Otobüs Bursa terminaline girdiğinde, beni karşılamaya gelecek Sinem ve Nartan’ın biraz gecikeceğini bildirmişti Ferdane. Sırt çantamı alıp onları beklemek için binanın içine yönelmişken karşımda Metin’i buluvermiştim. Gemlik’teki işini erken bitirip beni almaya gelmişti, çocuklarsa biraz gecikmeli gelecekti. Ferdane, hepsini seferber etmiş demek ki! ‘Buna hiç gerek yoktu’ filan demeye çalışsam da sürpriz güzeldi. Nartan ve Sinem’i beklemek üzere otogar binasına birlikte girip klimaların serinliğine sığındık. Otogarlarda rastlanmayacak türden lezzetli bir çay içerken yıllara yayılan anılar, yitirdiğimiz yoldaşlar ve daha birçok mesele üzerine sohbete dalıp gitmiştik ki, Sinem ve Nartan sanki el ele tutuşmuş iki küçük kardeş gibi çıkageldiler. Sarıştık, sarmaladık birbirimizi.
..Eve geldiğimizde Ferdane hala yoktu. O gün, son anda Bursa milletvekili Asiye Kolçak aramış ve bir görüşmede kendisine eşlik etmesini istemiş. Ferdane’siz evde her şey biraz eksikti bana. Sinem onun yerini doldurmaya çalışıyordu. Nihayet Ferdane geldiğinde sarmaşıp sevinçleri paylaşma anında herkesi kahkahaya boğan espriyi patlattım: “Ya sen nerelerde kaldın? Bursa’da öyle çok dolaştırdı ki Metin, galiba beni ev yerine otogara geri götürüp kentten yollayacak, Ferdane’yi göremeyeceğim, diye korktum ha.”
Böyle eğlenceli başladı o güzel üç gün ve birbirinden lezzetli anları ardı ardına yaşadık, birbirimizi; ‘iyi ki geldin, iyi ki geldim’ iltifatlarına boğduk durduk. Ve gerçekten işler güçler arasında çılgınca sayılan geziler yaptık.
..Nartan ve Sinem, Kafkasya’da üniversite eğitimindeler ve yılda sadece iki kez geliyorlar. Benim için başka dünyadan gelmişler gibi. Bir zamanlar ayakların baş olduğu ve tüm insanlık adına en güzel hayatların kurulduğu, en güzel mutlulukların yaşandığı yerlerin tozunu yutmuş, toprağını görmüşler. Ne kalmış geriye, “büyük felaket” ten sonraya? Ha bire sorup duruyorum. İnce ince anlatıyorlar, sözü birbirinden kaparak. İnsanların arasındaki saygılı ilişkileri, trafik diye bir canavarın yokluğu, kadın-erkek karma öğrenci yurdundaki eşitliği, özgürlüğü anlatışlarına hayran kalıyorum. İki kardeş yanlarında birer kız ve erkek arkadaşlarıyla yan yana iki odada kalırken, birbirlerini çaya veya yemeğe davet edişlerini anlattıklarında, mutluluğun özünün eşit ve özgür bir yaşam kurmada düğümlendiğini nasıl da somutluyorlar. Buralarda nasıl olup da insanca yaşayamadığımız, Nartan ve Sinem’in anlattıkları ışığında öyle anlaşılır oluyor ki. Ana artelleri işgal etse de kapitalist-emperyalist canavarın hala ele geçiremediği dünya köşelerinin varlığı insanı ferahlatıyor, öğrenciler, hocalar, hastaneler, iş-işsizlik durumları, savaşların dumanı, doğa, atlar, bitkiler; çiçek börtü böcek her şeyi konuşuyoruz. Tabii Sinem’le en çok kadınların durumunu. Yeryüzünde en bahtiyar günleri yaşamış ama yine de en çok çalışmış kadınlar büyük felaketten sonra en zora düşenler. Nalçik’te de öyle.
..Metin çıkageliyor. Toparlanıyoruz ve arabaya yüklenip Teleferik’in yolunu tutuyoruz. Teleferik tadilat geçirmekteymiş! Ünlü Yeşil Kahveye doğru yürüyoruz.
Yeşil Kahve’de çay içerken oraya 20 yıl önce bir arkadaşla geldiğimi, İstanbul’a dönerken de ufukta görünen İznik’i gösterip mutlaka görmemi tavsiye ettiğini anlatıyorum. 20 yıl içinde bir daha ne Yeşil Kahveyi görmüş ne de İznik’e gitmeyi başarmıştım. Ne beceriksizdim! Kahkahalar arasında üç günlük gezi planına İznik’i de dahil etmeye çalışacağız. Biz bu karara varmışken yanımızdaki masadan biz yaşlarda bir adam kalktı ve Metin ile tokalaşıp; ‘ne konuşup duruyorsunuz kardeşim, şurada bir saatlik yol, çıkın gidin!’ Biz şaşkınlıkla adama bakarken Metin, ‘haydin hemen gidelim İznik’e’ deyivermez mi? Saat akşamın 7’si olmuş, İznik’e gitmek fikri çılgıncaydı gerçekten de. Ama adamın dediği gibi, yola düştük ve tam akşam iftar saatine yakın İznik’te tarihi yapıları gezmeye başlamıştık. ..Akşam yemeği ardından da İznik çinilerini görmeye gittik. Nartan, annesi ile bana birer İznik çinisi nihale seçtirdi, eve gelince, ‘bunlar sizin’ diye emrivaki hediye etti. Biz kadındık ne de olsa! Nartan’ın bütçesi de nihalelere yetmişti. Birer yüzük de Metin hediye etti biz iki kadına. Ferdane, uzun ince ve narin parmaklarına çok yakışan yüzüğünü takarak gitti Suruç’a.
..Sabah hep birlikte kahvaltı yaptık; neşemize diyecek yoktu, birbirine takılmalar espriler yağıyordu. Kahvaltı sonrasının konusu Kobane’ye gidişti. Nartan ve Sinem kararlarını almışlar.
..Üçüncü ve son birlikte günümüz yeni heyecanlarla başladı. Metin, bayram arefesi olduğu için işyerini tatil etmişti. Ben, akşam 18.30’da Bursa’dan ayrılacaktım. Akşama kadar Mudanya gezisi yapacaktık.
..Mudanya; eski yapılarıyla, denizi, iskelesi, tepedeki çay bahçesiyle bizi büyüledi. Olası ki mübadeleden beri çürümeye terk edilmiş kilise ve taş yapıları tarihe direniş gibi duruyorlardı.
..Saat akşama dönerken Mudanya’dan Bursa’ya dönüp doğru otogara gidiyoruz. ..Ben, başından beri uygun bir yerden beni otogar otobüsüne bindirmelerini istiyorum. Onlar ise, hep birlikte çok eğlendiğimizi söylüyorlar. ..Otobüs bayram trafiği nedeniyle rötarlıymış! İki kez ertelemeye uğruyoruz. ..Başımıza dikilen garson siparişlerimizin peşinde. Hepsi birer çay diyor ama bende çay içecek hal kalmamış. Adam bana bakıyor, ben adama. Ağzımdan, bana da yarım çay, sözleri dökülüyor. Ve nihayet sarılmalar ve el sallamalarla uğurlanıyorum.
Herkesin güle oynaya uğurlamalardan sonra sevdikleriyle buluşamadığı olmuştur muhakkak. Dört gün sonra Bursa’ya, evlerine geri geldiğimde Ferdane ve Nartan sonsuzca aramızdan ayrılmak üzere başka yere götürülmüşlerdi. Onlara bir daha sarılma umudumu asla gerçekleştiremeyecektim… Ev insan kaynıyordu. Herkesin gözünde yaş, dilinde ikisi vardı. Onların anılmadığı bir an bile olmadan yine bir üç gün yaşadık o evde; bu kez kardeşler, kuzenler, yeğenler, halalar, anneler, görümceler, teyzeler, yoldaşlar ve hevaller hep birlikte.
Ne güzeldi, ne mutluyduk, ne çok çılgınlık yaptık o üç gün. Ferdane ve Nartan üzerine herkesin hemen her anısını boca ettiği o doyumsuz sohbetlerin içinde Metin’in dediği gibi; keşke daha çok çılgınlık yapsaydık. Nereden bilebilir ve nasıl daha fazla zaman bulabilirdik ki?
Mukaddes Erdoğdu Çelik
Kısaltarak yayınlanmıştır.