Abhazya’da bir yayın kuruluşunun talep ettiği, fakat çeşitli sebeplerle yayınlayamadığı yazıyı yayınlıyoruz
Aguas İmdat
Vladislav Ardzınba için bir yazı istediklerinde doğrusu çok düşündüm. Hangi Ardzınba’yı anlatacaktım? Hepimizin bildiği, tanıdığı ve büyük hayranlık beslediği, Abhazya Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk devlet başkanımız Ardzınba’yı mı, yoksa sadece kurucumuz değil aynı zamanda bir ulusun başöğretmeni de olabilecekken, Abhazya’yı dünyanın en demokratik ülkelerinden biri haline getirebilecekken bunu yapmayan ya da yapamayan Ardzınba’yı mı? Ardzınba sadece bir devlet adamı değildi, o bir liderdi. Onun kumaşı, karizmatik kişiliği buna uygundu. Ama karizmasını ve liderliğini tam olarak kullanamadı. Savaştan sonra Abhazya Cumhuriyeti’nin kuruluşu aşamasında olaylara yön veren değil de olayların arkasından giden kişi oldu. Bazen liderler, devlet adamları, tarihe yön veren insanlar sadece yaptıklarıyla değil, aynı zamanda yapamadıkları ve yapmadıklarıyla anılırlar. İşte bu yazımda Ardzınba’yı her iki şekilde de anacağım.
Nasıl bir devlet?
Ne kadar üzülüyorum bilemezsiniz; halkımızın Vladislav Ardzınba’ya ilk devlet başkanımız deyip, ulusumuzun başöğretmeni ya da büyük kurtarıcımız diyemedikleri için. Baş öğretmen olmaya zorunlu iken, buna da imkanı, karizması ve yeteneği varken yapmadı, fırsatı kaçırdı. Halbuki halkımız büyük bir değişim yaşıyordu. Böyle zamanda ideolojik önderliğe çok ihtiyacı vardı.
O günleri hepimiz çok iyi biliyoruz. Tüm Sovyet coğrafyası tam bir kargaşa ve kaos içerisindeydi. Eski sistem yıkılmış, yerine yeni bir şey konmamıştı. Abhazya’da ise durum daha karışıktı, çünkü Abhazya ayrıca Gürcistan emperyalizmi tarafından da işgal altındaydı. Bu durumda bağımsızlık savaşının önemi çok daha büyüktü. Burada kazanılacak bir zafer aynı zamanda yeni rejimin kuruluşunu da çok kolaylaştırılacaktı. Böylece Abhazya’da zorunlu olarak demokratik bir devrim sürecinin yolu açılacaktı. Karşımızdaki düşman ırkçı ve şovenist Gürcistan yönetimi gücünü emperyalist dünyadan alıyordu. Biz ise kardeş halkların desteğinde emperyalizme karşı savaşıyorduk. Bu bir ölüm kalım savaşıydı. Bu savaşa hazırlanmamız için kurulmuş olan “Aydgılara” adlı dayanışma örgütümüz, halkın toparlanmasında ilk aşamada çok yararlı işler yaptı. Bu örgütün kurulduğunu duyduğumda zaferi kazanacağımıza emin olmuştum. Çünkü örgütlü halk yenilmezdi. Ama Abhazya’ya geldiğimde bu örgütün işlemediğini gördüm ve endişeye kapıldım. Çünkü komutan olarak Ardzınba’nın etrafında askeri kurmayları olduğu halde, politik kurmaylarının olmadığını ya da dağınık olduğunu gördüm. Bu da bizim halk olarak savaş sonrası büyük sıkıntılar yaşayacağımızın en belirgin işaretiydi. Zaferden hemen sonra Ardzınba ile görüşen Batılı bir gazetecinin “Ardzınba çok entelektüel bir insan. Ama dünyadan haberi yok” dediğini de dolaylı olarak duymuştum.
Diasporadan gelenler olarak onun bu eksikliğini tamamlayabilirdik. Hemen oturup bütün aydınların ilgilenmesi için bir makale kaleme aldık. Bunu Türkiye’den gelen bir grup arkadaşla birlikte tartışarak hazırlamıştık. Abhazya’dan bir grup arkadaşın da katılmasını, bize yol göstermesini istedik. Tanıdığım, güvendiğim, büyük yurtsever Bganba Huhut’a durumu açtık. İlgilendi, Türkçe yazmıştık, Abhazca’ya çevirdi. Tartıştık. Huhut, Ardzınba’ya yakın bir kişiydi ve onu çok iyi tanıyordu. Bana “Bu yazıyla ilgilenmez” dedi. Ama ben mutlaka önerimi kısa da olsa yapmalıydım, buna da fırsat buldum. Yazıyı özet halinde kendisine ulaştırdık. Türkiye’den gelen Kopsirgen soyadlı bir genç, hırsızlar tarafından öldürülmüştü. Ardzınba tüm yetkililer yanında olduğu halde biz Türkiyelileri topladı, moralimiz düzelsin diye bir konuşma yaptı. Bizlere de konuşmamız için teker teker söz verdi. Ben konuşmamda, bir tek olaydan dolayı bizim moralimizin bozulmayacağını, ancak halk dağınık olduğu için bizim de dağıldığımızı, halkın örgütlenmesi gerektiğini, böylece devletin organizasyonunun da daha kolay olacağını belirttim. Her şey onun kontrolünde olacaktı. Eleştiriden çok öneride bulunarak konuşmuştum. Ardzınba bize cevaben konuşurken, “Siz Türkiye’den gelenler, bize programınız, planınız var mı diyorsunuz. Devlet kurmak için tabii ki planımız programımız var” dedi. Araya girerek, devletin değil halkın örgütlenmesi için bir planları olup olmadığını sordum. “Yok” dedi. O zamanlar benim ve geleceği gören birçok insanın kafasındaki soru şuydu: Evet devlet kurulacaktı, ama bu nasıl bir devlet olacaktı? Her aşamasında halkın söz sahibi olduğu demokratik bir devlet mi, yoksa küçük otoriter grupların, hırsızların yönetimde söz sahibi olduğu ve dolayısıyla otoritesini tam olarak sağlayamayan bir devlet mi? Maalesef, üzülerek söylüyorum ki ikincisi oldu.
Benim ya da bizim beklentimiz, ondan komünist bir sistem kurması değildi. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra küçücük Abhazya’da böyle bir şeyin olamayacağını biz de gayet iyi biliyorduk. Biz sadece daha demokratik ve her aşamada halkın temsil edildiği, eski geleneklerimize de uygun bir cumhuriyet; ya da en azından ilk etapta mafyanın etkisinin azaltıldığı bir kanun devleti istedik. Ama Ardzınba kolay olanı seçti. Hemen en örgütlü ve paralı olanlarla birlikte hareket etti, halkın örgütlenmesine yanaşmadı. Parası ve gücü olanlarla birlikte devleti yönetti. Belki de süreç içerisinde onlardan kurtulacağını, onları etkisiz kılacağını düşünüyordu ama bir süre sonra tam tersi oldu. Bugün yaşadığımız ve düzeltmeye çalıştığımız sıkıntıların temeli, işte devletin oluşumundaki bu yanlışlıktan kaynaklanmaktadır.
Demokratik lider özlemi
O gün toplantı dağılırken tüm yetkililer beni kutladı. Parlamento spikeri Cincolia ve yanımda gülerek duran istihbarat başkanı, istihbarat örgütünde çalışmamı önerdiler. Hemen reddederek “Ardzınba’ya bağlı yeni kurulacak diasporaya dönük birimde, uzman olarak çalışmamın daha yararlı olacağını düşünüyorum” dedim. Ertesi gün de parlamentoya giderek Cincolia’ya düşüncemi tekrar ettim, ısrarcı oldum. O da “Zaten bacanaksınız, belki kabul eder” dedi. Ardzınba’ya yakın bir yerde olursam sürekli onu etkilemeye çalışacaktım ve halka dayalı, halk için bir yönetim kurulmasında sözlerimin etkili olabileceğini düşünüyordum. Gerçekten hukukçu ve devrimci deneylerimin yanında, Kamu Yönetimi Uzmanı da olduğum için, devletin ve halkın organizasyon ve yönetimi konusunda gerekli bilgi ve deneyime sahiptim. Bilgimi aktarabilirsem hem aydınları toparlar, kolektif bir yönetim sağlar, hem de halka ideolojik bir önderlik yapmış olurduk. Devrimci bir durum içinde olduğumuz için, devrimci bir atılım ve önderlik yapılması şarttı. Bunu yapabilseydik Fidel Castro’ya yetişemesek bile, dünyanın önemli demokratik liderlerinden birini çıkartırdık. Halkı yönetmekte zorluk çekmeyeceğimiz gibi, halkın kendisine güveni de sarsılmaz, gençlik ziyan olmazdı.
Mülkiyet
Kapitalist devlet ya da modern adıyla burjuva demokratik toplumunun temeli özel mülkiyete dayanır. Özel mülkiyetin olmadığı bir sistemden özel mülkiyete dayalı bir sisteme geçiyorsanız önce mülk sahiplerini oluşturmanız gerekir. Bunun da iki yolu vardır; ya devlet kontrolündeki mülkleri adil paylaşımla dağıtacaksınız ya da eski sistemde güç sahibi olanların mülkiyete el koymasına göz yumacaksınız. Birincisinin sonucu temsili anlamda da olsa en basit demokrasi, diğeri ise kargaşa ve kaostur. İşte savaş sonrası kurulmaya çalışılan yeni sistemde ikinci yol tercih edildiği için ister istemez devlete vorzokoncular (vorzokon: hırsız yasası) ve mafya egemen oldu. Aydınlarla halk arasında kopukluk yaşandı. Halk, oluşan statükoya karşı koyamadı. Ardzınba’nın karizması ve otoritesi buna engel oldu. Kaos ve anarşi ortamında ekonomik, sosyal ve demokratik açıdan büyük kayıplarımız oldu. Diğer kayıplarımızın ayrıntılarına girmiyorum. Sadece demografik açıdan belirteyim, düşündüğümüz gibi olsaydı, Abhaz nüfusu bugün 150 bine çıkardı. Boşalan birçok köy diasporadan gelenlerle dolup taşardı. Bunu abartılı olarak söylemiyorum. Savaştan sonra Türkiye’den iki bine yakın insan gelip araştırma ve gözlem yaptı. Büyük çoğunluğu güven duyamadı. Vorzokonculuğu aşıp, hukuk devleti kuramayacağımız yargısına vardılar. Yani sorun sadece düzen sorunuydu. En kötü demokrasilerde bile egemen sınıfların gücü şu veya bu oranda kanunlarla sınırlanır. Krallar ve devlet başkanları içinde bu böyledir ama mafya sisteminde bunların hiç birini bulamazsınız. Çünkü tam bir başı bozukluk ve kaos vardır. Tek güç silahın gücüdür.
Sovyetik tipte yeni burjuva görüş Ardzınba’yı karakterize eder. Onun bu görüşünü değiştirmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Bu zaten mümkün değildi. Ama zorluğuna rağmen, biraz halkçı olmaya, demokratik, hukuka bağlı bir devletin kurulmasına çalışabilirdi. Korumalarından İbrahim Ayüzba’ya bir gün “İmdat’ı anlamıyorum” demiş, İbrahim “Zaten ben de anlamıyorum” demiş. Anlayamadığı doğru, ama anlamaya da hiç çalışmadı. Çalışsaydı benim onun dünya görüşüne dokunmadığımı, dokunmayacağımı anlardı. Bir yemek sofrasında Ardzınba’yla yan yana oturmuştuk. Bana iltifat ederek, solda oturan başsavcı Cergeniya’yı göstererek ‘’İmdat, yalnız sen komünist değilsin, biz de komünistiz’’ dedi. “Doğru, inanıyorum, ama hangi komünistlerdensiniz?’’ dedim. “Dogmatik” ya da “Ortodoks” gibi bir şey söyledi, hatırlamıyorum. Ben de ‘’Ben demokrat komünistim. Abhazya’da bu demokratik programı uygulamayı düşünüyorum’’ dedim, gülüştük. O zaman bütün aydınlar Ardzınba’ya bağlıydı, onu aşabilen yoktu. Şimdi ise herkes deneme-yanılma yöntemi ile öğrenerek, halkçı olmaya başladılar. Seçimlerin zorlaması ile kafalar değişti. Diğer yandan popülizm de gelişti.
O zaman diasporadan gelen aydınlardan Fadıl Arüta, Mümtaz Şamba ve Sezai Papba gibi aydınlar siyasi rejime eleştiride bulundukları ya da sadece Genadi Alamia gibi kişilerle görüştükleri için baskı gördüler. Adapte olmaları güçleşti, Abhazya’da duramadılar. Genadi Alamia bir ara Aydgılara’yı canlandırarak kurmak istiyordu. İktidarın koçbaşları buna engel olmaya çalıştılar. Demek ki Ardzınba kendi politik çizgisinde kararlı ve inatçı bir kişiydi.
Seçimler
Ardzınba birinci dönemde parlamento kararıyla devlet başkanı olmuştu. İkinci dönemde ise halkoyu ile seçilecekti. Tek adaylı bir seçim yapmayı planlamıştı. Ben artık yeni bir parti olan halk partisinde çalışıyordum. Seçim biraz demokratik görünsün, halkın üzerindeki politik ölü toprağını biraz kaldıralım, politik ortam canlansın diye düşünerek, aday olmaya çalışan fakat olamayan Lonia Lakrba’yı parti gücü ve kararı ile aday gösterdik. Seçimde iddiamız yoktu. Ardzınba bürokratik kanalları güçlü bir şekilde kullanarak adaylığı önledi. Bana ve eşime de tavır koyarak küstü. Şöyle ki, davet edilmemiz gereken bir yere eşim dahi davet edilmemişti. Konu, kardeşler arasında olay oldu. Sohum Rayonu’nda valilik yapan Ayüzba Lova’ya sorusu üzerine, davette olmadığımı söylediğimde, bana, ‘’Tabii ki davet edilmezsiniz, eşleriniz ikinci dereceden kardeş iken siz Ardzınba’nın yüzüne tükürmek istediniz” dedi. Ben de ‘’Devletin ve milletin büyüğüne böyle bir saygısızlık hiç düşünmedim, düşünmem de. Sadece anayasal hakkımızı kullanmak istedim, o kadar’’ dedim. Bu aday gösterme olayı yüzünden bir mafya grubu da gözdağı vermek için etrafımızda dolaşıyordu. Sürekli gittiğimiz lokâle gelerek işgal etmişler, saygısız bir tarzda masada oturuyorlardı. Girdiğimde aralarından güçlükle geçip bir yere oturdum, midem bulanmıştı. Kimse bir şey diyemedi, zaten kimseyle konuşmuyor, ayaklarını uzatmış oturuyorlardı. Bunlar Ardzınba’nın en önde gelen koçbaşlarıydılar. Olay büyük yankı yaptı. Ayüzba Lova, Ramazan Kapba ve bana “Sizin telkininiz olmasa bu adaylık olayı yaşanmazdı” dedi ve bizi caydırmaya çalıştı. Biz de “Bu parti kararı, bizim kişisel kararımız değil, kararımızı değiştiremeyiz” dedik.
Seçim zamanı gelinceye kadar halk sustu. Tepkisini, ilk demokratik çok adaylı devlet başkanı seçiminde Ardzınba’nın adayı Hacimba’ya oy vermeyerek gösterdi. Ardzınba iktidardan düşürülmüş oldu. Halk aslında Ardzınba’ya vefasızlık göstermemişti. Hâlâ kalplerinde kahraman ve önder Ardzınba’nın yeri vardı. Fakat halk oluşan statükoyu değiştirmek istiyordu. Seçimden sonra siyasi kriz baş gösterdi. Bir ay boyunca mitingler yapıldı ve gergin bir şekilde kriz sürdü. Her iki taraftaki halkın mitinglerdeki metanet ve kararlılığı görülmeye değerdi. Halkın egemen duruşu, politikaya duyarlılığı ve aktifliği, gören, duyan herkesi şaşırtıyordu. Sonunda Rusya Federasyonu da gerçek durumu görmüş, taraf tutmayı bırakmış, arabuluculuk yapıyordu. Böylece yeni bir seçim kararıyla uzlaşma sağlandı.
Bagapş, Ankvab ve Hacimba
Sayılan, sevilen ve sempatik Sergey Bagapş ikinci devlet başkanımız oldu. Bagapş, başarılı görülmesine rağmen, Ardzınba’nın çizgisinde bir değişiklik yapmadı ya da yapamadı. Özel çıkarcılar daha da kurumlaştı. Yasacı devlet oluşturulamadı. Bagapş ölünce üçüncü devlet başkanı olarak Ankvab geldi. Yüzde 60 oy almıştı. Sinsi planları vardı. Uygulamaları yurtseverleri ve ulusçuları kızdırıyor, mikro nasyonalizmi tahrik ediyordu. Yurtsever değildi. Kozmopolit bir politika güdüyordu. Bunu yaparken de batıcı ve demokratik söylemler kullanıyordu. Taraftarları yüzde 30’lara düştü, yani yasallığını kaybetmişti. Doğal olarak siyasi kriz oluştu. Halk yine günlerce meydanlarda toplanarak kendisini istifaya zorladı. Erken seçim istiyorlardı. Sonuçta Ankvab’ı iktidardan düşürerek bunu da başardılar. Halk, egemenliğini doğrudan kullanarak ve kendi gücünün farkında olarak bunu yapmıştı. Ulusal bilinci oluşan yeni tipte aydınlar yetişmiş, eski yurtseverler de deneyim kazanmıştı. Bu aydınlar halkla bütünleşerek Raul Hacimba’yı seçimle iktidar yaptılar. Hacimba’nın demokratik ve reformcu bir programı vardı. “Halktan daha büyük güç yoktu”, halka dayanarak dürüst bir yönetim oluşturacaktı. Kendisi zaten dürüsttü, halkın kaynaklarını yerinde kullanacaktı. Yani Ardzınba devrimci ya da reformcu bir iktidar kurma fırsatını elinden kaçırırken, şimdi reformları zorlanarak da olsa yapacaktık. Buna karşı çıkanlar, eski seçkinci konumlarını yitirmemek için buna karşı koyanlar var, daha da olacak. İktidar muhalefet çekişmesi daha da sertleşecek, ama her şey halkın gözü önünde cereyan ettiği sürece büyük bir sorun olmayacak. Abhazya halkı geçmişteki sorunları nasıl aştıysa bunları da sağduyusuyla aşacak, aşmak da zorunda, çünkü başka çözüm yok.
Stalin ve Abhazya
Halkın önemli bir kısmı komünizmle Stalin’in uygulamalarını eş tuttuğu için burada bir parantez açıp Sovyet dönemindeki Stalin’in Abhazya’ya yönelik uygulamalarına kısaca değinmek istiyorum. Abhaz halkının gerçekten 1937-38’de sözde iç savaş bahanesiyle çektikleri anlaşılır gibi değildir. Stalinist uygulamalar tamamen insanlık dışıdır. Bunun sosyalizmle elbette ki ilişkisi yoktur. Zaten reel sosyalizmde çöken de Stalinizmdir. Ama Kemalizm gibi, bu ideolojiyi de aşmak biraz zordur. Marksizm, Leninizm bilim olarak halkların kurtuluşu için en büyük silahtır. Bu bilimi layıkıyla bilip, ona göre hareket eden politikacı aydınların çıkmaması, en fazla Şvardnadze ve bizim Aleksander Ankvab tipinde politikacılar yetiştirmesi, şaşırtıcı olmadığı gibi, Stalinizme uygundur diyebiliriz.
Sonuç yerine
Yeniden Ardzınba’ya dönecek olursam; yukarıda belirttiğim bir iki olay dışında Ardzınba ile başka doğrudan bir çelişkimiz olmadı. Mesafeli de olsa karşılıklı sevgi ve saygımız devam etti. Her zaman yakın ilgisini ve yardımlarını gördüm. Özellikle eşi Svetlana Cergenia benim sorunlarımla çok uğraştı, yardım etti. Halen dostuz ve ilişki halindeyiz, kendisine büyük saygı duyuyorum. Yanlış anlaşılmayacağım konusunda sonsuz güvenim var, çünkü aydın ve akıllı bir kişi, benim iyi niyetimden kuşku duyacağını sanmıyorum. Şimdi de hep birlikte aynı ortak siyasi düşünceleri ve kaygıları taşıyoruz.
Toparlayacak olursam, eksiksiz insan olmaz. Ardzınba’nın hatası, bilerek yapılmış hatalar değildi. Bunların deneyim eksikliği ve eksik dünya görüşünden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu eksikliği yüzünden çok yoruldu ve sanıyorum sağlığı da bundan etkilendi. Mafya içindeki en yakınları onu kızdırdılar, savaşçıların örgütü Amtsahara’yı kurarak yoğun muhalefete geçtiler. Bu mafya, sülaleyi olduğu gibi halkı da ikiye bölmüş oldu.
Özellikle yeni nesil gençlerin, yakın siyasi tarihimizi bilmelerine yardımcı olmak istiyorum. Onun için bazı ayrıntılara girdim. Bazı yerlerde de fazla açıklama yapmadan genelleme yaptığım için anlaşılması zor oldu, bunu biliyorum. İddiam yok, sınırlı da olsa kendi tecrübe ve görüşlerimi aktarmak istedim. Asıl değerlendirmeleri tarihçiler, sosyologlar ve psikologlar yaparlar.
Sonuç olarak, Ardzınba ulusumuzun yetiştirdiği en büyük insanlardandır. Büyük yurtsever cesur, liberal, insancıl ve karizmatik olup, kişisel hiçbir olumsuz özelliği ve eğilimi yoktur. Örneğin; devlet terörizmine geçit vermedi. Savaş esnasında herkesi birleştirdi. Herkese cesaret ve güven telkin etti. Şeklen de olsa demokratik bir anayasa yaptı, kahraman halkına kahramanca önderlik etti. Şehitlerimiz ve kendisi ulusumuz var oldukça unutulmayacak ve anıları yaşatılacak. Ben de bu inançla ve saygıyla hepsini selamlıyorum. Sohum / 23.03.2015