Lafa nasıl girmeli bilemiyorum. Biz de en zor şey eleştirmektir. Genellikle eleştirilenler haklısın(ız) demez. Diyemez. Kimi işi uzatır. Kişisel kırgınlıklara kadar vardırır. Kimi de döner en ağırından hakaretler eder. Kallavi bir küfürle de bütün irtibatı koparır.
Eleştirip de olgunlukla karşılandığım, inceden cevabımı aldığım ve en nihayetinde her şeyin olgunlukla sürdüğü bir kurumdur Jıneps. Umarım yine öyle olur. (Bağlama nasıl ama?!)
Yeri gelmişken söyleyeyim. Açık açık eleştirdiğim; ama olgunlukla cevabını ileten; ama ilişkiyi asla kopartmayan üç kişiyi burada yeri gelmişken yad edeyim. Zaman zaman örnek verdiğim bu üç şahıs Necdet Hatam, Muhittin Ünal ve Vacit Kadıoğlu’dur.
Malum Mayıs ayı SÜRGÜN’ün 150. yılı dolayısıyla oldukça hareketli geçti. Anavatanda ve başta Türkiye olmak üzere diasporada, anma programları ve değişik etkinlikler ile sürgün ve soykırıma dikkat çekildi. Toplumumuz bu konuda duyarlı olmaya ve bilinçlendirmeye yönelik çalışmalar inşallah toplum vicdanında gereken karşılığını bulmuştur.
Bütün bu çalışmalar içerisinde yer alan iki program vardı ki şahsım ve içinde an itibarıyla yöneticisi olduğumuz kurumumuz için de önemliydi. Bu kurum da Adıge Khase Çerkes Derneği idi.
Bir dönem sallanan ama tekrar küllerinden doğmaya çalışan AKÇED, 150. Yıl 150 Fidan projesi kapsamında mini bir hatıra ormanı oluşturdu. Bu etkinliğin önemi sadece fidan ekmekten öte kültürümüzün kült etkinliği “MEŞE ALTINDAKİ MECLİS/ WOZDİGEY”i oluşturması ve buradaki ritüelleri uygulaması idi.
İkincisi ise Eyüp Sultan Camii’nde okutulan Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif programı idi. İstanbul’daki farklı noktalarda duran birçok dernek yetkilileri o gece Eyüp Sultan Camii’nde buluşmuş; açıkçası cami cem etme işlevini yerine getirmiş idi.
Özellikle mevlit programı ile ilgili olarak çok olumlu dönüşler olmuş ve hemşerilerimiz takdirlerini belirtmişlerdi.
Diğer programlar da elbette önemliydi. Ve, gerek şahsım olarak ve gerekse kurumsal olarak, hem Taksim’e hem de Kartal’a iştirak etmiş idik. Derdim(iz) birini diğerine yeğ tutmak değildi. Ama birbirinin benzeri onlarca programın yanı sıra; çok daha farklı olan programların biraz daha öne çıkarılmasını istemek, beklemek hakkımızdı diye düşünüyorum.
Bizim bu kadar önemsediğimiz mevlit ise maalesef bazılarınca görmezden gelindi. Yahu camiye girmeseniz de, avlusunda bari görünseydiniz, diye düşündüğümüz bir sürü hemşerimiz vardı açıkçası. Korkmayın erenler, minare yıkılmazdı üstünüze deyip topu Jıneps’e atayım.
Son sayımız doğal olarak 21 Mayıs etkinlikleri ile dolu dolu idi. Elhak doğrudur . Olmalıydı da. Keşke bir babayiğit sponsor olup da ekstra bir ek/gazete yapılabilse idi. Gazete yönetiminin yıllardır yüklendiği bu ağır yüke keşke birileri de omuz verebilselerdi. Bu işin bir yönü. Ve haklarını teslim etmemiz gerekenlere payını da ayırmalıyım tabii ki.
Amma velakin…
Bütün o haberler içerisinde fotoğrafı olmayan tek etkinlik Eyüp Sultan Camii’ndeki mevlit programı olunca insan ister istemez “neden?” diye soruyor. Üstelik haber anlamında da en kısa bilgi ona ayrılmış.
Bunun sebebini gerçekten merak ettim. Bunu bire bir de sorabilirdim. Ama gazete üzerinde eksikliği olan bir şeyi yine gazete kanalıyla sormak; ve bunu bana soranlara yine aynı kanaldan cevap vermek gibi bir yükümlülükle karşı karşıya olduğumu(zu) düşünüyorum.
Sanki böyle bir şey olacağını düşünmüşçesine bir de en başında sırf bu programların özelinde “pozitif ayrımcılık” istemiştim. Bu sadece benim kişisel dünya görüşümün talebi değildi elbet. Camiamızın mütedeyyin kesimi zaten gazetenin belli konulardaki eleştirilerini zaman zaman şahsıma da ilettiklerini söylemem gerek. Eminim gazetenin yönetimine de bu tür talepler ulaşıyordur.
Çerkes toplumunun tek gazetesi olma hasebiyle biraz daha ortada durması gerektiğini, acizane yazılarımda müteaddit kereler yazmış idim. Bu zaten bilinen bir gerçek. Bu sadece benim egomu gıdıklayacak bir husus olmadı açıkça söylemem gerekirse. Derdim, gazetenin toplumumuzu; toplumuzun da gazeteyi olabildiğince fazla kucakladığı bir sarmalın oluşmasını anlatmaktı.
Evet gazeteyi çıkaran ve yayın kurulundaki hakim zihniyet sol tandanslı arkadaşlarımdan oluşuyor. Ve hem yazılarımda, hem camia içerisinde zaman zaman ve açık seçik ifade ettiğim üzere, benim ‘onlara göre’ aykırı yazılarıma karışmadılar şu ana kadar. Virgülüne dokunmadılar. (Kendilerine teşekkür ederim)
Ama bu toplumun gelmiş geçmiş bütün problemlerinin kaynağı bu iktidarmış gibi göstermek takıntısından da kurtulamadılar açıkçası. 90 yıllık despot jakoben cumhuriyet tarihinde, demokratik adımların atıldığı, “düz ovada siyaset” noktasında ciddi mesafe kat edildiği günümüz ortamında zaten seçim sandıkları gereken cevabı veriyor diye düşünüyorum.
Umarım benim çok sevgili arkadaşlarım da bu konjonktürü doğru okurlar da nalıncı keseri gibi hep bir yana vurmazlar darbeleri.
Bir de, geçmiş zamanda kısa bir dönem “yoldaşlık” yaptığımız (yapamadığımız) arkadaşıma sataşayım. İktidar yalakası diye yazısını koymadığın AG’ye karşın ME’ye sempati ile bakan inci gözlerin AG ve ME aynı kulvarda yürümeye devam edince ne düşündü acep? Bir cevap verirse sevinirim.