaat süresi bakımından katı kurallar mevcuttu (görünene göre XVI. yüzyılda); inşaatın bir yıl içinde tamamen bitmiş olması gerekirdi (365 gün ve asla bir gün fazla değil!).

Efsanelere göre inşaat ustası yedi yıl boyunca yaptığı işin kalitesinden dolayı sorumlu idi. Bu süre içinde yapının çatlaması, yıkılması ya da yapıda herhangi bir kusurun ortaya çıkması durumunda ustanın kabiliyetsizliği tüm topluma açıklanıyordu ve inşaat karşılığında aldığı parayı sahibine iade etmesi gerekiyordu. Bundan sonra da hiç kimse kendisiyle inşaat anlaşması yapmıyordu. Yalnızca en büyük ve yetenekli ustaların inşaatı tamamlanmış savaş kulelerine (örneğin Niy, Egikal, Sredniy Ozdik vb. köylerinde bulunanlar), yarı savaş kuleleri ile ikamet etmek için kullanılan kulelerde (Stariy Evloy, Puy, Vovnushki, Huli köylerinde bulunanlar) ve sığınak şeklindeki mezarlıklarda (Puy, Hamhi, Verhniy Ozdik, Erzi, Lyagji köylerinde bulunanlar) kendi elleri ya da parmaklarından iz bırakma onuruna sahip olmaları dikkat çekicidir.

Geleneklere göre İnguşlar ve komşu bölgelerde yaşayan halklar ile kuleyi inşa ettiren kişi, inşaat ustasının hayatından ve sağlığından tamamen sorumluydu, hatta gerekirse sık sık ustanın kaprislerine bile katlanıyorlardı. İnşaatın yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda emek gerektiren ağır bir iş olmasında dolayı işveren ustayı çok iyi beslemek zorundaydı. İnşaat ustasına ne kadar daha iyi bakarsan, yapı da bir o kadar güzel ve sağlam olacak ve istenilen sürede bitecek diye bir inanış hakimdi. Usta aç karnına çalışarak bir kaza sonucunda ölmesi durumunda inşaatı yaptıran kişinin kasten cinayet işlemiş olduğu kabul edilerek tüm sorumluluk onun üzerine bırakılıyordu. Dağlık bölgelerde ünlü bir efsane vardır. İnşaat iskelesinde çalışan usta kayarak kulenin en üst katından düşer; düşerken “Fetta, fetta” diye bağırmaya başlar, yani “açım”. İnşaat ustasının böyle bağırmasının sebebi ailesine kan parası ödenmesini sağlamaktır, fakat usta düşmeye devam ederken diğer taraftan da işveren tazminat ödemekten kurtulsun diye yüksek sesle düşmeden önce ne yediğini ve ne miktarda yediğini de saymaktadır (ekmek, tereyağı, peynir, et vs.). Fakat her ne kadar işverenin inşaat ustasının ölümünde bir suçu ya da katkısı olmasa da ustanın işverenin yanında çalışıyor olmasından dolayı tazminatın tamamen kaldırılması söz konusu değildi, yalnızca oranı düşürülebiliyordu. (Dahkilgov, 1976, s. 62).

İnşa edilmesi planlanan kulenin oturtulacağı temellere büyük önem veriliyordu. Bu amaçla işverenler ustanın yönetiminde monolitik bir kaya tabanına rastlanıncaya kadar zemini kazıyorlardı. Akşam olunca kazılan yere süt döküyorlardı. Ertesi sabah sütün zemin tarafından emilmemiş olduğu görülürse temelin uygun olduğu düşünülüyordu. Her şeyden önce usta köşelerin dördüne de büyük ve sağlam kaya blokları yerleştiriyordu. Doğal olarak inşaata başlamadan önce farklı ritüeller ve büyücü ayinleri yapılıyordu. Bu dört kaya parçasının çok değerli doldukları düşünülüyordu. Anlatılanlara göre bunlar damatların hediyesi idi. Bir İnguş’un diğer bir İnguş’u herhangi bir sebeple ziyareti vesilesiyle yanında bir taş getirmesi büyük bir saygı göstergesi idi.

Halk tapınak veya türbe gibi kutsal ve dini yerlerin inşaatını en yetenekli ve ünlü inşaat ustalarına sipariş ediyordu. Bu tür yerlerin inşaatına para ödenmediği için ustanın yapıda kendi el izini bırakmasına da izin verilmiyordu. Dini yapıların inşaatında tüm yetişkin erkekler aktif bir şekilde görev alıyordu; geleneklere göre her aile büyük bir taş ve yiyecek ya da iyi beslenmiş bir koyun getirmek zorundaydı.

Günümüzde İnguşetya’nın Dzheyrakh Bölgesinde bulunan ve Dzheyrakh-Assin Tarih, Mimarlık ve Doğa Açık Hava Müzesine dâhil olan Vovnushki kompleksi savunma ve savaş kulelinden oluşan en ünlü komplekstir.

Not: Yazının hazırlanması ve çevirisindeki çabası için Uz. Dr. Kerim Kenan Coşkun’a teşekkür ederiz.


Albogachieva Makka Sultan-Gireevna

Araştırma Görevlisi, Tarih Bilimi Doktoru

Makka, 16 Kasımda 1961 yılında Gamurzievo köyünde doğdu. Aynı yerde okulu bitirip, 1978 yılı sınavlarında başarılı olup eğitime başladığı Çeçen-İnguş Devlet Üniversitesi’nden 1984 yılında mezun oldu.

1995 yılında St. Petersburg Avrupa Üniversitesi Açık Lisansüstü eğitimine başladı. 2000 yılında Milli Kütüphane’de “Pratik Secere Okulu” dersi aldı. 2001 yılında, Antropoloji ve Bilimler Akademisi Etnografya Müzesi Kafkasya Bölümü’nde çalışmaya başladı.

2007 yılında “İnguş halkının Etnografya ve Tarih – Yazılı Bilgileri XVIII – XX. yy” konusuyla ilgili tez savundu.

St. Petersburg Milliyetler  Evi “Petropolis” Araştırma Merkezi, St. Petersburg Bölgesi Müze Çalışanları Birliği, Paris’teki Kafkasya Araştırmaları Derneği (Fransa) üyesidir. Ayrıca “Platon” ve “Tarih, Siyaset, Hukuk” dergileri Yayın Kurulu üyesidir.