Şerefsiz Akıl, Akılsız Yoldur

0
506

Kant, aydınlanmacılığı, “aklı kullanma cesareti” olarak tanımlar. Bu ifade, kendi cesaretini doğrularcasına da cesurca kurulmuş. İlk bakışta okuyucunun, Kant’a ya da Aydınlanma’ya kadar aklını kullanmadığı gibi bir algıya kapılmaması mümkün değil. Oysaki insanoğlu atamız Adem’in yaratıldığı andan itibaren, hep kendi zihninde karşıtlar çatışması içindedir.
Allah’ın “Cildinizle -şuecere- (birbirinize) yaklaşmayınız (elma ağacına değil)” ilahi emrine rağmen, derileriyle birbirlerine değerek bizlere yeryüzüne gelmemize sebep olan ve sonrada pişmanlıklarını ilan etmeleri, başlangıçtan beri iç dünyamızdaki çelişkili hal değil midir? Böylesi kadim arka planı olan biz torunların, Kant’a (1724-1804) gelene kadar “aklı kullanma cesareti” gösterememiş olmaları düşünülemez. Ancak akıllıca olanın hangisi olduğu konusu ise daime ikilemci olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Öyle ki aklın rehbersiz, her zaman şaşmaya ve ya yanılmaya aday olduğu savunanlarla, aklın rehberden yani kurtarıcılardan kurtulması gerektiğini savunan aydınlanmacılar biri diğerinden çok haklı ve ya çok haksız değildir. Günümüz Kemalistlerin bir yandan aydınlanmayı savunurken diğer yandan “aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın Kullanamayışı”nı, “ergin olmama Hali”ne bağlamayan aydınlanmanın fikir öncülerinden Kant’la ne kadar tezat oluşturmaktadırlar.
Dinler tarihine baktığımızda da durum pek farklı değildir. Tüm peygamberler insan aklını taşa, torağa; ineğe, sineğe; yere, göğe; O’na, Bu’na tapmaktan kurtarıp özgürleştirmeye çalışmışlardır. Kuran’ın “Allaha ve resulüne itaat ediniz…” (Nisa:59) ve benzeri ilahi buyruklar, Akıl’ın yaratılmışlığına, acziyetine, ve sınırlı oluşuna sebeptir. Oysa burada asıl olan acizler arasında ilah oluşturmamaktır. Peygamber ise özgürleşme yöntemine bir önerme, bir örneklemedir. Öyleyse asıl olan aklın ilahsızlaşması değil, aklın, başka bir akla köle olmamasıdır. Çünkü mutlak olmayan, Mutlak’ın yerine geçemez.
Kant’ın ya da çoğu aydınlanma çağı düşünürlerin, kendi bireysel aklî düşüncelerinin toplumsal bazda evrenselleşme beklentisine girmektedirler. Dış desteğe muhtaç olan “akıl” aslında salt bir desteğe değil aynı zamanda doğru bir desteğe ihtiyacı vardır.
Akıl evrenselleşmedir. Ancak bu da toplumsallaşmasıyla olur. Toplumsallaşma ise eşitler arasındadır. Toplumsal aklın evrenselleşmesi ise mutlak güce sahip olmasından kaynaklanmaz. Aksine, Akıl’ın acziyetiyle ilgili bir durumdur. Bu konuya, Toplumsal Akıl, Jıneps Gazetesi, Temmuz 2014 sayılı yazımda şöyle değinmiştim:
Toplumlar, bireysel düşünce kadar toplumsal hafıza da oluşturmak zorundadırlar. Yani Toplumsal Akıl… Toplumsal Akıl’ın olduğu yerde ise papağanlığa yer yoktur. Çünkü Akıl, düşüncenin kaynağıdır. Ezber ise taklidin… Taklit ise yazılmış bir senaryoyu oynamaktır. Ne anlama geldiğini bilmeseniz bile…”
Aklın evrenselleşmesinin meşruiyeti mutlak doğruyu bulmasına bağlıdır. Aksi durumda evrenselleşen “felaket”in kendisi olacaktır.
Adıgeler insanı doğuşundan ergenlik çağına kadar akli ve ahlaki olarak hayata hazırlanmakta ve sonra ergenlikle beraber topluma aklını başkasına kiralamadan saygın birey olarak katılabilmekteydi. Yalnızlığın girdabından çıkan akli hareketin en azından ulusal mutluluğu doğuracağı aşikârdır. Adıgelerin “Hachesch/Haç’eş” geleneğinde Hititlerin “Penıkhoş/Pankuş”a (ileri gelenler meclisi) kadar bireyin özgür fikriyle topluma katılması, İlahi irade ile akli gücün bir arada bulundurabilmenin ilginç bir tezahürüdür.
Aydınlanmanın temellerinden kabul edilen aklın evrenselleşmesi olayını kendi dünyalarında Adıgeler, “Xabze” kültürünü geliştirerek, Kant’ın deyimiyle “Aklını kendin kullanma cesaret”ini gösterebilmişler ve en güzel kurtuluşu “karanlığa düşmeme”de bulmuşlardır. Konumuz dışı olsa da burada Adıgelerin bu günkü durumlarını aklı kullanmamakla izah etmek mümkün değildir. Bu durum ancak ve ancak soykırıma uğrayarak değerlerini yitirmiş olmakla izah edilebilir.
Her şeyi yıkmayı emreden Bakunin’in aklı ile dünyanın yedi harikasından biri olan piramitleri kuran ustanın aklı birbirleriyle ne kadar da zıt. Müstebit Firğawn (Firavun) aklı ile mazlumdan ve haktan yana özgürlükçü Musa’nın aklı ne kadar zıt düşer biri diğerine. Ya da Roma’yı kuran akılla Roma’yı yakan akıl… Keşifleri yapan akılla ortaçağ karanlığını kuran akıl.
Kant, ilke olarak merkeze aldığı akıl konusunda şöyle der:
Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. “Sapere Aude!” yani “Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır. (Aydınlanma Çağı Nedir? Deneme Yazısı. Immanuel Kant)
İnsanoğlunun geldiği bu süreçten sonra şunu sorma hakkımız olsa gerek:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. ” Sözü ne kadar gerçekleşebilmiştir?
Aradan geçen iki asırlık zaman içerisinde bu içine düştüğü “…ergin olmama hal”inden kurtulamadığını görüyoruz. Sanayileşmeden günümüz Modernite’sine gelinceye kadar insanoğlu büyük acılar çekmiş, yıkımlar, sürgünler, ölümler yaşamıştır. Aynı yüzyılda dünya tanklarla toplarla iki kez bir birlerine girmiş ve tarihinin en acılı ve en karanlık çağını salt aklı merkeze alan “Aydınlanma” sürecinde yaşamıştır.
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük ırk, toprak ve devlet putları, aydınlanmış(!) çağda kurulmuştur. Öyleyse inkâr edemeyeceğimiz ya da bir kenara bırakamayacağımız “akıl”a ne kadar güveneceğiz? “Bir başkasının Kılavuzluğu” da ne kadar güvenli olabilir? Çünkü sonuçta o da bir “Akıl”dır. Yine bizi yanlışa sürükleme riskini içinde barındırmaktadır. Ayrıca bu durumda Kant’ın “…ergin olmayış” durumuna bir rical (geri dönüş) olacaktır.
Peki, aklı kenara mı bırakacağız? Asla. İnsanoğlu, tarihte bunu denedi ve karanlığa düştü. Peki, akıl salt kurtarıcı mı? Asla. Böyle olmadığı yukarıda verdiğimiz birkaç örnekte ayan beyan ortadadır. Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın 20. yüzyıldaki durumları da tarihin derslerindendir.
Burada ne Kant’ı yadırgıyorum ne de Aydınlanma’yı dışlıyorum. Ancak gözden kaçanların neler olduğunu da irdelemek gerekmektedir.
“And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Diyanet İşleri Meali: Enbiya Suresi, Ayet:10.
Öyleyse hem aklımızı kullanacağız, hem de şeref sahibi olacağız. Zira Şerefsiz Akıl, Akılsız Yoldur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz