Umut Yolcuları – Sürgün Derlemesi (3. Bölüm)

0
434
“Esirleri gemilerle Osmanlıya götürüyorlar”

Savaşçılar Hapl’ Irmağı’nı geçip Amıthaç Köyü’ne geldiklerinde, köyün tamamen yakıldığını görünce dehşete düştüler. Kendi köylerinin de aynı akıbeti yaşamış olabileceği düşüncesi içlerini kemirmeye başladı. Çünkü Amıthaç, kendi bölgelerine bir günlük mesafedeydi. Acele etmelerine rağmen yanlarında yaralıların olması hızlarını yavaşlatıyordu. Hafif yaralıları at üstünde, ağır yaralıları ağaç sedyelerde (şıpxhaĺe) taşıyorlardı. Üstelik her yerde Rus askerleri vardı. Bu yüzden ani bir baskın yememek veya bir Rus birliği ile tedbirsiz bir şekilde karşılaşmamak için Temruko üç kişilik bir öncü kolu (şepe’ulh) oluşturmuştu. Öncü kolunun başında da Nawruz vardı. Nawruz önderliğindeki üç kişilik grup, bir saatlik yol kadar savaşçıların önünde ilerliyordu. Öncü kolu Derbekoáy Kale’ye yaklaştığında, uzaktan bir Rus birliğinin vadinin içinden kendilerine doğru geldiğini gördü. Nawruz hemen yanındaki iki atlıyı arkadan gelen gruba haber vermek üzere geri gönderdi. Atını ağaçların arkasında gizleyip iri bir dal parçasına bağladı. Yaklaşan düşman birliğini rahatça görebileceği vadinin en dar noktasına doğru gidip oldukça yüksek bir yamaçta çalıların arasına saklandı. Birliğin önünde 300 kadar atlı süvari, orta kısmında yaya olarak yürüyen oldukça uzun bir insan kuyruğu ve yaya olarak yürüyenlerin arkasında ise yine çok kalabalık bir piyade birliği görünüyordu. Delikanlı saklandığı yerde yaklaşık yarım saat bekledikten sonra nihayet birlik önünden geçmeye başladı. Rus askerleri yakıp, yıktıkları köylerde esir aldıkları biçare Adıge’leri ortalarına almış götürüyorlardı. Nawruz içinden “Acaba nereye götürüyorlar bu zavallıları” diye düşündü. Kendi köylerinden veya tanıdık birileri var mı aralarında diye pür dikkat izliyordu önünden geçen esirleri. Aralarında tanıdık birkaç yaşlı vardı ama kendi köylerinden kimseyi göremiyordu. Biraz sonra arka grupta bir genç kız ilişti gözüne. Zavallı kız perişan bir durumdaydı. Üzerinde doğru dürüst bir elbise dahi yoktu. Dağınık saçları başı öne eğik olduğu için yüzünü kapatıyor, bu yüzden siması tam olarak seçilmiyordu. Ancak bu sima Nawruz’a hiç yabancı gelmiyordu. Kızın içinde bulunduğu grup biraz daha yaklaştığı anda genç adamın tüyleri diken diken oldu. “Aman Allah’ım Nebzıf bu” diye mırıldandı. Başından kaynar sular döküldü sanki. Terlemeye başladı. Tarifsiz bir ateş sardı içini. Hayallerinin prensesi sevdiği kızı nereye götürüyordu şimdi bu zalimler. Onun için Dünya’da göze alamayacağı hiçbir şey yoktu. Bir ara saklandığı yerden fırlayıp birliğin arasına dalarak onu kurtarmayı düşündü. Tek başına onu kurtaramayacağını anlayınca bu düşüncesinden çabuk vazgeçti. Birlik önünden geçip gittiği halde, içinde bulunduğu duygu karmaşası epey bir zaman onu yerine mıhlamıştı. Yerinden ayrılıp dalgın bir şekilde atının yanına geldi. Atına bindi ve arkasındaki savaşçılara doğru gitmek için yola çıktı. Atını rahvan sürüyordu.

Yol boyunca sürekli ne yapacağını düşünüyordu. Nebzıf’ı gördüğünü ve onun peşinden gideceğini kimseye söyleyemezdi. Çünkü Nebzıf’ın, Doleçeriy ile yakında evleneceğini herkes biliyordu. Gruptan ayrılmak için haklı bir gerekçe bulması gerekiyordu. En sonunda Nebzıf hariç gördüklerini Temruko’ya anlatarak esirlerin nereye götürüldüğünü öğrenip arkalarından köye geleceğini söylemeye karar verdi. Bu düşünceler içinde savaşçıların yanına geldiğinde başta Temruko olmak üzere herkes Nawruz’un getireceği haberi merak ediyordu. Nawruz bir Rus birliğinin yaklaşık 700 kişiyi esir aldığını ve bilmediği bir yere götürdüklerini, esirlerin arasında tanıdık kimseyi görmediğini söyledi. Aşıwhable’den savaşa 14 savaşçı katılmıştı ancak geri dönen grupta sadece iki savaşçı vardı. Üstelik birisi de çok ağır yaralıydı. Nawruz, Aşıwhable’den birkaç kişiyi gördüğü halde gruptakilerin kimi gördüğünü soracaklarını bildiği için, bundan hiç söz etmedi. Temruko delikanlının anlattıklarını dinleyince durumun sandığından çok vahim olduğunu anladı ve “Biz mertçe savaşmayı atalarımızdan öğrendik. Savaş meydanlarda erkekçe yapılır. Nereden bilebilirdik ki düşmanlarımızın bu kadar onursuz olduğunu. Arkamızda bıraktığımız savunmasız insanları haince pusu kurup katledeceklerini düşünemedik. Böyle olacağını bilseydik köylerimizi terk eder miydik hiç. Maalesef büyük bir hata yaptık. Wostığay’de onca gencimizi boşu boşuna kaybettik” dedi.

Orta yaşlı adamın mavi gözlerinden pişmanlığı çok bariz bir şekle anlaşılıyordu. Savaşçılar suskundu ama patlamaya hazır bir volkan gibiydi hepsi. Nawruz, Temruko’ya “Thamade ben bu naçar insanları nereye götürüyorlar merak ediyorum. İzin verirsen bu birliği takip edip başlarına ne geldiğini öğrenmek istiyorum. Belki onları kurtarma şansımız olabilir. Durumu öğrenip arkanızdan yetişirim” dedi.

Temruko, delikanlının omzuna elini koydu. “Evlat, esirleri nereye götürdüklerini ben sana söyleyeyim. Sahile götürüyorlar. Onları gemilere bindirip Osmanlıya gönderiyorlar. İki ezeli düşman bizden habersiz çoktan anlaşmış. Osman Efendi binlerce yıllık vatanımızı sanki kendisininmiş gibi Ruslara vermiş. Biri topraklarımızı işgal edip bizi sürüyor, öteki suçunu bastırmak için bize kucak açıyor. Dediğin gibi esirleri sahile götürmeden bir yerde topluyorlarsa belki onları kurtarabiliriz. Biz yolumuza devam edeceğiz. Getireceğin habere göre ne yapabileceğimizi tekrar düşünürüz” dedi.

Temruko ve arkadaşları köylerine doğru yola koyuldu. Nawruz, esirleri götüren Rus birliğinin peşine düştü.

Savaşçılar uzun bir yolculuktan sonra Aşıwhable’ye yetiştiklerinde gördükleri vahşete insan olan inanamazdı. Hemen Aşıwhable’li Savsur evlerine doğru atını dörtnala sürdü. Avluda yaşlı babasının cesedini gördü. Yanıp kül olan evlerinin enkazının altından annesinin ve kardeşlerinin kömürleşmiş cesetlerini tek tek elleriyle çıkardı. İnsan yüreği nelere dayanmıyordu ki. Diğer Aşıwhable’li savaşçı sedyede baygın yattığı için hiçbir şeyden habersizdi. Avluların önleri, çitlerin, ot yığınlarının dipleri cesetlerle doluydu. Evlerin hepsi yakılmış bir enkaz halindeydi. Savaşçılar birkaç saat içinde etraftaki ve enkazların arasındaki cesetleri toplayıp tek tek gömdüler. Temruko’nun birliğindeki savaşçıların hepsi bu bölgedeki köylerin delikanlılarıydı. Savaşçılardan en uzağının köyü Aşıwhable’ye iki saatlik bir mesafede olduğundan Temruko burada dağılmanın uygun olacağını düşündü. Savaşçılar Aşıwhable’de helalleşip ayrıldılar.

Tseyhable’den grupta Temruko dâhil dokuz kişi kalmıştı. Bu dokuz kişinin ikisi de yaralıydı. Hiç vakit kaybetmeden Aşıwhable’li ağır yaralı delikanlı ve Savsır’ı da yanlarına alarak köylerine doğru yola çıktılar. Aşıwhable’de gördükleri vahşet sonrası hepsi kendi köylerinde de aynı felaketin yaşandığına iyice inanmaya başlamıştı. Endişeleri yüzlerine yansımış hiç birisinin ağzını bıçak açmıyordu. Kimisi dualar ediyor, kimisi ailesinin cesetleri ile karşılaştığında ne yapacağını düşünüyordu. Bir saatlik yol bir ömür gibi uzun geldi hepsine. Telaşlıydılar, endişeliydiler, savaşta kaybettikleri arkadaşlarının acısını bastırmıştı bu heyecan. Mahşerin atlıları Teseyhable’ye yaklaşırken etrafta kimseyi göremeyince endişeleri bir kat daha arttı. Köye yetiştiklerinde evlerin sapa sağlam durduğunu gördüler. Sadece bir iki başıboş hayvan ortalıkta geziniyordu. Hiçbir yerde de ceset yoktu. Atlarından inip evlere girdiklerinde, bazı ocaklarda soğumuş kazanların (şıwon) durduğunu, hala bazı gaz lambalarının yandığını, yatakların dahi toplanmamış olduğunu görünce, köy halkının aceleyle köyü gece vakti terk ettiğini anladılar. Kızgın yürekleri biraz serinledi ve hepsi derin bir nefes aldı. Kötünün iyisiydi bu durum. (Devam edecek)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz