ÇERKES SORUNU HAKKINDA TÜRK KAMUOYU ve TBMM’ye II. SUNU

0
553

Mehmet Fetgeri Şoenü

15 Kasım 1923

Geçenlerde Türklüğün temiz ve büyük vicdanına, Çerkes sorunu hakkında ilk sunumuzu yükseltmek için bir risaleciky ayınladık. Ruhumuzun içtenliğinden kopan o iniltiyi ıssız bir çöle mi haykırdık, ne yaptık bilmem. İki buçuk aylık bekleme bize onun karşılığı iniltiler dışında bir yanıt, bir iyileşme ve bir ilaç vermedi.

En feci yön: Alnına haksız yere bir hıyanet damgasının bir marka gibi vurulmuş bulunması ve ona el dokunduran, dil uzatan her kişinin de o hıyanetten pay almış sayılmasına ilişkin yaşayan kötü kanıdır. Halbuki hıyanet yoktur. Çerkes Türk’e hıyanet etmemiştir ve edemez. Bu onun erkeklik ruhuna sığmaz…

…Abdülhamit Han döneminde “özgürlük” bu dönemde “saltanat” nasıl ürkütüyor idiyse “Çerkes” adından da öylece kaçınmak gereği duyuluyor. Bunun nedeni nedir? Doğrusu kestiremiyoruz…

Yine bu durumun acı bir sonucu olsa gerek; iki buçuk aydan beri sessizlikle boğulan ilk sunumuzun hedeflerinden biri olanTürk kamuoyunun aynası olan basın bile bunca gerçek yüzsüzler arasında bu derde ilaç olacak birkaç cümleyi esirgedi, sustu, o kadar sustu ki… Eğer sen ve ben gürültülerine verilen kışkırtma olmasa, karşılarına çıkan bu sorunun, büyüklüğü, ürkünçlüğü ve korkunçluğu önünde basın büyüklerinin dillerini yutmuş olduklarına karar vermek işten bile olmaz. İkinci hedef olan Büyük Millet Meclisi’nin birleşik öğeleri, saygıdeğer milletvekilleri de aynı tavrı takınmayı yeğlediler…       

Fakat sıcak koltuklar içinde tatlı ve hülyalı geçen bu kayıtsız zamanların yanı sıra Ulukışla’dan Niğde, Kayseri, Sivas ve Van dolaylarına kadar bütün yol uğraklarında, yırtık çadırlar altında yıkık ahırlar içinde Azrail’i bekleyen 14 köyün birkaç bin perişan kadın, çocuk, yaşlı, dul ve yetimi, aç, susuz, hasta, çıplak iyi edici bir söz, tek bir söz, suçsuzluklarını doğrulayan bir söz duymak için baştanbaşa kulak kesilmiş duruyorlar…

Sorarım; susan basın, siz bunları bilmiyor musunuz? Ve yine sorarım; ulusun saygıdeğer milletvekilleri bu binlere varan suçsuzlar yönetime sizleri seçen ulusun çocuklarından değil mi?

Sonra, diğer bir yanda henüz yerlerinde kalan, kaldırılmayan, dağıtılmayan otuz köyün birkaç mutsuzu daha var ki onlar da özellikle yapılan propagandaların etkisiyle bütün taşınır mallarını, hayvanlarını bir bardak su değerine ellerinden çıkarmış, sıra bekleyerek yokluk çekiyorlar.

Ne kadar yazık… Çocuğuyla çoluğuyla, ana-babası, aileleriyle bir kuşak yok oluyor.

Türk vicdanının yeterli tercümanları saydığımız düşünceleri özetlemek gerekirse, kendiliğinden şu yazı doğar;

“Türkiye’de bir Çerkes sorunu yoktur ve olamaz. Türk için Çerkes’in yok edilmesini söz konusu yapmak saçmadır. Bundan dolayı göçürme ve öldürme de düşünülemez. Çünkü Türk şimdiye kadar Çerkes’i kendisinden ayrı bir şey saymamıştır.

Ancak savaş durumunun ve belki biraz da siyasal ve sosyal bilinmezlerin gereksinme gösterdiği, geçici bir özel durum ortaya çıkmış ve bunun gereği olarak bazı köylerin yerleri değiştirilmiş olabilir. Bu genele yönelik sayılmamalıdır. Olağanüstü durumların, olağanüstü uygulamaları olup geçici şeylerdir”.

Böylece özetleyebildiğimiz dost düşüncelerin içtenliğinden kuşku duymuyoruz.

…Bu dakikada bizim de dostlarımız gibi olumsuzlama ve yadsımayı gerçekten istediğimiz Çerkes Sorunu” gerçek ve acı bir şekilde var bulunuyor. İsterseniz siz bütün gücünüzle “böyle bir şey yoktur” diye bağırınız.Ortada kaybolan şey sorun değil sorunun iç yüzüdür. Geçenlerde onur verici bir görüşme yaptığımız çok değerli, aydın ve saygın bir milletvekilinin düşünceleri bunu bir dereceye kadar aydınlatıyordu.

Buyuruyorlardı ki; Çerkes sorunu yoktur. Çerkeslerin yok edilmesi ne hükümetçe ne de meclisçe düşünülmemiştir. Yalnız hızlı bir asimilasyonun gerektirdiği Türk yoğunluğunu sağlamak için bir bölme ve paylaştırma işi vardır. Yapılan şey bundan ibarettir. Bu da doğaldır. Hatta şimdiye kadar bulundukları yerlerde asıl öğeden daha yoğun kalmış yöreler varsa onlar da dağıtılacaktır. Bu uygulama sırasında hiç kimsenin en küçük bir zarara uğramaması, yalnız bir eksikliği giderme yolculuğu yapar gibi bir köyden diğerine taşınması ilkesi izlenecektir. Eğer zulümden söz ediliyorsa, buna engel olmak için dağıtma, yönlendirme ve yerleştirme görevlilerini Çerkesler arasından seçmek ve atamak çok olanaklıdır.”

Biz bu yaklaşımı enine boyuna düşündük. Bir yol gösterici gibi ileri sürülen bu düşünceyi açıklayacak iki yol dışında bir yerde ışık görmedik. Bulduğumuz yollar şunlardır:

1-     Çerkeslere inanamamak ve güvenememek, onların ilk fırsatta ayaklanma ve devrim ile ya bir özerklik ya da bağımsızlık isteyeceklerine inanmış olmak.

2-     Maddi ve manevi örgütlenme ve varlık akımından Türkleri Çerkeslerden aşağı bir düzeyde dolayısıyla onlarca sömürüleceğini kesin saymak.

Hükümetin salt zorunlu bir etkenle belayı uzaklaştırmak için hazırladığını sanmak istediğimiz, 2 Mayıs 1923 kararname uygulaması… bir faciaya dönmekten kurtulamamıştır.

Buna tanık Gönen ve Manyas’a bağlı yörelerde, yetkiyi kötüye kullanma olarak nitelenebilecek bir genişlik ve özellikteki uygulamalardır. Bugün oralarda, yalnız Çerkeslerin olmak üzere, hem de Türklerle karışık olanların yalnız Çerkeslerin seçildiği on dört köyün yerinde yeller esiyor

Mademki bir Çerkes sorunu yoktur, ya bu mutsuzlukların anlamı nedir, çayırlarda tırnaklarıyla ot kökü çıkarıp karınlarını doyuran bu yoksulların suçu neydi? Ne günah işlemişlerdi?Bunları gerçekten bilene rastlamadık.

Yalnız bir şey öğrendik; o da resmi ağızlardan yarı belirsiz olarak sızan kanıt ve ipuçlarıdır. Bunlara göre Çerkesler, en çok da bu on dört köyün, on dört türlü mutsuz olan insanları Yunanistan’da kurulan “Anadolu İhtilali Cemiyeti Osmaniyesi” ile ilgilenmekten sanıktırlar.

Bu doyurucu bir yanıt değildir…

Çok iyi biliyor ve iddia ediyoruz ki: Artık bir daha dirilmesi olanağı bile kalmayan “Anadolu İhtilal-i Cemiyeti Osmaniyesi” Türklüğün olmadığı kadar, hatta ondan çok daha fazla Çerkeslerin de zararınaydı. Buna Çerkesler genel olarak katılmamışlardı.

… O yalnız, kuyruk acısı ile kıvranan üç beş kişinin Yunanlılık çıkarına kendi öçlerini almak için atıldığı maceraperestlikten başka bir şey değildi. Onun adına Anadolu’ya yayılan bir avuçölüme susamış serseri var idiyse, bunların ancak az bir bölümü Çerkesti. Geri kalanı Çerkes olmayandı, Türk ve Yörük’tü.

Sorun biraz derinleştirilince bu gerçek kendiliğinden görünüyor, açığa çıkıyordu. Lozan Konferansı’nın çok gergin bir dönemiydi. O sıralarda gazeteler Yunan adalarından ve kıyılarından kopan çeteci fırtınalarının Anadolu kıyılarına çarpıp parçalandığını kesintisiz gösteriyorlardı. İşte Çerkeslerin son felâketine ilk başlangıç bu olaydan doğuyordu. Resmiyete göre göçürmeye neden olan yalnız bu çeteler ve siyasal eşkıya idi.

Resmiyetin gösterdiği bu gerekçeyi ele aldık, derinlemesine inceledik. Ulaştığımız sonuç yalnız Çerkeslerden 14 köyün dağıtılmasına bu sorunun temel bir neden oluşturamayacağını ortaya koydu.

Yunanlıların Anadolu’dan kovulmasından barışın imzalanmasına kadar geçen süredeYunanistan’dan Biga, Manyas ve Gönendolaylarına yalnız üç siyasal çete girmişti:          

1- Mülazım-ı evvel Mehmet Ali Çetesi (Asteğmen)

2- Kel Aziz Çetesi

3- Kanlı Mustafa Çetesi

Birinci Çete:

1922 yılı Kasım ayında Ayvalık dolaylarında sınırı geçmiş… Sayısı 25 ile 30 kişi. İki kola ayrılmış. 7 ile 9 kişilik bir kol Yörük İsmail Efe, bir söylentiye göre de Çallı Kadir Efe adında birinin emri altında İzmir dolaylarına, diğerleri de Manyas dolaylarına yönelmişlerdi… Çetenin asıl komutanı Mehmet Ali bir Türk genci.

Bu çete … Dikili’de ilk çarpışmayı yapıyor. Mehmet Ali yaralı olarak ele geçiyor. Başıbozukları örgütlemek görevi Mürüvvetler köyü halkından Takığ Şevket’e geçiyor.

Özellikle derinlemesine inceledik: Bu 25 (veya 50) kişiden yalnız 6’sının Çerkes geri kalanın da Türkmen ve Yörük olduklarını öğrendik.

…Bu çetenin en son ele geçirilen kişisi Takığ Şevket, 7 Haziran 1923’te ölü olarak ele geçirilmiş. Halk tarafından Şevket’i saklamış olmakla en çok suçlananlar;bir teyzesi ile Çerkes olmayan bir eniştesidir. İlki on yıla mahkum edilmiş, ikincisi beraat etmiştir… Çerkes halkı öyle sanıldığı, sayıldığı gibi bu adamları korumuş değildi.

 

İkinci Çete:

1923 Nisan’ın 23’üncü Pazartesi günü Bayramiç dolaylarında Dalyan iskelesindenTürk topraklarına ayak basmış… Kel Aziz adında eski bir haydudun emrinde olan bu çetenin sayısı 19 kişi, içlerinden ikisi Müslüman olmayan, üçü (bir olasılık) Çerkes, geri kalanıBursa ve İzmir dolaylarından…

Bu çetedeki, çete başı ile birliktedört Çerkesin hemen üçü o kıyıların ve o illerin çocuklarından değil… Araştırma bunların daha yukarı ve içeri sancaklara bağlı oldukları olasılığı gösteriyor. Bu nedenle halk onları tanıyamıyor.

Bu durumda onların tanımadıkları ve tanınmadıkları dağlarda, bilmedikleri köyler arasında bir iş görebilmeleri düşünülemezdi…

 

Üçüncü Çete:

Anzavur’un oğlu Kadri’nin birkaç arkadaşıyla güçlendirdiği Bigalı Kanlı Mustafa çetesi. 1923 Mayıs’ının sonlarına doğru Çanakkale’deki İngiliz işgal bölgelerinden yararlanarak sınırı geçmiş… Biga’ya girmeden yaptıkları bir çarpışmada perişan edilmişler. Kadri ve bazı arkadaşları, kimi ölü, kimi yaralı olarak ele geçirilmişler.

Bu çetede Çerkes ve Türk karışıkmış… Kanlı Mustafa’nın yardakçıları çetenin ana direğini oluşturuyormuş. Ve bunlar bütünüyle Çerkes olmayan Türkmen, Yörük vb. diye gösteriliyorlar…

Üç çetede toplam sayıları 70 ile 150’yi geçmeyen bu serserilerin toplamları kimilerince en çok 170’e çıkarılmaktadır. Her iki durumda da Çerkes olanları sayısı için 15’ten çok bir rakam verilemiyor. Diğerlerinin kim ve ne oldukları gerçekten çok yerinde bir soru ve merak konusudur.

Soygunculuğun Önlenmesi Yasası’nın Millet Meclisinde incelenip, tartışıldığı sırada eski Bakanlar Kurulu başkanı … savunma amacıyla şöyle buyuruyorlardı:

Efendiler, soygunculara yataklık edenlerin içeriye gönderilmesi demek hiçbir zaman genel bir göçürme değildir. Bu gibilerin sayısı çok sınırlıdır. Bu maddeye dokunmayınız…”

Madde yerinde bırakıldı, yasa onaylandı. Ama sınırlarına nelerin girebileceğini, düşünülmeyen genel deyiminin ne kadar elastiki bir anlamı olduğunu Çerkes köyleri duyurup duruyor.

Göçürme ve öldürme deyimleri birçok dostumuzca ayıp karşılanıyor,“Ne göçürme var, ne de öldürme, yalnız olağanüstü koşullar uygulaması”deniyor.Göçürmenin sözlük anlamı istem dışı yer değiştirmek değil midir? Öldürme ise yalnızca satırlarla, baltalarla kafa kesmek, cesetleri ateşte kebap yapmak mı demektir? Ne yolla olursa olsun, ölümler doğuran hareketler de bir çeşit öldürmeden başka, nedirler? Çerkesler için uygun görülen, hafif ve zarif deyimle olağanüstü koşulların, olağanüstü uygulamasından olan içeriye göndermek siyaseti, bu iki kelimenin anlamlarının en güçlü görünümünü göstermiyor mu?

İlk kaldırılan köy, birinci çetenin parçalanmasını izleyen 1922 yılı Aralığında sancak içinde Kebsut nahiyesinin köylerine işin gelişi paylaştırılan Mürüvvetler köyüdür. Takığ Şevket bu köydendi, şimdi Şevket çoktan ölmüş, çeteden en küçük bir iz kalmamış, ancak bu köy yine de yerinegetirilmemiş…

Asıl göçürme ikinci çetenin, yani Kel Aziz Çetesinin ayaklanmasından sonra başlamıştır. 2 Mayıs 1923 Çarşamba günü cami kapılarına asılarak duyurulan İçişleri Bakanının bir genelgesi, göçürmenin acıklı özelliğini ve genişleme yeteneğini çok açık olarak göstermektedir.

Üç madde üzerine kurulu olan bu genelge şöyledir:

1-   Anadolu İhtilâl Cemiyeti’nin gönderdiği soygunculardan her hangi birinin bir köyde barındığı, beslendiği haber alındığında, o köy Anadolu içlerine dağıtılacaktır.

2-   Sözü geçen kişilerin köyde gizlendikleri birliklerce öğrenilip çatışmaya girildiğinde, köyün yanmasına neden olunduğunda, birlikler kesinlikle sorumlu olmayacak bu sorumluluk köylerin olacaktır.

3-   Bu gibi kişilerin, saklandıkları yerleri bildirenler ya da yakalanmalarını kolaylaştıranlara 200 lira ödül verilecektir.

Olağanüstü durumun belki de gerektirdiği bu koşullar, gerçekte çok feci ve insafsız bir sonuç hazırlamış oluyordu. Bir kişinin hareketinden bir köyü sorumlu tutmak gibi, çeşidi bilinmeyen cezaların yıldırma ve korkulmaktan başka anlamını bulmak çok zor bir şeydir…

Bu köylerin birçoğu soygunculara değil yataklık etmek, hatta kişilerini bile görmemiş, tanımamışlar. Hem bugün artık çok iyi görünüyor ki korkutma ve yıldırma ile birlikte kişisel bir düşünceye dayandırılan budağıtma işlemi, çok keyfi olarak uygulanmış genelgenin birinci maddesi ile duyurulan genel anlam yalnız Çerkesleriamaçlayan özel bir koşula dönüştürülmüştü.

…Bir köyün kaldırılması için, her şeyden önce onun Çerkes olması, ikinci olarak da küçük bir ihbar ya da dayanak, önemsiz, bir kuşku yeterli oluyordu. …Her tarafta Çerkesler aleyhine korkunç bir propaganda yapılıyor ve bütün gücüyle gelişiyor. “Hain Çerkes” her dilde yer edip gidiyor…

…Kaldırılan 14 köyün arasında Çerkes olmayan bir köyünbulunmamasına, Türk, Rumeli Göçmeni ve Çerkes karışımı beş köyden yalnız Çerkeslerin seçilip alınmasına başka bir anlam vermek o maddeyi yalanlamak demektir.



Kaldırılan bu 14 köyün, çizelgede görüldüğü gibi yaklaşık ev sayıları 775, nüfusları ise en az bir hesaplamayla, her ev için yaklaşık beş nüfus kabul edildiği zaman 3.775 rakamını veriyor. İşte şimdi bu toplam konutsuz, yurtsuz, araçsız ölümün ağzına bırakılmış duruyor.

Asıl acınılacak durum, geride kalanların da onlar kadar çıplak kalmalarıdır. Yaptığımız araştırma adlarını aşağıda sıraladığımız 30 köyün, yaklaşık 1100 evinde 5800 nüfusun da göçürülenlerle aynı yoksulluk içinde, zorunlu olarak dilenciliğe mahkûm bulunduğunu çok güzel gösteriyor.

Geniş olarak ve yetkin bir biçimde uygulanan propagandalarla, ellerindekini sokağa atar gibi satıp,nöbet beklemeye koyulan köylerin adları şunlardır:


Bu köyler yılın tarım mevsimini buyruk uyarınca boş geçirmişler, ekim yapmamışlardır.

Satışın su pahasına olduğunu eklemek bilmem gerekli midir? Normal koşullarda 200 lira olan bir çift öküz 30 en çok 40 liradan, koyunun çifti 7-8 liradan fazla para etmiyor, beygir en çok 20-25 lira tutabiliyordu. Hele göçürüleceklerinin bildirilmesiyle birlikle, jandarma ve asker tarafından kuşatılarak, karışmaları engellendiğinde yalnız sınırlı ve bilinen çıkarcıların katılabildiği artırmalarda satılan mal ve hayvanlar büsbütün havaya gitmişti…

Ürkünç bir akım her şeyi,bütün komşularını, bütün dostlarını aleyhlerine döndürmeyi başarmıştı. Kin o boyutlara ulaşmıştı ki insan şaşar.

Ulaşabildiğimiz şaşılacak olaylardan, dikkat çeken ikisini, bir ölçü olur ve bir görüş belirtir diye saptıyoruz:

Manyas’a bağlı Hacıosman köyünden Çov İsmail Efendi adında bir asteğmen Genel Savaş’ta (I. Dünya Savaşı) Sina Cephesinde görevlendirildiği köprücü bölüğünde, görevi başında şehit düşmüş.

Eşi Rumelili bir Türk kadını öksüz yavrusu ile uzunca bir süre önce kocasının ailesine sığınmış. Ne zaman ki göçürme başlamış, bu şehit ailesi de sel önüne düşmüş bir kum tanesi gibi sürükleniyor… Kadıncağız başvuruyor, haykırıyor, çığlık atıyor! “Yahu ben Türk’üm” diyor ve bunu nüfus cüzdanı ile kanıtlıyor.

-Çok güzel, öyleyse sen kal, fakat (13-14 yaşındaki kızı için) bu gidecek, çünkü Çerkestir!

Yanıtını veriyorlar. Mutsuz kadın kendini yokluğa bırakıp, başka bir yolla şehit olarak kocasına kavuşmayı, yavrusundan ayrı kalmaya yeğliyor. Ve köylüsüyle birlikte ölüm yoluna koyuluyor…

Manyas’a bağlı Bolcaağaç köyünden Nauke Yakup oğlu Reşit adında biri, başından sonuna kadar Milli Hareket’e canıyla, başıyla gerçek olarak katılmış, bir mücahit. Sürekli yolculukların sıkıntı ve zahmetleri yüzünden verem oluyor. Kastamonu Sağlık Kurulu kendisine hava değişimi veriyor. Köyüne gönderiyor. Köy göçürülürken bunu da birlikte sürüyorlar. Kan tüküren hasta ciğerlerinden çıkabilen kısık sesi derdini anlatmaya yetmiyor. Zavallı kan tüküre tüküre, köyünü, köylüsünü ancak Afyonkarahisar’a kadar izleyebiliyor, oradan ileriye gücü yetmiyor. Göçürme görevlilerinin çok gördüğü dinlenmeyi, Allah’ı, orada ona sonsuz olarak bağışlayıp karma karışık insanlığın, ihtirasları arasından çekip alıyor…

Bu gibi olaylar çok sayıdadır.

Bu uygulamayı düzeltmeye yönelik Ağustos 1923 tarihli, elimize geçen resmi bir genelgenin içeriğini vermeyi…

 

Milli Savunma Bakanlığı’ndan İstanbul Komutanlığına gelen cevap mektup Bakanlar Kurulunca kabul edilen kararname koşullarına uyularak, içeriye taşınan köylerden, hayatta bulunan subay ve asker kişilerin, karılarının ve geçimlerinden sorumlu oldukları akrabalarının, Anadolu İhtilali Cemiyeti’nin Anadolu’ya çıkardığı ve çıkaracağı düşünülebilen soyguncularlailişkili olmadıkları ve sabıka kayıtları düzgün olduğu takdirde gönderilmeyerekayrıcalık gösterilmesinin uygun görüldüğü, bundan başka gerek milli savaşta, gerek çarpışmalarda ve gerekse soyguncu izlenmesinde şehit olanların dul zevceleri ve evli olmayan kız kardeşleri ile çocukları ve yaşlı baba ve anneleri de gönderilmede ayrı tutulmuş olup bu nedenle ilgili iller ile bakanlığımıza doğrudan bağlı sancaklara duyurulduğundan bu gibileri, yanlışlıkla gönderilenler varsa, yerel sivil yönetime başvurduklarından geri gönderilecekleri, Savunma Bakanlığı’ndan bildirilmektedir.Bilgi edinilmesiyle bu gibi ailelere askere alma şubeleri ve diğer makamlarca kolaylık gösterilmesi ve yukarıda açıklandığı gibi işlem yapılması duyurulur. 23.8.923

Eksikliğin ve yanlışlığın, yetkiyi kötüye kullanmanın anlaşılmaya başladığını duyuran bu genelge her halde teşekküre değer bir şeydi.

Buna göre göçürülen köylerden çok azının ayrı tutulmasıyla hemen hepsinin geri gelmesi gerekiyordu. Çünkü o köyler arasında da bu sayılan nitelikleri benliğinde toplayamayacak hiç kimse yoktur ya da çok az kimse vardır.

Bu genelgeden sonra aylar geçti. Dönebilenlerin ancak 20 ev kadar olduğunu öğreniyoruz… Hükümet istese ve onaylasaydı bütün sürgün Çerkeslerin bu genelgeden yararlanarak dönebilmiş olmalarının gerekliğine inanıyoruz…

Aslında bu göçürmeye resmi bir renk veren eski kararname bugün küçük bir değişiklikle yasalaşmış bulunuyor. Geçenlerde meclisten de çıktı. “Soygunları önleme” adını taşıyan bu yasanın özel bir maddesi, anımsadığıma göre yedinci maddesi, soygunculara yardım ya da yataklık etmekten sanık olarak kaldırılan kimselerin, o soyguncular temizlendikten sonra dönmekte özgür olduklarını belirtmekledir. Çerkeslerin bu sıkıntı bataklığına saplanmasına neden olan çetelerin, çetecilerin ise artık kemikleri bile çürümüş bulunuyor.

“Yeryüzünde acılardan büyük bilim dersliği” olmadığına bakılırsa, aylardan beri acının koynunda okuyan bu köylerin aldıkları ders yetişmez mi? Bize öyle geliyor ki… Onların her biri şimdi birer zaman ermişi olmuştur!

Bunu resmi ağızların da onaylamasını, hükümetin bir duyuru ile bildirerek, insancıl görevini yerine getirmesini candan ve gönülden dilediğimizi söylemekte kararsızlık göstermeyiz. Bunda yarar vardır, barış vardır, ışık vardır…

Her şey gözden uzak, yalnız bu nedenle dönmelerine hiçbir yasal ve düzene ilişkin engel kalmadığı, şimdi damıtıldıkları yaban ellerde serseme dönen suçsuzların yerlerine getirilmeleri nedenlerinin hızla bulunması dileğiyle, yardım dileyen, dertlere derman arayan sözlerimize bir son veriyoruz.

(Kısaltılmıştır)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz