Diaspora
Ermeni diasporasının oluşması ise Çerkes diasporasına göre daha yenidir. Ermeni toplumunun ilk sürüldükleri yer, Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi toprakları içerisindeki farklı eyaletler olmuş, Ermeniler daha sonra buralardan ve Türkiye’de yaşadıkları yerlerden çeşitli biçimlerde bugün yaşadıkları Batı Avrupa, Amerika ve diğer ülkelere geçip Ermeni diasporasını oluşturmuşlardır¹. Ben bu yazıda bu diasporalar üzerinde detaylıca duracak değilim. Sadece Ermeni diasporasıylaÇerkes diasporası oluşumu arasındaki önemli gördüğüm bazı farklara değineceğim:
Yalnız Anadolu’nun doğusunda değil, başta başkent İstanbul olmak üzere İmparatorluğun belli başlı büyük kentlerinde yaşayan Ermeniler ticaretle uğraşıyorlardı. Tüccar, sanatkar ve zanaatkardılar. Kentlerde yaşayan halkın azımsanmayacak kısmı iyi eğitimli ve bir meslek sahibiydi. Köylerde yaşayanların da önemli bir kısmı okuryazardı. Bunların yanı sıra Ermeni halkının yaşadığı topraklar yüzlerce yıldır işgal ve savaş görmemişti. Ermeniler Hıristiyan olmalarından dolayı tehcir sonrası çeşitli yollardan o zamanki Osmanlı’ya göre çok daha gelişmiş ve zengin olan Batı Avrupa ve ABD ’ye göç ederek bugünkü diasporalarını oluşturdular.
Öte yandan Çerkeslerin yüz yılı aşkın bir süredir içinde bulundukları savaş ortamından kaynaklanan yoksulluk ve yokluktan dolayı yaşam koşulları çok daha farklıydı. Böylesine farklı yaşam biçimlerinden gelen iki halkın, tehcir edildikleri topraklar ve oralarda yaşadıkları da göz önüne alındığında diasporalarında farklı örgütlenme biçim ve davranışları geliştirmiş olmaları kaçınılmazdı. Bu şekilde başlangıcından itibaren farklı bileşenlere sahip olan Ermeni diasporası, ister istemez Çerkes diasporasına göre farklı bir yoğunluk ve derinlik kazandı. Ermeni diasporası “Büyük Felaket”i hiçbir zaman unutmayarak, politikasını acılarını unutmamak ve unutturmamak üzerine oluşturdu. Kuşaktan kuşağa miras olarak devredilen bu politika, dünyanın dört bir yanına yayılmış Ermeni kimliğini asimilasyona karşı koruyan en önemli faktör oldu. Çerkes halkı ise yaşanmışlıklarını unutmak ve unutturmak üzere kurguladı². Çoğu ailelerde yaşanan acılar bir sır gibi saklandı. Yeni nesillere aktarılmadı. Sonuçta Çerkesdiasporası daha sığ ve zayıf kaldı³.
Çerkes halkının tehciri tek başına Rusya’nın aldığı bir kararla olmadı
Toplum bilimciler etnik kimliklerin güçlü bir şekilde gözlenebilmesi için bu grupların aynı zamanda sosyal düzenin ekonomik ve siyasi yapıları içerisinde izlenebilir olması gerektiği görüşündedirler. Yani etnik kimlikler siyasi ve ekonomik bir güç olarak örgütlendikleri takdirde yapılarını koruyup daha uzun süre devam ettirebilirler. Nitekim Yahudi ve Ermeni diasporalarında olduğu gibi Hindistan ve Çin diasporalarında açıkça aynı şeyleri izlemek mümkündür. Çerkeslerle nerdeyse aynı yıllarda İngilizler tarafından gönüllü veya gönülsüz şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere Fiji’ye gönderilen Hintli işçilerin zamanla adalardaki siyasi alanda yükselmelerinin altındaki en büyük nedeni olarak Hintli grupların ekonomik dayanışma içerisinde olmaları gösterilmektedir. Öte yandan Jamaika’daki Çinli göçmenlerin “bir tüccar sınıfı oluşturmalarının hikayesi, onların ekonomik başarılarında ve sosyal yükümlülüklerinde etnik kimliklerinin ne kadar fazla rol oynadığını göstermektedir. ‘Çinliler iş çevrelerinde destek ve alışveriş konusunda birbirlerine kenetlendikçe daha güçlü bir kolektif kimliğe kavuştular.‘ ”⁴
Çerkes toplumunda böyle ekonomik dayanışma örgütlerinin oluşmamış olmasının nedeninin, Çerkeslerin hemen tehcir sonrası Osmanlı devletiyle kurmuş oldukları ilişkide aranması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Çerkes halkının tehciri tek başına Rusya’nın aldığı bir kararla olmadı. Çarlık Rusya’sı “baş belası” dağlı halklardan kurtulmak istiyor, nüfus ve toprak olarak giderek küçülen Osmanlı devleti de bu savaşçı Müslüman halka ihtiyaç duyuyordu. Sonunda Çarlık Rusya’sı tehcir etti. Osmanlı halifesi kabul etti. Çerkes aristokratlarının önemli bir kısmı da bu tehcirde aktif bir rol oynadı. Bunun sonucunda Çerkeselitistleri Osmanlı asker ve sivil bürokrasisinde başka hiçbir diasporada görülmemiş biçimde önemli konumlar edindiler. Başlangıçta yararlı gibi görünen bu ilişkinin, süreç içerisinde etnik kimliğin güçlenmesi bağlamında Çerkes halkının zararına işlediğini düşünüyorum. Özellikle imparatorluğun parçalanması ve “Kurtuluş Savaşı” sonrası kurulan cumhuriyet rejiminde devlet eliyle yukarıdan aşağıya sürdürülen uluslaşma faaliyetleri içerisinde uygulanan baskılara ve asimilasyoncu uygulamalara Çerkes halkının tepkisinin, devlet bürokrasisinde Çerkes kökenli elitlerin bulunması nedeniyle büyük ölçüde düştüğü görüşündeyim.
Öte yandan savaş sonrası muktedirler arasında yaşanan iktidar savaşımı sonunda, sanki savaşımın etnik bir yanı varmış gibi faturanın bütün olarak Çerkes halkına çıkarılıp Batı’daki bazı Çerkes köylerinin boşaltılarak halkının sürülmesi, ister istemez Çerkes halkının hafızasındaki tehcir korkusunu yeniden gün yüzüne çıkarttı. Bunlara yukarıda değindiğimiz Çerkes halkının ekonomik gücü ve dayanışmasının olmamasını da ekleyecek olursak ister istemez Çerkes halkı çareyi, etnik kimliğini baskılayıcı bir davranış içerisine girmekte buldu. Acılardan, farklılıklardan hiç söz edilmedi. Tam tersine farklılıklardan vebadan kaçar gibi kaçıldı.
Türkiye’de etnik bakımdan tanımlanmış bir Çerkesetnisitesinden söz etmek mümkün müdür?
Bugün küreselleşme ile birlikte yeniden uyanış içerisinde gözükse de Çerkes etnik kimliği diasporada hayli sıkıntılı bir durumdadır. Oysa günümüzde etnik gruplar, bir olgu olarak politikanın bir kurucu unsuru olmaya ve bir ölçüde onu biçimlendirmeye başlamıştır. Etnik olarak tanımlanmış gruplar normal seçmenlerden daha politik bir güce sahiptirler. Dolayısıyla kendilerine yakın siyasal partilerin oy deposu olabilirler. Bunun örneğini, İspanya’da Basklar’da ve Türkiye’de Kürtler’de çok net olarak görebiliriz. İşte tam da bu noktada artık şu can alıcı sorunun zamanının geldiğini düşünüyorum: “Acaba Türkiye’de etnik bakımdan tanımlanmış bir Çerkesetnisitesinden ne derece söz etmek mümkündür?”
Bu soruya yanıt vermeden önce toplum bilimcilerin etnisite konusundaki yorumlarına bir daha bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum. Çünkü “etnik grup kavramı konusunda bütün yorumcular bireyin kendisini, kendisi gibi olan diğerlerinden biri olarak görmesini sağlayan sosyal kolektif kimlik oluşumuna karşılık geldiğinde hemfikirdirler. Sınırları gevşek veya belirlenebilen halklar kendilerini kolektif olarak diğer halklardan ayrıt ederler.” (…) Yani “Etnisitenin ancak ilişkilere dayanan doğası, etnik gruplardan -sadece- aynı soy, kültür ve dili paylaşan halklar diye bahsedemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu paylaşımlara az ya da çok hepsinde rastlansa da etnisitenin hayatiyet kazanabilmesi için gerçek veya algılanan soy, kültür ve dil farklılıklarının sosyal davranışlarla da harekete geçirilmesi gerekmektedir. İnsanlar konuşma şeklimizden, sürdürdüğümüz geleneklerden ve hayat tarzımızdan halkımızın nesillerdir devam eden sürekliliğinden ötürü bizim onlardan farklı olduğumuzu bilirler ya da söylerler.”⁵ Bu alıntılar eşliğinde düşündüğümüzde bu soruya verilecek en iyimser yanıtın bile hayli tartışılır olduğunu söyleyebilirim. O zaman ister istemez en başta söylediğimiz konuya gelmiş oluyoruz. Yani Çerkes etnik kimliğini “değişen zamanın ruhuna uygun olarak yeniden tanımlayıp daha geniş bir halka ile yola devam etmek gerekir.” Bunun için de öncelikle Çerkes etnik kimliğinin bileşenlerine daha yakından bakmamız gerektiğini düşünüyorum:
Çerkes kimliği
“Çerkes kimliği (halkı) birleşmelerden oluşan bir kimliktir. Asuriler ise bölünmelerden oluşan bir kimliktir.”⁶ Sosyolog Cahit Aslan’ın bu tespiti bence çok önemlidir. Çünkü Çerkes kimliği daha çok diasporaya özgü bir kimliktir. Kafkasya’nın farklı bölgelerinden gelen kabileler, diasporadaki yerleşimlerine de uygun olarak öteki ile karşılaşınca birbirlerine yakınlaşma gereği hissetti. Oluşan kader birliği ile kabile kimliklerinden çok, “öteki”nin onları topluca isimlendirdiği “Çerkes” adlandırması ön plana çıktı. Çoğu yörelerde Abaza, Karaçay, Oset, Balkar, bir Adıge kadar kendisini Çerkes olarak hissetmeye başladı. Bir yandan da evliklerle iç içe geçen bu kabilelerde Çerkes kimliği bağlayıcı ve birleştirici oldu. Böylelikle bir zamanlar Kafkasya’da yerli halk tarafından çok kullanılmayan ama gezginler ve diğer halklar tarafından çoğunlukla Adıgelere izafeten kullanılan Çerkes sözcüğü diasporada biçim değiştirerek (genişleyerek) diğer kabileleri de kapsayıcı nitelik kazandı. Dolayısıyla şunu rahatlıkla iddia edebiliriz ki eğer Çerkesler (kendilerine Çerkes denen ve kendilerini Çerkes kabul eden Kafkas kavimleri) bir araya topluca yerleştirilmiş olsalardı, bugün tıpkı Kürtler gibi, bir “ÇerkesProto-ulusu”ndan⁷ söz ediyor olabilirdik. Ancak bugün böyle bir durumdan söz edemiyoruz. O halde var olan somut durumdan hareketle diasporada yüz yılı aşkın bir süredir birleştiriciliği simgeleyen Çerkes sözcüğü bundan böyle ayrıştırıcı değil, tam tersine daha çok birleştirici bir unsur olarak görülmelidir. Çünkü etnik gruplar sabit sınırlar değildir, etnik gruplara sabit sınırlar çizmeye kalkışmak yaşamın kendisine aykırıdır ve sadece zarar verir. “Tarihsel kullanım olarak etnik ve etnik grup terimleri daha çok kültürel farklılık bağlamında kullanılmaktadır.”⁸ Çünkü aynı dili konuşanlar bazen aynı kültürü paylaşmayabilirler: Örneğin; İngilizce konuşan halklar, ya da Frankofon (Fransızca konuşan dünya) bunlara örnektir. Dolayısıyla etnisitenin sınırları sosyal ilişkiler içerisinde oluşan kabullerdir. Onlar da zamana ve mekâna göre değişebilirler. Bu veriler ışığında Çerkes etnik kimliğini daha açık tanımlayacak olursak: Çerkes kimliği ortak kader, ülkü birliği ve ortak kültüre dayanan bir etniklik tanımlamasıdır. Dolayısıyla tıpkı Kürt’üm diyenin Kürt, Türk’üm diyenin Türk, İngiliz’im diyenin İngiliz olduğu gibi Çerkes’im diyen, kendini Çerkes gören herkes Çerkes’tir. Çerkesetnisitesi ortak kültürlü ama çok dillidir. Ancak Çerkes etnik kimliğinin omurgasını Adıge halkı oluşturduğundan Çerkes dili dendiğinde Adıgecenin akla gelmesi doğaldır. Bu nedenle ortak dil olarak Adıgecenin üzerinde yoğunlaşılmalıdır.
Çerkes etnikliğini bu şekilde tanımladıktan sonra etnik kimliğin nasıl güçlendirilebileceği sorusuna yanıt arayabiliriz… (Devam edecek)
(1) Avrupa’da Ermenilerin en yoğun yaşadığı ülke Fransa’daki Ermeni lobisi ile ilgili Mansur Balcı’nın 23 Aralık 2011 tarihli çok güzel bir araştırması KafFed sitesinde yayınlandı. Bence herkesin mutlaka okuması gereken bu yazı, Avrupa’daki Ermeni diasporanın ayakta kalma yöntemlerini göstermesi bakımından çok ilginç bir çalışmadır.
(2) Bu konuya ileride değinilecektir.
(3) Ancak bu noktada şuna dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum: Nasıl ki etniseler ve etnik gruplar dünyanın her tarafında aynı olgu değilse onların oluşturduğu diasporalar da aynı olgu değildir. Farklı koşullar farklı türden diasporaların doğmasına yol açmıştır. Bu nedenle Çerkesdiasporasının da dünyanın her yanında aynı olduğunu düşünmemek gerekir. Öte yandan Çerkesdiasporasıyla ilgili uluslararası literatürde çok az kaynak vardır. Hatta konuyla ilgili çoğu kitaplarda böyle bir diasporanın varlığından bile söz edilmez. Ermeni Tehciri ve diasporasıyla ilgili binlerce ciltlik yayınlar düşünülecek olursa, ister istemez bu tür yayınlar konusunda ne kadar eksik olduğumuz görülecektir.
(4) Etnisite, Irkçılık, Sınıf ve Kültür, Steve Fenton, s.42
(5) Etnisite, Irkçılık, Sınıf ve Kültür, Steve Fenton s.9
(6) Birey-Toplum-Devlet-Etnisite, Dr. Cahit Aslan s.9
(7) Proto-uluslar veya etno-ulusal gruplar ulus olma talebinde ve iddiasında bulunan, dolayısıyla büyük bir devlet ile birleşmiş oldukları halde bir çeşit kendi kendini yönetebilme hakkı talep eden halklar.
(8) Etnisite, Irkçılık, Sınıf ve Kültür, Steve Fenton s.5