Sabres of Paradise…
Kitap, cennet ile cehennem kavramlarını bilmeden geçti elime…
Aldığım ilk kitap olduğu için, anlatacağım hikayesini…
…
Doksan üç senesinden öncesi…
Evvelden duran kitaplar, dergiler bir yana…
O zamanlar, ne çıkarsa topluyorum, zaten çıkan ne var ki…
Tek tük…
…
Britanya’nın İngiltere denen kısmı…
Hatta Kent kısmısı biraz…
Orada bir sahil kasabası…
Adı, Folkestone…
…
‘Boğaziçi’ değil, ‘Channel Tunnel’ yok daha…
Şimdi olsa, Orient Express geçer, her ikisinden…
…
Brighton’a, bir nefes almaya gidiş…
Gel ile git zamanları, gel ile git yerleri…
…
Dalganın gelip gittiği gibi…
Benim de gelip gittiğim zamanlar…
…
Demir Leydi’nin ölümden döndüğü otel burada…
Denize nazır, sahilde otel…
…
Bir sokak arasında, arkasında eski bir kitapçı…
…
Elimi atıyorum…
Gelen ilk kitap, Sabres of Paradise…
Sözlük var elimde, öğreniyorum hemen ne demek…
…
İlki; Kılıç…
İkincisi; Cennet…
Demiştim, cennet ile cehennemi bilmediğim dönemler…
Kıldan ince, kılıçtan keskin olduğunu bilmediğim dönemler aynı zamanda…
…
Ne kadar diyorum on beş pound…
Öğrenci adamın vereceği değil bu para…
…
Çıkıyorum, denize giren ‘pier’ üstünde alıyorum soluğu…
…
Yetmiyor…
Brighton…
Folkestone…
İstanbul…
…
Kurt bu…
Girdiğini kemiriyor…
…
Haber ettim…
Kitabı alın…
Cennetten geldi kitap…
Kılıç gibi keskin olan kitabın sayfalarıymış meğerse…
…
Ciltli…
O zamanlar pek olmazdı…
Şömizli…
…
Çok az resimli…
…
İlk aldığım oldu, meşakkatli oldu aldığım bu kitap…
…
Cennetin Kılıçları…
Kötü bir baskı ile çıktı…
…
Aldım gönülsüzce…
İyi yapıştırılmamış…
Sayfa sayfa parçalandı, dağıldı o kötü baskısı…
…
Cennetin Kılıçları…
Sabres of Paradise…
…
İçinde az resim…
Kılıçların arasında resim…
…
Hepsi cennete gitti…
Hepsi cennete kılıçla gittiler…
…
Kitabı okuyan, kitabı yazan, kitabı getiren…
…
Sayfaları arasında resmi olanlar…
Sayfaları arasında hikayesi anlatılanlar…
…
Teker teker gittiler…
Anıları kitap oldu…
Ciltli, şömizli…
Dilerim, aynı kitap bir daha düşmez ikinci ele…
İkisi de bende…