Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

KAFKAS DİASPORASI YAYINLARINDAN SEÇMELER

Camagat’ın En Öndeki İsmi Nalçik Baskınının İçyüzünü Anlatıyor !

ANZOR ASTEMİROV: “DİNİ SEKTÖR HALİNE GETİRENLERE TABİ OLMADIK, GÜVENLİK GÜÇLERİNİ ÜZERİMİZE SALDILAR”

KAFKAS DİASPORASI YAYINLARINDAN SEÇMELER

KAFKASYA Araştırma&Analiz Dergisi

 Ekim 2005- Mart 2006 , Yıl :1,Sayı:1

(Altı ayda bir çıkar.İmtiyaz sahibi:Ajans Kafkas Ltd.Şti.adına İsmail Tunçbilek. Genel Yayın Yönetmeni: Erol Karayel,

Sorumlu Müdür:H.Bayram Bolat.Yayın Kurulu: İsmail Tunçbilek,M.Nüzhet Çetinbaş, Erol Karayel, Fethi Güngör, Ömer Duran.)

 

RÖPORTAJ

Camagat'ın En Öndeki İsmi Nalçik Baskınının İçyüzünü Anlatıyor !

ANZOR ASTEMİROV: “DİNİ SEKTÖR HALİNE GETİRENLERE TABİ OLMADIK, GÜVENLİK GÜÇLERİNİ ÜZERİMİZE SALDILAR”

 Kabartay Balkar Cumhuriyeti'nde gençlere dini eğitim vermek amacıyla organize olmuş İslam Merkezi isimli sivil toplum örgütü üyeleri (Camagat), 13 Ekim 2005 tarihinde Başkent Nalçik'e, devlet istihbarat ve güvenlik güçleri ofislerini hedef alan biçimde geniş çaplı bir baskın düzenledi. Neredeyse 24 saat süren çatışmalarda Nalçik savaş meydanına dönerken, 130'un üzerinde insan hayatını kaybetti. Baskın, bölgeyi yakından takip eden herkesi çok şaşırttı. Çünkü, kimse Camagat'ın hu şekilde bir çıkış yapmasını beklemediği gibi, bu çapta bir silahlı insan gücüne sahip olduğunu da bilmiyordu. Anzor Astemirov Camagat'ın önde gelen üç isminden birisi (diğer ikisi, Kabartay kökenli Musa Mukojev ve yine birKabartay olan Resul Kudayev). Astemirov, 1976 Ukrayna doğumlu bir Kabartay. Suudi Arabistan'da Riyad Üniversitesi'nde sürdürdüğü dini tahsilini, okulunu bitirmeye bir buçuk yıl kala pasaportunun iptal edilmesi sebebiyle yarım bırakmak zorunda kalmış. Ülkesine dönerek burada faaliyetlere girişen Anzor Astemirov, 90'lı yılların ikinci yarısında arkadaşı Musa Mukojev'le birlikte Nalçik'te İslam Merkezi'ni kurmuş. O tarihten bu yana sadece eğitim faaliyetleriyle uğraşan Anzor Astemirov evli ve 1 çocuk babası. Yapılan resmi açıklamalarla Nalçik saldırısının baş sorumlusu ilan edilen Anzor Astemirov şimdi en çok arananlar listesinde. Ajans Kafkas, bütün Rus güvenlik güçleri ve istihbarat birimleriyle, dünya medyasının peşinde koştuğu Anzor Astemirov'a ulaşmayı başardı ve geniş bir mülakat gerçekleştirdi. Röportajı okuyanlar odaktaki grup Camagat'ı daha iyi tanırken, Nalçik saldırısını da gelişmiş veriler ışığında daha sağlıklı değerlendirebilecekler. 

Anzor, konuya en baştan, yani Camagat'ı oluşturan süreci ele alarak girelim istersen. Camagat'a giden yolun başlangıç noktası neresi?

– Öncelikle sizlere teşekkür ederim. Sovyetlerin yıkılmasından sonra 1991-92 yıllarında Türkiye, Suriye ve Ürdün'den gelen bazı dindar insanlar din ile ilk alakamızı kurdular. Bu Müslümanlar bizim tanıdığımız ve alıştığımız Sovyet tipinin tamamen dışında insanlardı. Bunlar, Suriye'den Abdulvahap, Ürdün’den Şavki, Türkiye'den Abdulbaki… gibi bazı isimlerdi. Bu insanlar burada din eğitimi veren bir medrese açtılar. 150 genç aldılar eğitim için. Biz İslamın sıcak yüzüyle ilk orada tanıştık. Yıl 1992'ydi. Burada bir yıl ders aldık. Kur'an okuyor, Arapça öğreniyorduk. Açılan cami ve mescitler halka sevinç veriyordu. Büyük bir coşku yaşıyorduk. Cuma günleri köylere, köy mescitlerine, okullara gidiyor, insanlarabildiğimiz kadarıyla İslam dinini anlatıyorduk. Dinle temasa geçmemizi başlangıç noktası burası olmuştur. – Peki Camagat adı altındaki bu tüzel kimlik nasıl oluştu? – Yukarıda anlattığım süreçten sonra bizler ve diğer öğrencilerin bir kısmı Türkiye, Mısır, Suriye, Ürdün, Libya ve S. Arabistan gibi bazı islam ülkelerine okumaya gittiler. Okurken ve okuduktan sonra ülkelerine döndüklerinde Kabartay Balkar Cumhuriyeti'nde, kendilerine perspektif verecek bir dini önderliğin olmadığını fark ettiler. Kabartay Balkar'daki mevcut dini idarenin kökü ta Katerina dönemine dayanır.Bu ekolün halka sunduğu ve sunabileceği hiçbir perspektif yoktur. Bu ekoldeki dini idarelerin tamamı insanları din adı altında kontrol etmek için kurulmuştur. Nitekim bu dini idarede insanlara hiçbir şey vermedi ve zerre kadar da başarılı olamadı. Çünkü buralarda görev alanların ne doğru dürüst bir eğitimi, ne de kendi gayretleriyle edindikleri bir bilgileri vardı. Bu birinci husus… İkinci bir husus, bu eğitimsiz ve bilgisiz adamlar işi iyice paraya dökmüşlerdi. Cenazeden de, nikahtanda yani ölüden de, diriden de her şeyden para alıyorlardı. Bunu bir sektör haline getirmişlerdi. Üçüncüsü, bu müftülerin okumuş görünenleri ise KGB'nin seçerek Semerkant'ta eğittiği insanlardı ve gizli servisle, yani KGB (sonra FSB)'yle, içlidışlı çalışıyorlardı. Dördüncü husus, “din idaresi şu iyi işi yaptı” diyebileceğimiz bir tane numunelik icraatları bile olmuyordu ki azıcık hüsn-ü zan edebilelim. Üstüne üstlük açılan ve bizim ilk öğrencileri olduğumuz dini medrese ve enstitü de onlar yüzünden kapanmıştı. – Peki müftülük ne yapmaya çalışıyordu sizce? – Siz de biliyordunuz, Rusya laik bir devlettir. Ama bu müftüler ortaya çıkıp vatandaşa “biz devletiz” diyorlardı. Farklı düşüneni, kendilerine tabi olmayanı hemen muhalif ve düşman ilan ediyorlardı. Halbuki bizim ülkemizde dini idare dediğiniz yerler hukuken bir dernek statüsündedir. Devletle hiç bir alakası da yoktur. Mesela Tataristan'da iki tane dini idare var ve ikisi de ayrı ayrı aktiftir. Çünkü bunların başındakileri devlet atamıyor. Devlet atasa bir tanesini atardı. Ama halkın desteği ile inisiyatif kazandıkları için orada iki dini idare ortaya çıkmıştır ve ikisi de işlerine bakmaktadır. Bu dini idareye çöreklenenler devletin sadece kendilerini muhatap alması için, kendileri dışında inisiyatif kazanma durumunda olanları gözden düşürmek maksadıyla, çeşitli isnatlarla güvenlik birimlerine ispiyonlamaya başladılar. – Neler söylüyorlardı peki? – Kendilerini kayıtsız şartsız desteklemeyenleri, yanlışlarına katılmayanları Vehhabi, ekstremist, terörist ilan edip polise gammazlıyorlardı. – Polis ciddiye alıyor muydu bu ispiyonajları? – Maalesef alıyordu. İlk önemli olay, Musa Mukojev ve benim 2001 yılında dini idarenin gammazlamasıyla tutuklanarak üç ay sorgusuz sualsiz Piyatigorsk'daki meşhur Bela Lebed Cezaevi'ne hapsedilmemiz oldu. Orada çok kötü şartlarda tam üç ay yattık. Psikolojimizi bozmak için ellerinden geleni yaptılar. Sonunda yargılandık ve hiçbir suç bulamayarak ikimizi de serbest bırakmak zorunda kaldılar. Bizi polise, KGB'ye, güvenlik güçlerine jurnalleyen Kabartay Balkar müftüsü Pşihaçe Şef’i oldu hep. Şef’i, Vehhabi diye suçladıklarını çarşaf çarşaf listeler haline getirip bu güvenlik birimlerine verdi. Polisi peşimize taktı. Bu Vehhabi lafını o kadar çok kullandılar ve deforme ettiler ki, şimdi artık etkisini yitirdiği için olmalı Stalin dönemindeki söylemlere sarılarak sevmediklerini “halk düşmanı” ilan etmeye başladılar. – Peki bütün bunlara karşı siz ne yaptınız? – Dediğim gibi, ciddi bir dini önderlik boşluğu vardı ve biz bunu yakınen hissediyorduk. İşte böyle bir ortamda, 1995'de Musa Mukojev ile birlikte Nalçik'te “İslam Merkezi”ni kurduk. – Camagat ismini kullanmanız da bu yıla mı tekabül ediyor? – Hayır, Camagat ismiyle anılmamız 1998 yılından itibarendir. – Peki Karaçay Çerkes'teki Karaçay milli hareketi Camagat'la bir ilişkiniz var mı? – Hayır, hiçbir ilişkimiz yok. Sadece isimlerimiz benziyor. – Mensuplarınız ağırlıklı olarak hangimilletlerden? – Aramızda az sayıda da olsa Kafkasya'daki bütün milletlerden insanlar var ama ağırlık Kabartay ve Balkarlar'da. – Anzor, bu kurduğunuz İslam Merkezi'nde neler yaptınız? Hedefiniz neydi? – Başlangıçta Arap ülkelerinden gelen eğitmenler temel konularda din dersleri verdiler, Kur'an dilini öğrettiler. Hedefimiz tekti: gençleri eğitmek ve yetiştirmek. Kısa zamanda halkla bütünleştik. Çalışmalarımıza büyük teveccüh gösterildi. Gençlere dersler veriliyor, eğitim kampları yapılıyor, köy ziyaretlerinde bulunuluyordu. Rusya'nın en önde gelen aydınları, entelektüelleri, fikir adamları merkezimize geliyor, geniş kalabalıklara konferanslar veriyorlardı. Yoğun bir aktivasyonumuz vardı ve her şeyimiz şeffaftı. Gizli-saklı, gayr-ı meşru hiçbir işimiz yoktu. Sadece bilgi sahibi ve sağlıklı düşünen gençler yetiştirmeyi hedeflemiştik. Geçen zamanla birlikte bu hedefimize ulaşmaya başladık. Burada eğitim alan gençlerde bir düşünce sistematiği oluştu ve konulara daha farklı bakmaya başladılar. Sovyetlerden miras içme kültüründen uzak düşen bu gençler, düşünen, derdi olan birer insan haline gelmişlerdi. Kendilerini derslerle sınırlamadılar. Toplumun içine girdiler ve öğrendiklerini diğer insanlarla paylaştılar. Kısaca, gençlerin sorunları, talepleri, idealleri ve hayatları değişmişti. Tabi bu aktif yaşam birilerinin gözünden kaçmadı. Sokaklarda İslami kisve taşıyan insanlar, yani sakalı olan, başı örtülü hanım sayısı hızla artmıştı. Cuma günleri camiden 500-1000 kişilik cemaatler çıkmaya başladı ve tabi bütün bunlar oldukça dikkat çekti. Hızlı bir toplumsal değişim yaşanıyordu. O günkü atmosferin iyi anlaşılabilmesi için bu arada yanı başımızdaki savaşın da bütün hızıyla devam ettiğini hatırlatmalıyım. Gözlemciler bütün bu olayları birbirine bağlayarak sosyolojik açıklamalar getirmeye çalışıyorlardı. 2002 veya 2003 te olacak, Rus gazetelerinden birisi şöyle bir başlık atmıştı: “Kabartay Balkar Cumhuriyeti (KBC)'nde sessiz bir devrim olabilir.” Bu, değişimin dikkat çektiğini, yakından takip edildiğimizi gösteriyordu. Ardından Moskova'dan şarkiyatçılar, siyaset bilimciler geldiler ülkemize. KBC'ndeki bu sosyal gelişmeyi yakından incelediler. Değişimin unsurlarını, dinamiklerini tespit etmeye çalıştılar. Araştırmalar sonucunda, “KBC'de extremizm, aşırılık yok; sağlıklı bir cemaat yapısı var” diye raporlar, haberler yayınladılar. Allah'a şükür tertemizdik ve bunu tespit eden de bizzat Rus gazeteciler ve araştırmacılardı. “YÖNETİM GÜÇLERİ HABERDAR OLUNCA, OPERASYONU ERKENE ALDIK” -Peki her şey bu kadar olumlu giderken, nasıl oldu da rüzgar birden tersine döndü? – Problemler bu aşamadan sonra başladı. Yani, toplumsal dönüşümde katalizör vazifesi gören Camagat'ın konumu bazı kesimlere büyük rahatsızlık verdi. KBC yönetimi Camagat'ın ciddi bir güç haline gelmesinden son derece rahatsız oldu ve önünü tıkama faaliyetlerine girişti. – Sizce bunun sebebi ne peki? – Bunun tek bir sebebi yok. Bir sebebi, KBC'nin bütün rantını hortumlayan kesimin, yörüngesine oturtamayacağını, diş geçiremeyeceğini bildiği bir gücün ortaya çıkmasından duyduğu rahatsızlıktır. Bir diğer sebebi, KBC'de artık kökleşmiş olan jandarma rejiminin, muhalif söylemlere, özgün kimliklere tahammülsüzlüğüdür. Başta bulunanlar, yaşamın her alanında, herkese dayanılmaz baskılar uyguluyorlar. Bu baskı sadece camide değil, okulda, sokakta, işyerinde her yerde, ama her yerde görülüyor ve yaşanıyor. Fakat Müslüman kesim üzerinde daha bir aşırı uygulanıyor. 2002-2003'te ülkedeki mescitleri kapatmaya başladılar. Ardından Müslümanları işe almamaya, çalışanları da işlerinden atmaya başladılar. Camilere sık sık polis gönderip, imamlara baskı yapıyorlardı. Arkadaşlarımızı polis merkezlerine götürüp nezarete atıyor, aç-susuz bırakıyor, baskı ve işkenceye tabitutuyor, öldüresiye sopadan geçiriyorlardı. Bir süre sonra göz altılarda kaybolmalar başladı. Başörtülü kızları nezaretlere götürdüler ve buralarda hakaret ederek aşağıladılar. Mesela bir camiyi spor salonuna çevirdiler. Bazılarını tamamen kapattılar. Bazılarını sadece Cuma saatlerinde açtılar. Camilere ayakkabılarla girdiler. Bizlere dayak atarak, hakaretler yağdırarak, “Nerede sizin Allah'ınız? Neden sizi bizim elimizden kurtarmıyor? Varsa neden bizi kahretmiyor” diyerek ibadethanelerimizi, inançlarımızı hiçe saydılar. 2003'te Şamil Basayev Baksan'a gelip, buradan da Piyatigorsk'a geçmişti. Bunu öğrenince adeta çıldırdılar ve faturasını yine biz Müslümanlara çıkarttılar. Halbuki bizim ilgimiz de, suçumuz da yoktu. – Peki bütün bu zalimlikleri yapan üniformalılar hep Rus muydu? – Maalesef hayır. Bunları yapanlar Rus değil, hepsi Kabartay polislerdi. İnsanları kemikleri kırılıncaya kadar dövdüler. Sırf aşağılamak için kafalarına haç resimleri kazıdılar. Cam parçalarıyla bağırta bağırta sakallarını traş ettiler. Beslan olayından sonra da bize yüklendiler. Burada Beslan'ın faturasını Müslümanlara ödettiler. Fakat, bütün tahriklerine, baskılarına, zorlamalarına rağmen biz meşruiyetten ayrılmadık. Onların oyununa gelmedik. Bizi doğmadan boğmalarına fırsat vermedik. – Peki hukuk yoluna başvurmayı hiç düşünmediniz mi? – Düşünmez olur muyuz? Devlet Başkanına, Başbakanlığa, savcılığa… bütün ilgili ve yetkili makamlara, her yere yüzlerce dilekçe yazdık. Bunların tüm belgeleri elimizde. Hiç biri, hiç bir şeyyapmadı. Hiçbir şey, ama hiç bir şey yapmadı. Aksine, üzerimizdeki baskıları daha da artırdılar. Bütün bu yapılanlar Cemagat'ın lider kadrosunu yer altına inmeye zorladı. Çünkü artık şiddetin dozunu iyice artırmış, yakaladıklarını öldürür olmuşlardı. Kimse bunlara hesap soramıyordu. Bu dönemde birçok arkadaşımız kayboldu. Öyle ki baskılar Müslüman kesimi adeta patlayacak noktaya getirmişti. – Peki bu baskılar niçin sadece sizin üzerinizde yoğunlaşıyordu? – Hayır, sadece bizim üzerimizde değil; bütün halkın üzerinde vardı bu baskılar. Klanın koruması altında olanların dışındaki bütün kesimler baskı altındaydı. – Hangi klan? – KBC'de yönetim bir klanın, yani aralarında kompleks bağlar olan bir menfaat grubunun elinde. Sistemi cebir ve baskı yoluyla ellerinde tutuyorlar, devlet yönetiminde olmanın verdiği yetki ve gücü halka karşı kullanıyorlar. Bu klan ülkenin kaynaklarını sömürüyor, merkezden gelen ödenekleri hortumluyor. Bütün rantı onlar yiyor. KBC'de onlar istemezse kimse ne iş kurabilir, ne de kurduğu işi geliştirebilir. Ya rüşvetinizi verecek onlarla birlikte ve içlerinde olacaksınız; ya da hiçbir şeyyapamayacaksınız. Başka bir alternatif yok. Ticari hayat bütünüyle klanın kontrolünde. Ülkedeki bütün içki fabrikaları ve içki ticareti, benzinlikler, para getiren bütün işler klanın elinde. En iyi işadamları dahi KBC'de tutunamadı Büyük zararlar ederek ülkeyi terk ettiler ve diğer cumhuriyetlere, Moskova'ya gittiler. Sermayesini kurtaranlar kendini şanslı saydı. Kendilerine muhalefet eden kimseyi ülkede barındırmadılar. Ya öldürdüler, ya kovdular. Özgür basının önünü tıkadılar. Ya kapandı, ya bunların borazanı oldu. SSCB sonrasında yapılan ve milli olan ne varsa hepsinin altında imzası olan Adige Xase'yi bunlar yok etti. Klan bu kurumların içini boşalttı ve el koydu. Bunları STK olmaktan çıkarıp, taşeronları vasıtasıyla devlet kontrolüne aldı. KGB Ajanı Hafıdze Muhammed'i Xase'nin başına; Nexuş Zavurbi'yi Dünya Çerkes Birliği'nin başına geçirdiler. Kimliksiz, davasız kurumlar haline getirdiler. Bütün bu uygulamalar Camagat dışındakileri de patlama noktasına getirdi. – Bütün bunlar Nalçik baskınının sebebi mi oldu yani? – Nalçik'teki saldırı KBC halkının bilinçli bir eylemidir. Bu baskın beş yıl önce de olabilirdi. Olmamasında Musa Mukojev ve Camagat'ın diğer lider kadrosunun büyük payı vardır. Bütün kışkırtmalara rağmen, hep barışı teşvik eden söylemlerle bunun önünü aldık. Ama sonunda insanlar aşağılanmaktan, işkence görmekten bıktı ve çarpışarak ölmeyi istedi. Yapılan zulümler bu insanlara ölümü sevdirdi. Hiç birinde ölüm korkusu diye bir şey bırakmadı. Onlar bu saldırıyla hayallerini hayata geçirerek, dünyayı kendilerine zindan eden polis, asker ve FSB binalarını hedef seçtiler. Onbeş noktaya baskın yapıldı, bunların içinde hiçbir sivil şahıs ve kurum yoktu. Vurulan siviller güvenlik güçlerinin kurbanıdır. Cumhuriyetin iç dinamiklerinden haberdar olmayanlar bu eylemi hiçbir şekilde anlayamazlar. – Fakat bu saldırıyı bütün dünya terörist bir saldın olarak değerlendirdi. Şimdiye kadar zulüm gören mağdur insanlardınız belki, ama bu baskından sonra terörist damgasını yemiş oldunuz. Şimdi durumunuzu daha da zora sokmuş olmadınız mı? – Bir kere bu baskın bir terör eylemi değildi. Kanımıza susamış bazı devlet kurumlarını hedef alan planlı bir nefs-i müdafaa saldırısıydı. Nalçik operasyonunun bize getirdiği taşıyamayacağımız ekstra hiç bir yük yok. Onlar zaten bize şimdiye kadar terörist muamelesi yaptılar. Bu eylem olmadan da extremist, terörist diyerek her türlü kötülüğe muhatap ediyorlardı. Hatta uluslararası terörist bile diyorlardı bizim için. – Bu uluslararası teröristsuçlamasının dayanağı, Afganistan'da yakalanıp, Guantonamo'da tutuklu kalan ve bir süre önce serbest bırakılan, aynı zamanda sizin üç kişilik lider kadronuzda yer alan Resul Kudayev değil mi peki? – Şimdi burada büyük bir yanlışlık var. Önce onu düzeltmemiz lazım. Bu Resul Kudayev bizim Camagat'taki Resul Kudayev değil, farklı birisidir. Sadece isim benzerliği var. Bu sizin suçunuz değil tabi ki, bunu bilinçli olarak kamuoyuna böyle pompalıyorlar maalesef. Guantonamo'da tutuklu bulunanlar Kabartay asıllı Ruslan Odişcv ile Balkar asıllı Resul Kudayev'di. Onlar orada yargılanıp serbest bırakıldılar. Guantonamo'daki Resul Kudayev'in babasının ismi Vladimir'dir, bizim arkadaşımız Resul'ün baba adı ise Cemal'dir. Bunları bilinçli olarak birbirlerine karıştırıyorlar. Balkar olan Vladimiroğlu Resul Kudayev'in Camagat ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Ama duydum ki O'na “Nalçik saldırısına katıldım” diye kağıt imzalatmış ve tutuklamışlar. Halbuki evden çıkmaya takati olmayan, Guantanamo'da böbreklerini kaybetmiş, dializle yaşayan bir adam bu Kudayev. Annesi de O'nun günlerdir evde yattığını söylüyormuş zaten ama dinleyen kim? Sırf bize uluslararası terörist suçlaması yapabilmek için bu Kudayev'i de işin içine çekmeye çalışıyorlar. Guantanamo'daki diğer tutuklu Ruslan Odişev ise ülkesine döndükten sonra gördüğü baskılara dayanamayarak kaçtı gitti. Şimdi nerede olduğunu bilen yok, izini de kaybettirdi. Sonradan Müslüman olan ve ismini de değiştiren ünlü Rus yazar Orhan Cemal ve insan hakları savunucusu Valeri Hatajuko bu olayları anlatıp, ‘bu adamın evden çıkacak durumuyok’ diye basında açıkça yazmışlardı zaten. – Peki Nalçik saldırısında Çeçenler de yer aldı mı? – Yer aldı diyemeyiz. Birkaç Çeçen ve İnguş vardı elbette, mesela birisi İnguş İlyas Gorichanov'du. O çatışmalarda şehit düştü. Diğer halklardan da birkaç kişi vardı, hepsi o kadar. Baskına katılanların hemen hemen tamamı Kabartaylar ve Balkarlardan oluşuyordu. – Şamil Basayev aranızda mıydı? – Hayır, Basayev kesinlikle baskında yer almadı. – Peki bu baskınla ilgili olarak Basayev'le hiç bir ilişkiniz oldu mu? – Daha önce istişare düzeyinde bir takım görüşmelerimiz olmuştu kendisiyle. Baskından da haberdardı. Ama baskını Kabartay Balkar halkı, Camagat mensupları kendi iradesiyle düzenledi. – Bu ne manaya geliyor şimdi? Basayev işin içinde var mıydı, yok muydu? – Söylediğim gayet açık, kendisi ve adamları yoktu, ama bilgisi vardı. – Aranızda hiyerarşik bir bağ var mı peki Basayev'le? – Hayır, böyle bir bağ yok. Sadece istişari görüşmeler var. – Çeçen savaşına herhangi bir silahlı destek sağlıyor musunuz? – Bu savaş tabi ki hepimizi üzüyor. Camagat'dan kişisel olarak Çeçen savaşına katılanlar oldu. Ama Camagat'ın savaşçı sevk etmek gibi bir politikası olmadı. – Nalçik baskınına dönersek, baskın öncesi çıkan Bela Reçka'daki çatışmaların mahiyeti neydi? – O bir taktikti. Devletin silahlı güçlerinin ilgisini o tarafa çekerek, baskın yapılacak binaları korumasız bırakmak için uygulanmış bir taktik. – Peki sizce bu baskın başarılı oldu mu? – Aslında operasyonu daha sonraki günlerde yapacaktık. Ama yönetim güçleri haberdar oldu ve tedbir almaya başladılar. Biz de hızlı karar vererek operasyonu erkene aldık. Bunun kayıplarımıza tesiri oldu tabi; yoksa daha az zayiat verirdik. Ama devlet yetkilileri de açıklamalarında kasıtlı yanlış bilgi veriyorlar. Bizim arkadaşlarımızdan ölenlerin sayısı 40-45 civarındadır. Bilinmelidir ki devlet güçleri dışındaki diğer ölenler polisin öldürdüğü sivil vatandaşlardır. – Yaptığınız saldırının Kanokov yönetimine mesaj vermek gayeli olduğuna dair yorumlar var. Buna ne diyorsunuz? – Aslında zor bir soru. Ama bu saldırıdan herkes payına düşen çıkarımı yapmalıdır diye düşünüyorum. Şu bir gerçek ki Kanokov geldi, hiç bir şey değiştirmedi. Ama o yönetime gelirken Müslümanlarla yönetim kadroları arasındaki problemi biliyordu. Bunu halletmeye yönelik bir girişimde bulunmadı. Eski hükümet kadrolarını neredeyse aynen muhafaza etti. Kanokov'un sadece ekonomik düşünceleri farklı, Kokov'dan başka bir farkını göremiyoruz. Kabartay Balkar'daki gerçekleri Dimitri Kozak iyi analiz etmiş ve Klan sistemini deşifre etmişti. Buna yönelik çalışılmalıydı. Biz de aynı şeyleri söyledik ama maalesef sesimizi duyuramadık. “Macun Tüpten Çıktı, Geri Sokulamaz” – Anzor, Yermuk Tugayları isimli bir grup, sanal alemde yayınladıkları bir bildiriyle eyleme sahip çıktılar. Ayrıca kullandıkları üslup da çok eleştiri aldı. Bu gurupla organik bir bağınız var mı? Nalçik operasyonunu birlikte mi düzenlediniz? – Yermuk'la hiçbir bağlantımız yok. Daha önce Panki Vadisi'nde bulunmuş ve orada çatışmalara katılmış dört-beş kişinin, Kabartay Balkar'a döndükten sonra kendilerine taktıkları isimdir bu Yermuk Tugayları. Başları Seyfullah kod adını kullanan Müslim Atayev, geçtiğimiz aylarda Nalçik'te hanımı ve çocuğuyla birlikte öldürüldü bildiğiniz gibi. Belirttiğim sayının dışında da bir tabanı yok Yermuk'un. Toplam sayıları 10 kişiyigeçmez. Sanal alemdeki birkaç bildiriye bakıp insanlar geniş tabanlı bir cemaat zannediyor Yermuk'u ama öyle bir şey olmadığını belirtmeliyim. Ayrıca bizim onların yazdığı gibi ‘kafirleri öldürdük’ filan gibi bir söylemimiz de yok. Bu jargonu yanlış buluyoruz. Biz yıllarca din eğitimi aldık, hiç böyle bir söylemimiz olmadı. Biz sadece İslamı doğru anlamak ve doğru yaşamak istiyoruz, bütün isteğimiz bu. – Bu arada Arap ülkelerinden finans desteği aldığınıza dair söylentiler var? – Yalan. Hiçbir yabancı ülkeden bir kuruş finans almadığımız gibiözel bir irtibata da girmedik. Bağımsız, özgür ve yerli bir hareketiz. Baştan beri de buna çok itina gösterdik. Bu çizgi Camagat'ın politikasıdır. Görüştüğümüz insanlarla bizi edilgen konuma düşürecek hiçbir kurumsal angajmana girmedik. Bazı insanların sadece ilimlerinden, bilgilerinden istifade ettik, hepsi bu. Yapılanmamızı ve gelişimimizi kendi iç dinamiklerimizle gerçekleştirdik. – Bir de şu Vehhabilik meselesini sormak istiyorum. İsminiz Vehhabi sıfatıyla birlikte anılıyor sürekli. Siz gerçekten itikaden ve amelen Vehhabi misiniz? – Bu soru için çok teşekkür ederim. Kavramlar bilerek karıştırılıyor. Vehhabi terimini Rusya'da alakasız pek çok şeyi tanımlamak için kullanıyorlar. Gerçek anlamını da doğru dürüst bilen yok. Onlar namaz kılana, sakal bırakana, başını örtene, sisteme karşı çıkana Vehhabi dedikleri gibi, soyguncuya, ahlaksıza, hatta narkotikbağımlılarına bile Vehhabi diyorlar. Rusya'da Vehhabiliğin sabit bir tanımı yok. Bir kere bunu belirlemek lazım. Siz doğru manasıyla itikadi ve ameli olarak Vehhabi olup olmadığımızı soruyorsunuz. Şunu kesin bir dili söyleyebilirim ki cemaatimizin Vehhabilikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Biz hepimiz ehl-i sünnet ve Hanefi mezhebindeniz. Bizde Vehhabilerin itikatlarından gelen fanatizim yoktur. Diğer mezheplerden olanlara kardeşçe bakıyoruz. Toleransımız çok yüksek. Bir kere azıcık bilgisi olan, kafası çalışan birisi bizim söylemlerimize bakarak hangi mezhepten olduğumuzu hemen bilir. Biliyorsunuz. Kafkasya'nın doğusuna İslam Araplar aracılığıyla geldi. Ama bize yani batıya Osmanlı üzerinden geldi. Biz İslamın bu ekolüne mensubuz. Bizim dini terminolojimizin önemli bir kısmı Osmanlı literatüründen alınmadır. Din adamlarına efendiden bozma yifendi diyoruz mesela, bunun gibi pek çok örnek var bizim dini terminolojimizde. Aramızda benim de dahil olduğum birkaç kişi Suudi Arabistan'da tahsil gördü diye bunları yakıştırıyorlar ise bilsinler ki aslı yoktur. Hiç birimiz Vehhabi değiliz hepimiz ehl-i sünnetiz. Ayrıca birilerinin yakıştırdığı gibi biz kimseyi Araplaştırmaya da çalışmadık ve çalışmıyoruz. Arap çizgisine de özenmiyoruz. Meselelerimizi hazır Arap içtihatlarına göre yorumlayarak da çözmüyoruz. Biz, İslam'ın hakikatını anlayıp uygulama gayretindeki ehl- sünnet Müslümanlarız. Bunu herkes böyle bilsin. – Yani aynı zamanda yerli bir hareket olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz? – Kesinlikle öyle, tamamen yerliyiz. Geleneksel değerlerimize, mili değerlerimize de sahip çıkıyoruz. – Xabzeye nasıl bakıyorsunuz! – Kimse Rusya'nın dezenformasyon faaliyetlerinin etkisinde kalarak bizi uzaydan gelmiş insanlar gibi farklı hayal etmesin. Biz de bu halkın bir parçasıyız ve değerlerine saygılıyız. Bu değerlerle büyüdük. Kurduğumuz İslam Merkezi'nde Xabze hakkında eğitim aldık, eğitim verdik. Halkımızın milli değerlerine hephürmet gösterdik. Kültürümüzün taşıyıcısı yaşlılarımıza çok hürmet ettik. Örneğin Dağıstan'da gençlerle yaşlılar arasında çalışmalar oldu, ama biz buna hiç fırsat vermedik. Geleneksel değerlerimizin içinde yanlış bir şey varsa, bir şekilde halkımızın yararına düzelmesi için çalışırız elbette, yoksa İslam'ın reddetmediği değerleri biz niçin reddedelim? – Cemaatinize yönelik bir başka eleştiri de devlet gibi davrandığınız yönünde. Resul Kudayev'i kadı tayin etmişsiniz, insanları yargılıyormuşsunuz. Bu doğru mu peki? – Bu da tamamen uydurma. Uyduranı da biliyoruz, KBC müftüsü Pşıhaçe Şef’i'dir bu iftiraların kaynağı. Bunu cemaatimizi lekeleyip, gözden düşürmek için uydurdu. Gerçekle hiçbir ilgisi yok. Kurulduğundan itibaren Camagat çok hızlı gelişti. Yurt dışında ilahiyat tahsili gören Resul Kudayev 2000 yılında aramıza katıldığında Musa ve ben İslam merkezinde ders veriyorduk. Resul uzun yıllar İslami eğitim almış, çok bilgili, yetenekli bir arkadaşımızdı. O sıralar halk yoğun şekilde soru soruyor, çözüm istiyorlardı. Bu sorular miras meselelerinden, borçlara, evlenmeden, boşanmaya, kan davasına ve ticari ortaklıklara kadar çok geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Biz İslam kaynaklarına hakim biri olarak Resul'ü bu sorulara cevap vermesi için görevlendirdik. Doğruyu söylemek lazımsa, biz bu görevi Resul'e önerirken kadılık sıfatı kullanarak önerdik, ama Resul bunu daha o anda kesin bir dille reddetti ve bize “sizlerin kadı tayin etmeye yetkiniz yok” dedi. Yapılan işi de hakemlik olarak tanımladı. Zaten kadı sıfatı da daha yayılmadan o gün bizim söylemimizden çıktı. O zamanlar insanlar bu tür sorunlarını ya devlete başvurarak hukuk yoluyla, ya da mafya yolu ile çözmek zorundaydılar. Halk mafyaya, hukuk sisteminden daha çok güveniyordu. Hukuk sistemi laçka olduğu, çalışmadığı için insanlar devlete güvenmiyordu. Mafya ise her zaman çok verenden yana tavır alıyordu, yani hep güçlünün yanındaydı. Camagat geliştikten sonra, kulaktan kulağa yayılan çözüm önerileri halkın dikkatini çekti. Meselelerini çözmek üzere insanlar yoğun bir şekilde merkezimizegelmeye başladılar. Yapılan iş sadece hakemlikti. Adil karar vermeye, hak yenmemesini sağlamaya çalışıyorduk. Adaletli çözümü gösterdik ve tavsiyede bulunduk. Biz, bize saygı duyanlara, güvenenlere yardımcı olduk. Öyle ki Yahudiler, ateistler dahi problemlerine adil bir çözüm önermemiz için bize geliyordu. Ayrıca çok ilginçtir, cemaat güçlendikçe mafya da geri çekildi. Ama kendine rakip görerek alenen düşmanlık yapan Pşihaçe Şef’i bu durumu öyle abarttı ki, “onlar devrim yapacak, mahkeme bile kurdular” diye ajitasyonlara girişti. Devlet yetkililerini bize karşı kışkırttı. Ama biz hep soğukkanlı davranmayı tercih ettik. Ayrıca şunu da belirtmeliyim: Müslümanların arasına fitne sokmak için aramıza çok ajan provokatör geldi. Bizi şiddetin içine sokmak için çok uğraştılar. Kötü niyetlerini sezince cemaati uyardık ve onlarla ilişkilerini keserek selam bile vermemelerini istedik. Bu, atom bombasından daha tesirli oldu. Bu insanlar dışlandı. Peki onlar ne yaptılar? Bizi dini idareye ve devlete gammazladılar. “Bunlar Müslümanlar arasında ayırımcılık yapıyor, insanları tefrik ediyorlar” dediler. Hatla bize silah bile çektiler, fakat biz oyuna gelmeyerek bu insanlarla sadece selamı kestik. Bunların yaptıkları bir sürü olumsuz iş de maalesef bize mal edildi o sıralar. – Peki Anzor, tekrar Nalçik olaylarına dönersek, bundan sonra neler olacak sence? – Herşeyin daha kötü olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Yaşananlar Kabartay Balkarla sınırlı kalmayarak diğer Cumhuriyetlere de sıçrayacak ve benzer olaylar olacak. Çünkü sistem her yerde aynı çalıştığı için aynı sorunları üretiyor. Geçen gün Adıgey'de mescitten 8-10 kişi aldılar ve dayaktan geçirdiler. Karaçay Çerkes'te de benzer şeylerin olması sürpriz olmayacak. Eğer Federal Merkez akıllı politikalar geliştiremezse Cumhuriyetler birbirinden etkilenecek ve ‘Kafkasya'nın Filistinleşmesi’ yorumu gerçeklik kazanacak. – Yani çatışmalar devam edecek diyorsunuz. Peki, nasıl olacak? Sizler ve diğer insanlar dağa mı çıkacaksınız? – Camagat'ın teşvik ettiği bir politika değil ama tahmin ediyorum bu iş gerilla savaşına dönecek. – Peki sizler buna mani olamaz mısınız? – Hayır, maalesef olamayız. İstesek de olamayız. Çünkü bu insanlar artık bizim dur dememizle duracakları noktayı çoktan geçtiler. Büyük bir negatif birikim var üzerlerinde, bunu izale etmek çok zor. Ayrıca yönetimi ellerinde tutanlar da bunu istemiyorlar zaten. Olayları bu noktaya taşıyan hep onlar oldu çünkü. Bugün için diyebilirim ki macun tüpten çıkmıştır, geri sokmak da çok zor. – Çok karanlık bir tablo çizdin Anzor. Yani hiçbir yolu yok mu şimdi bu çatışmalara mani olmanın? – Büyük bir halk meclisi toplanır da, onlar müdahale ederse bir ihtimal durdurulabilir. Ama ben yine de çok zor görüyorum. – Son olarak diasporadan eyleminize yönelik eleştiriler ve karşı çıkışlar için ne diyeceksiniz? – Sadece şunu: Biz bugün anavatanda, Türkiye'deki soydaşlarımızın dedelerinin 150 yıl önce yaşadıklarını yaşıyoruz. Belki bizi vatanımızdan atmıyorlar ama aynı zulmü yapıyorlar. Burada baskı görenler yarın Türkiye'ye mülteci olarak gelirlerse kimse şaşmasın. Evet, durum bu kadar vahimdir. Geçtiğimiz günlerde dört yüz Müslüman aile topluca yönetime başvurarak herhangi bir ülkeye hicret etmek için kendilerine yardımcı olunmasını istediler. Neden? Bu insanlar ailelerini, akrabalarını, vatanlarını neden terk etmek istesinler? Nitekim Camagat'ın üç liderinden biri olan Resul Kudayev 2004 yılında ailesini de alarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Her bahaneyle tutuklayarak, işkenceler yaparak, baskılar ve tehditlerle normal bir hayat yaşatmadılar Resul'e. Burada kalsaydı öldürülecekti. Bizim de durumumuz aynı. Buradaki insanların önüne bu baskını yapmaktan başka hiç bir seçenek koymadılar. Diasporadaki kardeşlerimizin bunu anlamaları için başka ne diyeyim? Bir an önce Rus dezenformasyonunun etkisinden kurtulmaları için dua etmekten başka bir şey yapamam.

Sayı :

Yayınlanma Tarihi: 2014-04-10 00:00:00

Yazarın Diğer Yazıları

Aidiyet yolculuğu ve ikilemler

Papirüs Yayınevi’nin “2 ağaç arasında...” kitabının yazarı Can Karakaş için düzenlediği tanıtım etkinliği 19 Ekim’de Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda gerçekleştirildi. Atalarının kökenini ileri yaşlarında...

Judoda gümüş madalya

19-20 Ekim’de Kosova’da yapılan U23 Balkan Judo Şampiyonası’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) adına mücadele eden Çkippa Gökçe Güneş, gümüş madalyanın sahibi oldu. Sakarya Mesudiye Köyü’nden...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img