Gazze Gettosu’nda Direniş Devam Ediyor

0
484

Beş yıl kadar önce, İsrail Kurşun Dökme Operasyonu’yla Gazze’de katliama girişmişken, BM İnsan Hakları Özel Raportörü Prof. Richard Falk, Gazze’deki trajediye en yakın örneğin Varşova Gettosu olduğunu dile getirmişti. Bir zamanlar, direnişçi ve mücadeleci çizgisini henüz rafa kaldırmadığı süreçte, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) de Varşova’daki Getto anıtı önüne çiçekler bırakarak faşizme karşı mücadelede dünya soluna ilham veren Varşova Gettosu direnişi ile Filistin mücadelesi arasındaki evrensel bağlara işaret etmekteydi. Kırk beş kilometre uzunluğunda, on kilometre genişliğindeki Gazze Gettosunda 1,5 milyonun üzerindeki Filistinli tıpkı Nazilerin Gettolara hapsettiği Yahudi kardeşleri gibi “hayatta kalma suçu” işliyor. İsrail makamlarına bakılacak olursa, dünyanın en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip açık hava hapishanesine tecrit edilmiş Gazzelilerin en büyük kabahati Gazze’yi terk etmemiş olmak. İslamcı Hamas’ın yönetiminde yaşamayı tercih eden Gazzeliler, İsrail nezdinde terör örgütü addedilen Hamas’ın suç ortakçıları ve destekçileri olarak “terörist halk” statüsünde. Sözün özü, Gazze’de olup biteni anlamak uğruna koca koca politik saptamalara, uzmanlık sıfatları gölgesinde geliştirilmiş stratejik tahlillere kulak vermek hiç mi hiç gerekmiyor. Gazze’de gerçekleştirilen katliamı Hamas’ın roket saldırılarıyla ilişkilendirmek İsrail devletini, büyük bölümü orduya tam destek veren kendi halkı nezdinde aklıyor olabilir. İslami otoriterlikten ve şiddetten yaka silmekte olan bölge halkaları ve sekülerler açısından bakacak olursak, Gazze’de direnen halk İslami eğilimlere ve Hamasyönetimine iltifat ederek kendi makus talihini kötürümleştiren bir sürecin değirmenine su taşıyor. Böylesi bir değerlendirmeyle, FKÖ’nün Filistin’de devrimci mücadelenin bütün kanallarının tıkadığı bir ortamda Gazzelilerindirenişin rehberliğine soyunabilecek tek odak olarak Hamas’a sarılmalarına öfke veyahut sitayişle yaklaşmak çok da akla yatkın görünmese gerek.

“Üç savaş yaşındayım”

Bütün can yakıcılığıyla halen sürmekte olan katliamın tetikleyicisinin üç İsrailli gencin kaçırılarak katledilmeleri, ardından da Filistinli bir yaşıtlarının diri diri yakılması olduğunu teslim etsek bile, meselenin bundan ibaret sayılamayacağını kabul etmek için öyle feraseti çok geniş olmamıza gerek yok. Sağcı Likud hükümeti, eline geçirdiği her fırsatta Gazzelileri cezalandırmayı birinci gündem maddesi olarak zaten tanımlamış durumda.
Her durumda, Hamas’ın fırlattığı roketlerle İsrail halkını sürekli bir terör atmosferine hapsederek bir korku toplumuna dönüştürdüğünün altını çizenler yok değil. İsrail bir korku toplumu. Hatta denilebilir ki, İsrail toplumunu belirleyen en önemli saik, korkunun ta kendisi. Korku bir yandan İsraillilerin seslerini tutsak alırken, diğer yandan korkunun müsebbibi saydığı kesime yönelik büyük bir öfkeyi beraberinde getiriyor. Hamas roketlerini geri püskürten etkili savunma sistemi veyahut saldırılara karşı hayli eğitimli nüfusu sayesinde can kayıpları İsrailliler açsından öyle büyük sayılara varmadan önlenebiliyor; lakin korku, İsraillilerin ruhunu kemirmeye devam ediyor. Yine de, İsrail’in bölgesel siyasetini düşmanlarla kuşatıldığı vehmine hamletmek çok da isabetli olmasa gerek. İşte bundandır ki, son Gazze katliamı ne katledilen İsrailli gençleri ne de Hamas’ın hedefi bir türlü vuramayan roketleriyle izah edilebilir. Katliamın sorumlusu olarak Hamas’ı işaret edenler, “sorumlular” arasında, tecrit edilmiş halde her türlü insani gereksinimden uzak hayatta kalma mücadelesi veren bir nüfusu ilk sıraya yerleştirmeli. Sözü eğip bükmeye hiç gerek yok: Katliamın birinci nedeni Gazzelilerin bizatihi kendileridir! Bu izahatı yeterli bulmayanlar için, İsrail’in bir türlü nihayete erdirilemeyen aksine körüklenen yeni yerleşimler politikası, Filistin’in köklerinden sökülen yüz yıllık ağaçları, talan edilen doğal kaynakları, el konulan su kaynakları gibi meseleleri zikredebiliriz.
Olup bitene ilişkin illa güncel siyasetin gölgesinde bir tahlil talep edenlere Hamas ve FKÖ’nün Nisan ayında bir araya gelerek tesis ettikleri uzlaşıyı ve ulusal birlik hükümetini hatırlatmamız yerinde olacaktır. İsrail Başbakanı ve sağcı Likud Partisi’nin lideri Benjamin Netanyahu bu uzlaşının ardından, çeşitli beyanatlarında uzlaşıyı yıpratmayı hedefleyen yeni salvolara hazırlanmakta olduğunun mesajını vermişti. İsrailli saygın tarihçi Avi Shlaim’in de altını çizdiği üzere Gazze, İsrail devleti açısından her canı sıkıldığında gerginliğini atmak üzere yumrukladığı bir “kum torbası”ndan başka şey ifade etmiyor; zira başta da vurguladığımız üzere, İsrail’in sağcı yönetimi şiddette başvurmaya her daim mütemayil. Lakin uluslararası ortamın elverişliliği de İsrail’in son saldırısının boyutlarına ilişkin ipuçları sunar nitelikte. Nitekim Suriye krizi esnasında açıkça Esad karşıtı bir tutum alan Hamas, İran’ın desteğini yitirmekle kalmayıp Lübnan Hizbullah’ıyla da arasındaki mesafeyi açtı. Mısır’da Sisi’nin iktidara gelişi de Hamas üzerindeki baskının şiddetlenmesi ve ambargonun sıkılaştırılması anlamına geliyordu. Böylesi bir tabloda yalnızlaştırılmış bir Hamas ve onu direnişin umudu olarak destekleyen Gazzeliler, İsrail devleti gözünde kolay hedefler addedildi.
Yasmeen El Khoudancy bir yazısında, Gazzeli çocuklara yaşlarını sorduğunda “üç savaş yaşındayım” cevabı alabileceğinden dem vuruyordu. İsrail Gazze’ye yönelik ambargoyu sonlandırmadığı ve uluslararası hukuk nezdinde süregelen işgalci niteliğinden arınmadığı sürece Gazzeli çocuklar yaşlarını savaşlara ve katliamlara atıfla tanımlayacaklar. En yaralayıcısı da, savaş ve şiddet mağduru Gazze halkının acıları aklı evvel ve fırsatçı bölge hükümetleri tarafından iç politika malzemesi olarak araçsallaştırılacak ve ağlamaklı söylevlere malzeme olarak sunulacak. Günü geldiğinde Gazze Gettosu’nun sadece işgalcilere karşı değil, fırsatçılara karşı da direnmelerini beklemekten başka çaremiz yok.

Dr. Gilbert’in Gazze Mektubu

Sevgili dostlarım,

Dün gece korkunçtu. Gazze’deki “kara harekâtı” arabalar dolusu sakat, liğme liğme edilmiş, kan kaybeden, titreyen, ölen – her tipten, her yaştan Filistinli masum insan olarak sonuçlandı. Hepsi sivildi, hepsi masumdu.
Ambulanslardaki ve Gazze’nin tüm hastanelerindeki kahramanlar yorgunluktan yüzleri griye dönmüş ve insanlık dışı iş yükü altında (son 4 aydır Şifa Hastanesi’nde maaşlar ödenmiyor) 12-24 saatlik nöbetlerle çalışıyorlar. Hastalara bakıyorlar, triyaj uyguluyorlar, farklı ebatlardaki bedenlerin, bacakların yaşadığı akıl almaz kaosu anlamaya çalışıyorlar. Yürüyebilen, yürüyemeyen, nefes alabilen, nefes alamayan, kanayan, kanamayan insanlara müdahale etmeye çalışıyorlar. İNSANLARA!
Hala, bir kez daha “Dünya’nın en ahlaklı ordusu” tarafından hayvan muamelesi görüyorlar (Köpekler gibi saldırarak!).
Acının, ızdırabın, şokun ortasında sergiledikleri azim sebebiyle yaralılar için duyduğum saygı sonsuz. Sağlık ekipleri ve gönüllüler için beslediğim takdir duygusu sonsuz. Karşılaştığım sahneler karşısında sadece çığlık atmak istesem de Filistinli “sumud’a” duyduğum yakınlık bana güç veriyor. Bir kişiyi sıkıca tutmak, onunla ağlamak, kan içindeki sıcak bir çocuğun ten ve saç kokusunu içime çekmek istiyorum. Keşke kendimizi koruyabileceğimiz sonsuz bir kucak olsa ? ama bunu sağlayamıyoruz, onlar da sağlayamazlar.
Küle dönmüş gri yüzler – Offf, HAYIR! Paramparça edilmiş, kan içinde onlarca yaralı kafilesi bir kez daha gelmesin! Acil hala kan gölü içerisinde. Temizlenmeyi bekleyen, üzerinden kan damlayan, kanla sırılsıklam olmuş bandajlarımız var. Of! Temizlikçiler, her yerdeler. Kanı ve kesip atılmış dokuları, saçları, elbiseleri, kanülleri, ölülerden arta kalanları çabucak kürek kürek taşıyorlar. Yeniden hazırlanmak ve aynı şeyi sil baştan yaşamak için. Son 24 saat içerisinde Şifa Hastanesi’ne yüzden fazla yaralı getirildi. Bu miktardaki iş yükünü tam teşekküllü bir hastane ancak karşılayabilir, burada ise neredeyse hiçbir şey yok. Elektrik yok, su yok, tek kullanımlık bezlerden yok, uyuşturucu ilaç yok, hasta yatağı yok, eşya yok, monitör yok; sahip olduklarımız geçmişin hastanelerine ait, sanki müzeden alınmış, tamamiyle paslanmış edevat. Ama şikâyet etmiyor bu kahramanlar. Bu araçlarla çalışmaya devam ediyorlar, savaşçılar gibi muazzam bir kararlılıkla ilerliyorlar.
Bu kelimeleri sizlere yatağımdan, yalnız başıma yazdığım sırada gözlerimden yaşlar boşalıyor. Sıcak ama işe yaramaz acı, keder, kızgınlık ve korku taşıyan gözyaşları akıtıyorum.
Bu gördüklerim yaşanıyor olamaz!
Ve, tam da şimdi, İsrailli savaş makinelerinin çaldığı orkestra dehşet verici senfoni ile tekrar başlıyor. Tam da şimdi; kıyılardaki donanmadan yükselen topçu bölüğünün yaylım ateşi, kükreyen F16 uçakları, mide bulandırıcı insansız hava araçları (Arapçası ‘Zennanis’, vızıldayanlar) ve de ortalığı dağıtan Apaçi helikopterleri. Hepsi ABD tarafından imal edilmiş ve faturası ödenmiş araçlar.
Bay Obama – Senin bir kalbin var mı?
Seni bizimle beraber Şifa’da bir gece geçirmeye davet ediyorum. Sadece bir gece! Belki bir temizlikçi kılığına bürünebilirsin.
Yüzde yüz inanıyorum ki, Şifa’da geçireceğin bir gece tarihin akışını değiştirirdi.
Kalbi ve gücü olan hiç kimse Şifa’da bir gece geçirdikten sonra Filistin Halkı’nın yaşadığı kıyıma son vermeye gönül vermeden yürüyüp uzaklaşamaz buradan.
Fakat kalpsiz ve merhametsiz olanlar Gazze’deki bir başka “dahyia” kıyımının hesaplamalarını ve planlarını yaptılar bile. Ölüm enstrümanlarının seslerini nasıl ayarladıklarını duyabiliyorum. Lütfen. Elinizden ne geliyorsa yapın. Bu, BU devam edemez.

Mads Gilbert MD PhD
Klinik Bölüm Başkanı Profesör
Acil Durum Kliniği
Kuzey Norveç Üniversite Hastanesi
(litost.com)

Savaşın vahşeti çocukların gözlerinde gizlidir…

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz