İki Can’ın Ardından; Xabze’si olmayanlar

0
466

“Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık”*

Hiç tanımadım Kılıç ailesini. Lh’ışelerin bir oğlunu tanımadım ben, Kozapha Ferdane’yi tanımadım. Ama biz tanırız birbirimizi; bir cemiyette, dernekte, belki dil günlerinde muhakkak yan yana gelmişizdir. Öyle ya, cenazeye gittiğimde bana bakan gözler hiç şaşırtmıyor beni, sarılıyoruz, başımız sağolsun, diyoruz. Aynı gün bir telefon alıyorum, Hatko arıyor, Sinem’le birlikte Kafkasya’ya gitmişler 2006 yılında… Başımız sağolsun, diyoruz, kapatıyoruz. Cenazenin ardından Bursa’ya gidiyoruz baş sağlığına, Sinem Nalçik’teki Düzceliler’i sayıyor: Aslanbek, Firuze, Gufit, Cantek, Erhan… Benim arkadaşlarım! Biz tanırız birbirimizi. “Biz” derken, kültür mücadelesinin bir kenarından tutanlar demek istiyorum…
Türkiye’de genetik olarak Çerkes olanların sayısı milyonları buluyor; fakat aynı iyimserliği kültür mücadelesi verenler için sergileyebilmek çok güç. Soru şu: “Diğer”lerinin ağız dolusu küfretmesinin, “ne işi vardı orada?” sorularının arka planında ne var?
Biraz geriye gitmek zorundayız, çok değil; bana kalırsa ilk dışavurum Haziran Direnişiyle başlıyor. O da nereden çıktı, demeyin: Asaletin ve nezaketin timsali Çerkesler kırıp döker mi hiç? Bu en naifi kuşkusuz. Ağız dolusu küfredenler Haziran Direnişi’nde de göstermişti kendini; fakat bu muazzam direnişin kitleselliğinden ve “şaşaa”sından çok önemsenmedi.
İkincisi, herkesçe kabul görecektir, KAFFED-HDP görüşmesidir. Örnek olsun; Düzce Adıge Kültür Derneği Gençlik Komisyonu’nun çağrısına kulak vermeyip, Düzce Derneği’nin AKP’nin arka bahçesi haline getirilmesine “etik” unsurları gözeterek dahi karşı çıkmayanların KAFFED’in legal bir partiyle görüşmesi ile birlikte okkalı birer küfür savurmaları “manidar”dır.
Son olarak, yıllarca halkımızın uzaktan uzağa izlediği “olaylar”, bugün bizim başımıza geldi. Suruç’ta İslamcı barbarlığın alçakça katlettiği aydınlık insanlar! İçlerinde Ferdane abla ve oğlu Nartan…
xxx
Suruç’la birlikte, cemiyetin “ideolojiler üstü” kapsayıcılığı ve bunun izdüşümü “ortalamacılık” iflas etmiştir. Bir başka deyişle, Suruç katliamının “Hepimiz biriz” edebiyatını tarihin tozlu raflarına kaldırdığını söylemek mümkün. Zira fiziksel olarak en örgütlü halk sayılabilecek Çerkesler, o çok önemsedikleri “cenaze”ye sahip çıkmamışlardır. Artık bu taraflaşmayı örtük değil, açık bir biçimde tartışmanın ve derinleştirmenin vaktidir.
Çerkeslerin birliğinden söz ediliyordu düne kadar, herkes etrafına mavi boncuk dağıtıyordu. Ne birliği! Birlik, ilke gerektirir. Siz söyleyin, ölüm bütün çıplaklığı ve acımasızlığıyla karşımızda duruyorken hangi birlik? Birlik, ilke gerektirir… İlke, Xabze’dir!
Xabze derken; derin bir düşünsel birikime yaslanan bir yaşam felsefesi tarif ediyorum.
Terry Eagleton, “Kültür muğlak bir fantezi veya bir doyum noktası değil; tarihten beslenen ve tarihin içinde yıkıcı biçimde işlev gören bir dizi potansiyeldir.”** derken haklıydı. Bugün tüm ilkeler ayaklar altına alınıyor, kültür muğlaklaştırılıyor. Atış serbest artık; ayağa kalkan herkesi Çerkes sayıyoruz ne de olsa! Gerisi mühim değil.
Gericilik toplumumuzun tüm gözelerine siniyor, Xabze yerine dini toplumsal yaşamda örgütlü kılanlar bugün kurumlarımızı yönetiyor; yetmiyor, dernek-federasyon kuruyor! Ortalamacılar, tetikçiler de diyebiliriz, her an “saygı” kisvesi altında Çerkes kültürünün karşısındaki tüm yönelimleri meşru kılıyor… Uzatmayacağım, her günümüz bunlarla geçiyor. Kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan o güruhun cenazelerin ardından ağız dolusu küfretmesi, işte bu çürümüşlüğün ürünüdür ve şaşırtıcı değildir.
Peki, bu zeminin yaratılmasına bilerek/bilmeyerek katkı koyanlara ne demeli? Bana kalırsa, kültürün tasfiyesine ve buna göz yumulmasına “çözüm” deniyor. Fazla söze ne hacet… Bugün bütün açıklığıyla görüyoruz;
AKP’nin “çözüm”ü katliamdır! Türkiye ve Ortadoğu halklarına reva gördüğü de budur.
xxx
Peşinen söyleyeyim: “Ya Şamil’in torunusun ya Nartan’ın yoldaşı” gibi söylemler, içi boş ajitasyondur, hakikatleri görmekten kaçmak itiyadının*** ürünüdür; zira gericilik ve eşitsizlik gökten inmemiştir. Bu söylemi referans alan öfke, tarihsel değil; günceldir.
Şimdi “sözde aynı kimliği paylaştığımız” gibi söylemler geliştiriliyor.Altını kalınca çizmek gerekir: Sorun “kimlik” sorunu değil, “kültür” sorunudur; dün böyleydi, bugün de böyle. Sorunun adını koymadığımız gibi temelsiz suçlamalara yöneliyoruz. Hissettiğimiz öfke yanlıştır demiyorum; fakat asıl öfkemizi yöneltmemiz gerekenler, bu cehaleti körükleyenlerdir.Bu yozlaşmaya ve kültürün tasfiyesine karşı ilkeli bir konumlanış almaksızın Çerkesliği bir yaşam biçimi olarak üretmek olanaksızdır.
Suruç’un hesabı sorulacak! İlk önce kendi içimizde hesaplaşarak… Suruç’un hesabı, gericiliğin ve eşitsizliğin karşısına “ikirciksiz” bir biçimde dikilenler tarafından sorulacak, “günlük” hesaplara gömülenler tarafından değil.

*Ahmet Telli, Belki Yine Gelirim
**Terry Eagleton, Kültür Yorumları, Ayrıntı Yayınları
*** “Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde acizlik var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…” (Sabahattin Ali-İçimizdeki Şeytan)

Wuşkhue Kanşav Sezgin

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz