Değişim ve birlik

0
424

Bireylerin ideolojik görüşleri yaşama biçiminden sosyal ilişkilerine kadar; birey ilişkilerinden devlet ilişkilerine kadar belirleyicidir denilebilir. Dünya görüşü de denilen ideoloji, bir anlamda bireyin var olma biçimidir de. İletişim çağı dediğimiz günümüzde eskiye oranla bir dünya görüşüne sahip olanlar olmayanlardan çoktur denilebilir. Yanlışlığı, doğruluğu göreceli olan dünya görüşü bireye ya da bireyler topluluğuna göre de değişir. Konumlanışları açısından biri birine zıt/düşman olabildiği gibi, birini diğerinden ayırmakta zorlanacağımız kadar biri birine yakın olanlardan da söz edilebilir. Bireylerin toplum içinde siyaseten mevzilenişinde belirleyicidir. “Bizden”, “benden” gibi halk arasında kullanılan kişisel; ya da, organize olmuş ideolojiler veya siyasi partilerin de karşılıklı konumlanışını belirler. Gündelik yaşam içinde yan yana olanlar, hatta kan bağı olan akrabalar ya da aile içinde bireyler bile bu anlamda biri birine düşman olacak kadar ayrı kulvarlarda olabilirler. Çerkeslerin gerek diasporada gerek se anavatanda toplum olarak var olma biçimlerini genelden farklı olmadığını söylemekle, yeni bir şey söylenmiş olmayacak. Ama genel olarak bir kez daha sesli düşünmenin de bir zararı olmaz sanırım.

Çerkeslerin toplumsal/tarihsel süreçleri açısından bakıldığında siyasette ya da siyaset diplomasisinde çok başarılı olduğu söylenebilir mi, emin değilim. Uzun süren Kafkas/Rus savaşları boyunca ya da savaşın sonunda siyasi diplomasi yürütüldü mü, incelemek gerek sanırım. Alanı biraz daraltırsak, diaspora Çerkeslerinin muhaceretteki siyaset ve diplomasi süreçleri, genelde merkez büyük gücün yanında, yedeğinde olduğu söylenebilir. Merkez gücün yedeğinde olmaları anavatanda büyük güce yenilmeleri sonunda oluşan toplumsal travma ile ilgili olabilir mi acaba… Yenilgi sonrası büyük güçlerin dostluğunu kazanmak ve sürekli kılmak gibi bir çabaları olmuştur denilebilir mi? Kaldı ki bu dönemde, ideolojik çeşitlik günümüzdeki kadar değildi. Merkezden-kraldan yana olmakla karşı olmak kadar sade olan feodal dönemden farklı olarak yüzyılın sonunda ideolojide çeşitlenme kapitalizmle birlikte başlamış ve sürekli çeşit olarak versiyonlarını üreterek çoğalmıştır. Günümüzde sayısını bile bilemediğimiz kadar çeşitlilik göstermektedir dersek abartmış olmayız. Osmanlı Devletinin parçalanma dönemi aynı zamanda ideolojilerin de parçalanarak bir anlamda yenileri üretilerek çoğaldığı dönemdir diyebiliriz. Osmanlının yıkılmasıyla da iki ana akım olan yeni cumhuriyet fikri ile eski devlet yapısı arasında Çerkes aydınları ve ileri gelenleri yeni’den yana olmuşlar; kurtuluş savaşının ana karargah gücü olarak savaşmışlardır. Kemalizm, Kürtler gibi Çerkesleri de tasfiye edinceye kadar da yeni cumhuriyetten yana olmuşlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra başlayan kuruluş döneminde artık baskın ulus olarak Türk ulusu kabul edilmiş ve tüm diğer azınlıkların kuruluş dönemi katkıları ve fedakarlıkları dikkate bile alınmadan tasfiye edilmişlerdir. Çerkes aydın ve ileri gelenlerin tasfiye edilmesiyle, tamamına yakını kırsal kesimde yaşayan Çerkesler içe kapanmış, merkeze ve gelişmelere uyumlu olmayı göreceli olarak kabul etmişlerdir. Tarihinde olduğu gibi merkezi büyük güce karşı olmak değil, tam tersine gönüllü uyum içine girmişlerdir diyebiliriz. Milli şef döneminde CHP , Menderes döneminde DP, Demirel döneminde AP, günümüzde ise, AKP siyasetleri çoğunluğun siyaseti olarak yaşanmış ve hâla yaşanmaktadır. Büyük güç travmasını günümüzde de atamamış görünüyor. İstisnalar dışında, bu genel durum 60 anayasası sonrası göreceli demokrasi döneminde çeşitlenen siyaset içinde aydın kesimin yayıldığını söylemek mümkündür. Ancak her dönemde olduğu gibi bu dönemde bireylerin politika içinde var olma biçimleri Çerkes olarak değil, vatandaş olarak olmuştur. Bu durum sadece Çerkeslere özgü değil, Kürtler de aynı durumdaydı. Kürtler, 80’li yıllarda ana politikadan koparak, ulusal politika geliştirmeleriyle ana gövdeden kopmuşlardır. Kürt politikası, ulus/toprak ilişkisi nedeniyle buna olanak sağlamışsa da; Muhacerette olan Çerkeslerin benzer bir politika oluşturmasının koşulları zaten yoktu. Ulusal lobi politikası geliştirmek için de yeteri kadar istekli, yetenekli veya siyasi öznelere sahip değildi. Gerek sermaye dayanışması olarak, gerek emek, gerekse de aydın dayanışması olarak siyaseten bir lobi faaliyeti oluşturamamış; tek tük özneler de var olanın içinde öznel bireyler olarak yer almışlardır. Bulundukları yerde ulusal bir duruşla bulunmamışlar, kendi cemaatini de bulundukları yerde yoğunlaştırmaya çalışmışlardır. Bütün bu duruşların ana düşüncesi, gelişme ve kurtuluş, bütünün parçası olarak mümkündür şeklinde idi…
Günümüz, ideolojilerin yeniden sorgulandığı ve revize edildiği ve buna bağlı olarak her kesimin yeniden konsolide olduğu bir dönem. Tek kutuplu dünya göreceli olarak tek ideolojinin baskın olduğu sürece evrildi. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla dünya siyaseti uzun süre siyaseten konsolide olamadı. ABD siyaseti konsolide etmek için öteki kutbu yaratamadı. On bir eylül ikiz kuleler saldırısıyla batı ile siyasi İslam arasında konsolide süreci başlamıştır denilebilir. AKP’nin ortaya çıkışı ve iktidara gelme başarısı buna denk gelmesinde. Türkiye’de siyasi İslam’ın bir kanadı kendisini yenilediği algısını yaratmış, inandırmış ve kuruluşundan iki yıl sonra ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiştir. AKP dışında hiçbir siyasi güç yenilenme algısı yaratamamıştır. Bu nedenle ya siyasetten silinmiş ya da etkisiz eleman durumuna düşmüştür. Eskiye ait tek bir politik özne bu gün sahnede görülmemektedir. Bu durum devam etmektedir.

Çerkesler de bu yeni dönemde farklı bir sürece evrilmişlerdir. Kafkasya da ortaya çıkan federasyon içindeki cumhuriyetler ya da bağımsız cumhuriyetler üzerinde düşünmeye başlamışlar, diaspora Çerkeslerinin anavatana göç ettirme fikri aydın kesimde ilgi gördü. Ütopik yanları olsa da bu düşünce diasporada asimile ile yok olan Çerkesler için kısmi de olsa bir kurtuluş, anavatanda da nüfus yoğunluğunu arttırma ve iki toplumsal tecrübenin birleşmesiyle yeni bir toplum biçimine evrilmesi olarak heyecanlandırdı. Mağduriyetin politikası daha kolay daha ulusal algılar ürettiği için yayıldı. Ancak bu yayılma aydın ve gençlik kesimle sınırlı kaldı. Yine ikili bir duruş belirginleşti. Aydın ve öğrenci gençlik Anavatana göç etmekle en azından dil ve kültürel açıdan yok olmaktan kurtulabileceğini düşünürken; Kırsal kesim ve gençliği merkezi yönetime angaje olmuş gibi görünüyor. Bu bir siyasi tercih olmakla birlikte, AKP’nin muhafazakar yapısı nedeniyle de cazip gelmiş, kapsayıcı olmuş ve örtüşmüştür. Özgün bir ulusal politika üretilememiştir. Farklı siyasi kümelenmeler olsa da nicelik olarak bir ağırlıkları hissedilmemektedir. Anavatan’a göç süreci başta ilgi görmüşse de giderek yavaşlamış ve durma noktasına gelmiştir. Bunun birçok nedeni olsa da tartışılması gereken yanı, Rusya Federasyonu ve anavatan cumhuriyetlerinin sosyal ekonomik durumları ve politikaları belirleyici özelliktedir. Camia içinde tabu haline getirilen bu durumun olumlu/olumsuz tüm yanlarıyla tartışılmaması ciddi bir sorundur. Anavatan ile ilgili olumsuzluklardan söz etmek, bir kesim için aforoz edilme nedeni iken, olumlu şeyler bulmak da o kadar kolay değil. Oysa göç etmek iki tarafın karşılaştırılmasıyla yapılacak bir tercihtir. Kararlı öncülerle sınırlı kalan göç, kültürel, siyasi ve ekonomik bir köprü oluşturmamıştır. Bu konu ciddi incelenerek , bilince taşınması gerekmektedir sanırım. Gerçeklik üzerine inşa edilmeyen politika ya da duruşların başarılı olması ya da kapsayıcı olması düşünülemez. Ayrı yazı/yazılar konusu olacak Anavatanın ekonomik, sosyal ve siyasal durumu ile ilgili göndermeler, yorumlar bu yazıda asgaride tutulmuştur.

İdeolojilerin yeniden tanımlandığı çağdayız. Yenilenmek, yeni bir fark yaratmayan siyaset ilgi çekmiyor. En azından sorun çözücü ve kapsayıcı olamıyor. İdeolojiler toplumların gelişmişlik durumları, nicelikleri ve ya tarihsel süreç içinde duruşlarıyla da ilişkili gibi. Örneğin, milliyetçilik ideoloji olarak sadece milli çıkarları değil, başka milletleri de değiştirmek ya da onlardan arınmak ister. Değişmezse, yok etmek istemesi içkin kuraldır. Oysa Çerkesler gibi küçük milletlerde bu, farklı algılanır ve yaşanır. Milliyetçilik bir tür kendisini koruma iç güdüsü gibidir. Başkalarını değiştirme ya da onları yok ederek arınmak değil, kendi varlığını sürdürme pozisyonundadır. Yani varlığını savunma ve sürdürme öncelliği var denilebilir. Saldırgan değildir. Benzer anlamda, azınlıklarda ideolojiler daha çok savunma, varlığını sürdürme özelliği gösterir. Bir tek siyasi İslam buna uymaz dersek yanılmayız. Yapısı gereği ideolojiyi (inancı) yaymak o bireyin asıl görevidir. Tek kişi bile olsa, karşısındakini değiştirmek dönüştürmek temel görevidir. Yaşama biçimi olarak ulusal olanı değil, inanca uygun olanı dayatır. Öte yandan bireyin ya da toplumun ulusal yanı değil, inancı önceliklidir. İnançların ılımlıları, yani sadece bir inanç olarak yaşayanlardan söz edilmiyor. Siyasileşmiş hatta silahlanmış inançtan söz ediyoruz. Bu anlamda farklı düşünce yapılarını yeniden gözden geçirerek, ulusal bir ideal ve bu ideale uygun duruş ya da duruşların ortaya çıkması gerekmektedir. Bu anlamda diaspora ve anavatan için ciddi bir ulusal yön, ulusal bir ideal arayışı için girişimler mümkün müdür acaba? Unutmamak gerekir ki, asimilasyonun yarattığı erozyon dizginlenemiyor; bizim için zaman, aritmetik değil; logaritmik olarak ilerlemektedir…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz