-Türkiyeli yurttaşların siyasete katkısı, 4-5 yılda bir oy vermekten ibaret. “Az gelişmiş” demokrasimizin bize tanıdığı hak özünde bu kadar. Parti üyesi olabilir, yönetimlerinde görev alabilirsiniz, sonra da vekil aday adayı, vekil adayı ve vekil olabilirsiniz. 50 milyon seçmen, 550 vekil. Aday adaylığı için para gerek, seçim kampanyası için de… Yani onu da bunu da olabilirsiniz seçenekleri biraz göstermelik. Sizi temsil edecek adayı belirleyemezsiniz, seçtiğiniz adaya hesap soramaz, geri çağıramazsınız vd. Yani katılamazsınız aslında, oy atar izlersiniz sadece.
-Devlet kutsaldır, herşey devlet içindir. “Devletin bekası, milli birlik beraberlik, kamu düzeni” gibi içinin nasıl doldurulacağı hükmedenlere bağlı soyut kavramlarla teçhiz edilmiş kutsal devlet için savaşılır, şehit olunur. Devlet orantılı-orantısız şiddet kullanabilir, terör uygulayabilir. Olan-biteni olduğu gibi yansıtmayabilir hatta yanıltabilir, başka türlü gösterebilir. Bu coğrafya o kadar çok olaya şahit ki… Devlet sorgulanmaz.
-Seçimlerde parti/partiler hükümet olur. Süreç içinde alışırlar hükmetmeye. Demokrasi adına söylediklerini iktidarlaştıkça unutur, devlet olunca hatırlamazlar bile. “Devlet insan için” diye başlar, “Devlet kutsaldır” diye bitirirler. Yani herkes devletin bekası için vardır. Sorgusuz, sualsiz.
90 yıllık cumhuriyet tarihinde yaşadığımızı özetlersek durum şudur; hükmedenler hep “sağ” partilerdi. Aynı kaynaktan çıkmışlardı, aynı yerden besleniyorlardı. Aynı rengin farklı tonları dersem daha iyi tanımlarım. Girizgahtaki ilk üç paragrafı tekrar etmemize vesile oldular. Toplumun her kesimi için önemli olan demokrasiyi, “devletin bekası” söz konusu diyerek -ki bu duruma da kendileri karar verdiler- askıya aldılar. Bir elleri ile verdiklerini iki elle geri aldılar ki “devlet yaşasın”.
“Kullar”ın büyük kısmı bu senaryonun içinde kendine biçilen rolü oynadı. Yapılması istenenler, söylemesi gerekenler tarif edildi. Ezberletilmiş replikleri dinledik hep. Farklı sözcüklerle aynı yere varan cümleler kuruldu her seferinde. Aynı yerden beslenen partilerin hüküm sürdüğü ülkede tekrarları yaşadık, “Sorgulamak suçtur” algısı hakim kılındı.
Çerkesler olarak bütün bunlardan muaf değiliz. Tabi ki özelimizle ilgili bir tarihsel adaletsizlik var. Onun telafisi için XIX. yüzyılda yaşadığımız soykırımın, çifte vatandaşlık ve sürgün edildiğimiz kadim topraklarımıza koşulsuz dönüş haklarımızın tanınması için mücadele söz konusu. Yanı sıra yaşadığımız her ülkede, çocuklarımızın ve torunlarımızın bize emaneti gereği kimliği yaşatmak, yeniden üretmek, geleceğe taşımak sorumluluğumuz var. Bu konu doğrudan demokrasi ile ilintili.
Bu iki birbirini tamamlayan mücadeleye denk düşen siyaseti yapabilmek asıl olan. Ama nasıl bir siyaset? Sormaya ve düşünce yarıştırmaya, tartışmaya devam edeceğiz elbet. Bebek adımları ile ilerliyor olmak sıkıntılara yol açıyor, üzüyor, caydırabiliyor, yıldırabiliyor, kararsızlığa ve karamsarlığa neden olabiliyor. Yine de, bunca deneyimin yaşandığı bu ülkede, dünya örneklerini de değerlendirerek ve dersler çıkararak doğru yolda yürüme iradesini göstereceğiz.
90 yıllık Cumhuriyet tarihinde demokrasinin nereden nereye geldiğini değerlendirdiğimizde öncelikle sorgulayacak çok şeyin olduğu ortada. Avrupa Birliği ile görüşmelerde açılan/açılacak demokrasi ile ilintili fasıllara bakıldığında önemli bir yol alınmadığı çok net. Bunca yıldır hükmeden partiler de ortada. Tüzükleri, seçim bildirgeleri de ortada. Böyle bir durumda belki de hükmedenlerin sözlerini tekrarlamaktan vazgeçmeli, ezberci olmamalı, bize gösterilenle gerçeğin aynı olamayabileceğini düşünmeli, sorgulayıcı olmalıyız.
Çarlık Rusyası ile savaştan beri yani 150 yıldır -ki öncesi de vardır- güce yaslanma eğilimindeÇerkesler oldu, oluyor, olacak. Bu tespit basit gibi gelebilir ancak onların bir etki alanı bulabilmesi, hükmedenlerin sunduğu olanaklarla etki alanlarını genişletebilmeleri önemli. İfade etmeye çalıştığım ezbercilikte önemli rol oynuyorlar. İçimizden birileri onlar ve patinaj yapmamızda önemli etkileri var.
Uzun soluklu demokrasi mücadelesinde, hükümetler ve hatta muhalefetten bağımsız ileri adımların atılabilmesi için elimizden gelenin fazlasını yapmak durumundayız. İnatla ve azimle.