Akdeniz Halkı ve Girit Mitosları

0
1079

Mitos ya da Kutsal Gerçeklik

Doğa, ilkel insan için sırlarla doluydu. Yağmur neden yağıyor, gök neden gürlüyor, şimşek neden çakıyordu? Güneş neden doğuyor, neden batıyordu? Gökte gezen bulutların, geceleyin gökyüzünde parlayan yıldızların anlamı neydi? Bitkiler neden soluyor, neden yeşeriyordu? Bazen neden kıtlık yaşanıyor, neden bolluk oluyordu? İnsanlar ve hayvanlar neden ölüyor, neden doğuyordu?
İnsanlar nedenlerini anlayamadıkları doğa olaylarından korktular, bunlara bir açıklama getirmeye çalıştılar. Doğru ya da yanlış şekilde yapılan açıklamalar zamanla bir inanç düzeyine yükseldi ve kutsal gerçekler olarak kabul edildi. Aynı şekilde yaşanan sosyal olaylara da kılanın, kabilenin, toplumu yönetenlerin amaçlarına uygun olarak çeşitli açıklamalar getirilmeye çalışıldı. Bütün bu açıklamalara mitos ya da efsane diyoruz.
Bu açıklamalara göre, kabilenin daha iyi yaşamasını sağlayacak büyüler, ayinler ve törenler yapılmaya başlandı. Bunlar belirli zamanlarda tekrarlanarak gelenekselleşti. Belirli davranış kalıpları, adetler, töreler, değerler, kurallar ve yasaklamalar, bu açıklamalara uygun olarak ortaya çıktı ve uygulanmaya başlandı.
Başka deyişle mitoslar, kültürün ayrılmaz öğelerinden biridir. İnsanların maddi ve manevi yaşantılarını, sosyal değerleri ve inançları yansıtırlar. Balıkçının deyimiyle, “Eskiden bunlar söylence değil ama haşa sümme haşa kutsal gerçek sayılırlardı.”

Akdeniz Halkının Mitolojisi

En eski Girit halkı, dünyamızda neolitik tarımı ilk başlatan ve hayvanları ilk evcilleştiren Akdeniz halkının bir koludur ve o dönemde Anadolu’da yaşayan halkla yakın akrabadır. Bu nedenle Girit mitoslarını incelemeye başlamadan önce, bölgedeki neolitik dönem halklarının kültürlerine ve mitoslarına da değinmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz. Çünkü bölgedeki Neolitik dönem halkının, aynı kökenden kaynaklanan bitişken bir dil konuştuğu, ortak kültürel değerleri paylaştığı artık anlaşılmıştır. Bu ortak kültür nedeniyle, aynı mitolojik temalar bölge genelinde farklı adlar takılarak ve yerel motiflerle süslenerek tekrarlanmaktadır. Bu bütünlüğün görülmesi, mitosların daha iyi anlaşılması, tarihsel gerçeklerin daha doğru değerlendirilmesi bakımından da önemlidir.
Akdeniz halkı denilen neolitik halk Mora Yarımadası, Ege Adaları, Ortadoğu, Zagroslar ve Kafkasya’nın en eski halkıdır. Mezopotamya’daki Sümerler, İran’daki Elamlar, Sümer tabletlerinde adları geçen Maganlar (Mağanlar), Meluhalar ve Guteler, Kuzey Mezopotamya’nın en eski halkı olan Subarular, Doğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Hurriler, Anadolu’daki Hattiler, Maykop uygarlığının yaratıcısı Aşuvalar, Yunan öncesinde Mora Yarımadası, Ege Adaları ve Teselya’da yaşayan Pelasglar, Batı Anadolu ve Ege Adalarında yaşayan Karlar ve eski Giritliler, şimdiki Kafkas dilleriyle ilişkilendirilen bir dil konuşan Akdeniz halkının temsilcilerinden bazılarıdır.

Akdeniz Halkının Kültürü ve Tanrıça

Akdeniz halkının kültürü temelde anaerkildi. Doğanın ve canlıların hakimi olan, doğanın yaratıcı gücünü temsil eden büyük bir ana tanrıçaya tapılıyordu. Aslında Neolitik Çağda yalnız Ortadoğu’nun değil, bütün Avrupa’nın ve Libya’nın kültürü, anaerkil ve “dikkate değer bir biçimde homojen”di. (Graves, s. 15)
Ana tanrıça inancının temelinde, anaerkil yaşam ve bereket kültürü bulunmaktadır. İnancın ortaya çıkışı, o dönemdeki insanların doğayla iç içe geçen ve şimdiki yaşamdan çok farklı olan ilkel yaşamlarıyla açıklanmaktadır:
“Mevsimlerin birbirini takip edişi ve bitkilerin esrarengiz biçimde yeşermesi ve solması insanı derinden etkilemiştir; zira kendi varoluşu bunlarla doğrudan ilişkiliydi.
Her yıl doğanın ölümünü, ‘acaba ağaçlar tekrar meyve verecek mi, ekilen tohumlar gelecek baharda yine yeşerecek mi?’ diye sorarak, büyük bir endişe ile yakından izliyordu. Ümitsizce beklediği bitki dönümü, onu büyük bir sevince gark ediyordu. Sadeleştirerek diyebiliriz ki, duygulardaki bu değişim, bitki aleminin, her yıl ölen ve dirilen tanrısal çocuk veya genç bir tanrı olarak şahıslandırılmasına yol açtı. Doğanın yaratıcı gücü de, diğer yandan yalnızca bir Kurotrphos -kollarında çocuk taşıyan anne- değil, fakat aynı zamanda genç tanrının eşi olarak görülen bir ‘Ulu Ana’ hüviyetine büründü.” (Alexıou, s.86)
MÖ 7000 yıllarında Kenan ülkesinde şimdiki adıyla Eriha’da, Kuzey Irak’taki Jarmo’da MÖ 6800 yıllarına tarihlenen yerleşimde, Antalya yakınlarında MÖ 6000 yıllarına tarihlenen Hacılar’da ana tanrıça simgeleri bulundu.
Kökeni MÖ 6500 yılları kadar eski bir tarihe dayanan ve bir Hatti yerleşimi olan Çatal Höyük’teki kazılarda, genç bir kadın, doğum yapan anne ve yaşlı bir kadın olarak betimlenen bir tanrıça inancı ortaya çıkarıldı. (Mellaart, s.86)
Yakındoğu’da, MÖ 5600-5000 yıllarına tarihlenen en eski neolitik çiftçi ve hayvancı toplumların yaşadığı Halaf Kültürü ve onu izleyen ve Sümer uygarlığının temelini oluşturan Ubeyd Kültürü tabakalarından çıkarılan dişi heykelcikler ve bu kültürlere ait en eski tapınaklar da tanrıçalarla ilişkilidir. (Campbell, s.44)
Tiamat ve Apsu’yla ilgili Sümer mitoslarında da tanrıçanın egemenliği çok açık olarak görülür. Profesör Henri Frankfort’un belirttiği gibi bu mitoslara göre, “Evrende her şeyin kargaşa içinde olduğu durumda bile kadın Tiamat önder, Apsu’ysa onun erkek tamamlayıcısıdır.” En eski dönemlerde doğanın canlanmasından ve bereketinden tanrıça sorumluydu. Her şey onun isteğine göre olurdu. Profesör E.O. James’in saptadığı üzere, kutsal evlenme törenlerinde bile yaşam ve yenilenme kaynağı Dumuzi değil, İnanna’ydı. (Stone, s.57-58)
Doğadaki değişiklikler, bitkilerin yeşermesi ve ölümü, ilkçağ insanları için yaşamsal önemdeydi ve bu değişiklikler Neolitik mitolojik inançta kutsal düğünle simgeleniyordu. Kutsal düğünle tanrıça tanrıya kavuşuyor, böylelikle doğa canlanıp bereket saçıyordu. Ancak kutsal düğünden hemen sonra, tanrı tekrar dirilmek üzere ölüyordu. Bu temel neolitik inanç motifi yazılı dönemde Ortadoğu’daki ilkçağ toplumlarının tamamında görülür.
Sümer ülkesinde İnanna ile Dumuzi, Eski Mısır’da İsis ile Osiris, Anadolu’da Kybele ile Attis, Suriye’de Anat ile Baal, Doğu Akdeniz’de Aphrodit ile Adonis, Babil’de İştar ile Temmuz, Pelasg ülkesinde Demeter ile İasion, bu mitolojik inancın temsilcileridir.

Girit’in Ulu Tanrıçası 

En eski Girit kültüründe saptanan ana tanrıça inancı nedeniyle Girit toplumunun anayanlı hatta anaerkil olduğu düşünen çok sayıda araştırmacı vardır. Girit ana tanrıçası dağ zirvelerinde aslanlar arasında “dağ anası” şeklinde, ayrıca yılanlı tanrıça, kutsal ağaç tanrıçası, haşhaş çiçeği tanrıçası, güvercin tanrıçası ve deniz tanrıçası olarak betimlenmektedir. Diğer yandan aynı tanrıça, tıpkı Çatal Höyük tanrıçası gibi kollarında genç bir tanrıyı tutarken de gösterilmektedir. Aslında Girit (bazı kaynaklarda Minos) halkının dinsel inançlarıyla, Anadolu inançları arasında benzerliğin ötesinde bir yakınlık bulunmaktadır:
“Minos tanrıçasının aslanları Kybele’nin Anadolu’daki kültünde tekrar ortaya çıkar. Genel olarak Minos tanrıçası ile Küçük Asya’nın küçük dişi tanrıları arasında, şüphesiz Minos ile Anadolu halklarının yakın akrabalığı nedeniyle çok sıkı bir ilişki vardır.” (Alexıou, s.88) Tarihsel dönemlerde Rea/Rhea adını taşıyan Girit tanrıçasının, Neolitik dönemden başlayarak tüm canlılara hayat veren ve öldüklerinde de onları şefkatle tekrar kucaklayan arkaik Girit doğa tanrıçasının ardılı olduğu kabul edilmektedir. Rea/Rhea/Reia ile tarihsel dönemlerdeki Anadolu tanrıçası Kibele arasında tereddütsüz kurabilen özdeşlik de, yakın akraba iki halkın kültürel ve dinsel yakınlığının göstergesi olarak değerlendirilmektedir. (Mansel, s.51; Grimal, s.396; Campbell -2, s.43)

Girit Kült Simgeleri (Çifte Balta ve Boğa)

Girit’teki en önemli kült sembollerinden biri kutsal boynuz çiftidir. Boğa ve çifte balta da önemli kült simgeleridir. Her iki kült simgesine Çatal Höyük’te de rastlanmıştır. (Alexou, s.11)
Hitit Çağı’nda Anadolu’da, Hurri kökenli fırtına tanrısı Teşup, bir boğa üzerinde ayakta çifte balta ve şimşek demetiyle betimleniyordu. Çifte balta, daha sonraları Amazonların simgesi haline dönüştü. Hem Girit, hem de Anadolu dilinde çifte baltaya “Labris” deniliyordu. Minotaur ve Pasipha’nın hapsedildiği “Labryntos” , “çifte balta sarayı” anlamına geliyordu. Aynı kök sözcük, Karya’daki Labranda’da da karşımıza çıkar.
Profesör Anton Moortgat’a göre, ana tanrıça ve kutsal boğa, tarımcı köy kültürünün en eski belirlenebilir, tanımlanmış, ruhsal ifadeleridir ve Yakın Doğu’da binlerce yıl biçimini koruyup devam edecek olan düşünceyi temsil eder. Suriye-Kilikya kavşağında MÖ 4500 yıllarından kalma arkeolojik tabakalarda bulunan bir boğa başı, “tanrıça toprak ananın, ölen dirilen ay boğa tarafından döllendiği ünlü mitosunun o zamandan geliştirilmiş olduğu düşüncesini vermektedir. Bu mitosun tanıdık türevleri, Klasik Dönem’in sonundaki Europa ve Zeus Boğası, Pasipha ve Poseidon Boğası, ineğe dönüştürülen Io ve Minator’un öldürülüşü efsaneleridir. Ayrıca Yakındoğu’nun en eski tapınak külliyeleri de (dünyanın en eskileridir) boğa tanrı ve inek tanrıçanın dönemin en önde gelen verimlilik simgeleri olduğu görüşünü güçlendiren kanıtlar sunmaktadır.” (Campbell-1, s.43-51)
Yukarıda sayılan mitosların tamamı Girit’le ilişkilidir. Bu durum Halaf kültürüyle Girit’in ne kadar iç içe olduğunu gösterdiği gibi, tanrıça toprak ananın ölen ve dirilen ay boğa tarafından döllenmesi inancının Girit’te ne kadar köklü olduğunu da kanıtlar.
Konuya devam edeceğiz.

KAYNAKÇA
Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, Ankara
George Thomson, Tarih Öncesi Ege, (1. ve 2. cilt), İstanbul
Joseph Camphell, (1), Doğu Mitolojisi, Ankara
Joseph Camphell, (2), Batı Mitolojisi, Ankara
Merlın Stone, Tanrılar Kadınken, İstanbul
Stylıanos Alexıou, Minos Uygarlığı, İstanbul
Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul
Robert Graves, Yunan Mitleri, İstanbul

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz