Sürgünden önce Abhazya’da insanlar nasıl yaşıyordu? Hayatlarını nasıl idame ediyorlardı? Nerede çalışıyorlardı? Eğitim durumları ve kılık kıyafetleri nasıldı? Bütün bu soruların cevabını çocukluğumdan bu yana merak ederdim. Özellikle Abhaz Mimarisi konusunda bilgi edinmek isterdim, çünkü babam mimar olduğundan, değişik mimari tasarımlar ve kitaplarla büyüdüm. Kısaca, mimarlık kanıma işlemişti. Bu yüzden atalarımızın Abhazya’da nerede ve nasıl yaşadıklarını çok merak ederdim. Maalesef bu konuda babamdan doyurucu cevaplar alamadım, çünkü kendisinin de bilgisi yoktu. Ancak üniversitede okumaya başlayınca, babam bana merhum dedemin not defterini hediye etti. Bu not defterinde pek çok sorumun cevabını buldum. Şimdi de dedemin “Abhaz Mimarisi ve Ev Yaşamı” konusundaki bilgilerini paylaşmak istiyorum. Bu yüzden merhum dedemin yazısını buraya aynen ekliyorum:
“Pederimden işittiğime göre ecdadımızın memleketinde insanlar hak ve adalet ile hayatlarını ikmal ediyorlarmış. Avrupa’da olduğu gibi şehirler yokmuş, yegane Karadeniz sahilinde bulunan Sohumkale de şehirleşme vuku bulmuş. Diğer sahil kısmında bulunan yerleşimler, Nahiye derecesinde imiş. (…) Umumiyetle evler tek katlı ve geniş bahçe içinde inşa edilirmiş. Evlerin önünde büyük bir meydan bulunur ve bu meydanda toplantılar ve muhtelif vaktilerde düğünler icraa edilirmiş. Evlerin mimarisi pek sade olur ve umumiyetle koyu renklerde boyanırmış. Giriş kapısı iki kanatlı olup ağır demirden yapılmış kilit bulunurmuş. Pencereler haliyle tek camlı ve sürgülü imiş. Lakin bu tür pencereler muhtemelen Osmanlı’nın etkisi sebebiyle moda haline gelmiş olabilir, zira daha evvelki devirlerde iki kanatlı pencerelerin yapıldığını işitmiştim. Kapıdan içeri girildiğinde uzun bir hol ve bu hol’e açılan kapılar bulunurmuş. Evlerin geniş olmasına dikkat edilirmiş, zira misafir ağırlama milletimizde pek mühim olduğundan, insanların rahat etmeleri bu suretle mümkün olurmuş. (…)
Abaza diyarında pek çok orman bulunduğundan evler de umumiyetle zemini kargir, diğer katlar ahşap olurmuş. (…) Bahçelerin bakımına pek itina edilir ve temiz olmalarına bilhassa dikkat edilirmiş. Her ailenin bahçesinde Çınar ağacı ve Ceviz ağacının bulunması hakikaten zaruri imiş, zira Abazalar Çınar ağacı altında toplanır sohbet ederlermiş. Bundan manada Çınar ağacı pek değerli imiş. (…) Avrupa’da ve Memaliki Osmani de olduğu gibi evler birbirlerine pek yakın inşaa edilmez, aralarında uzun mesafe bırakılırmış. Neden bu sebepten her ailenin kendilerine mahsus pek büyük arazileri olurmuş. (…) Bir Nahiyenin Beyi olan Asilzade ailesinin evi Nahiyenin veyahut köyünde içinde olmazmış. Asilzadeler evlerini umumiyetle bir tepenin üzerine inşaa ederlermiş. Bunların haneleri, Asalet dereceleri mucibince iki katlı ve debdebeli olabilirmiş. Kont derecesine sahip, abaza lisanında Amısta-duğ ünvanına haiz ailelerin köşkleri iki katlı ve pek güzel olurmuş. Bu hususta gençliğimde Adapazarı tarafında ziyaret ettiğim Lakırba’ların köşkleri emsal olabilir. Zira Lakırba’ların köşkleri Abaza mimarisine sadık kalınarak inşaa edilmişti. Köşkün pencereleri pek büyük ve sürgülü idi. Giriş kapısı iki kanatlı olup içeride pek büyük bir hol bulunuyordu. Yere değerli halılar serilmişti. Holun nihayetinde geniş bir merdiven ikinci kata çıkıyordu. Giriş katında Lakırba beyi misafirlerini kabul ederdi. İkinci katta ise Bey’in zevcesi Aamısta-duğ-ha hanım misafirleri kabul ederdi. Avrupai koltuklarda oturulur ve gene Avrupai masalarda yemek yenirdi. Abaza diyarında gene aynı şekilde, fakat Rusya’dan veyahut İstanbul’dan getirtilen mobilya kullanılırmış. (…)
Abaza prenslerinin köşkleri ise haliyle diğer Asilzadelerin hanelerine nispet daha büyük ve debdebeli imiş. Bizim ailenin Abaza memleketindeki konakları iki katlı ve pek büyümüş. Bu konak üç bölüme ayırılmış. Birinci bölümde Prens, Abaza lisanında Ahveyahut Atavad misafir kabul eder ve yaverleri ile görüşürmüş.İkinci bölümde Prensin zevcesi Ah-çiç ve kerimeleri Çiç-ha’lar ikamet ederlermiş. Üçüncü bölüm ise misafirhane olarak kullanılırmış. Bundan maada esas Köşk’ün yanında bir de Müştemilat bulunurmuş. Prens köşklerinde pek güzel mobilyalar kullanılırmış. Sürgünde ailemiz bu değerli mobilyaları ve mücevherlerini Ruslara satarak kendilerine tabii olan halkın sağ selamet Memaliki Şahaneye hicret etmelerini ve orada toprak sahip olmalarını temin etmişlerdir. Dul kalan hanımlara bu meblağ’dan maaş bağlayıp ortada kalmalarına mani olunurdu. Benim gençliğimde bizim emektarlarmız ailemizden sayılır ve onlara hürmet ederdik. Hak ve adalet Abazalar için pek mühim olduğundan Memaliki Şahane bu hususta diğer milletlerle münakaşalar vukuu bulmuştur. Zira Abaza kanunları ile Türk kanunları haliyle pek farklıdır. (…) Abazaların tahsil ve terbiyeleri fevkaladedir. Erkekler çocukluklarından itibaren ata binmeyi, avlamayı, savaşmayı öğrenirlerdi. (…)
Kızlar da ata binmeyi öğrenirlerdi. Abaza hanımları bilhassa güzellikleri ve zarafetleri ile meşhurdurlar. İnce bellleri, kullandıkları korselere borçlulardı. Aynı şekilde erkeklere mahsus korseler de bulunurdu. Bu korseler dik yürümeleri ve zarif fakat heybetli görünmeleri içindi. Bilahare tahsil hususunda evvelki devirlere nispet Avrupa lisanları öğrenmeye başlamışlardı. Muhtelif prens ve kontlar Fransızca dahi konuşurlardı. Rusçaya ise umumiyetle pek çok Abaza malikti. Okuma ve yazmaya milletimiz pek meyilli idi. Bütün asilzadeler okur ve yazarlardı, zaten bu hususta bihaber olanlara pek hoş bakılmazdı. Zira malumatlı olmak Abazalar için pek mühimdir. (…)”