Sputnik Abhazya haber ajansı, Amerikalı antropoloji ve uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Paula Garb ile uzun yaşamın sırları ve Abhazya hakkındaki düşünceleri konusunda bir röportaj yaptı. Kaliforniya Üniversitesi Antropoloji bölümünde öğretim üyesi olan Garb ayrıca Abhazya Devlet Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak Uluslararası İlişkiler ve İngiliz Filolojisi dersleri veriyor.
Moskova Devlet Üniversitesi’nde doktora yapan Garb’ın 1984’te yayınlanan “From Childhood To Centenarian-Çocukluktan Asırlığa” kitabında, yüz yaşını aşmış Abhazyalılarla ilgili yaptığı araştırmalar yer almıştı.
-Abhazya ile tanışıklığınız nasıl başladı, ilk olarak ne zaman ve hangi nedenle Abhazya’ya gelmiştiniz?
-İlk olarak 1977’de iki çocuğumla tatilimi geçirmek üzere turist olarak Pitsunda’ya gelmiştim. Burada yüz yaşını geçmiş insanlar olduğundan haberim yoktu, sadece Karadeniz’in plajı ve güneşi ile ilgileniyordum. O dönemde Moskova’da çalışıyordum ve arkadaşlarım Pitsunda’yı ziyaret etmemi önermişlerdi.
Ertesi yıl ise Agudzera’da tatil yaptım. İtiraf etmeliyim ki o döneme dair anılarım çok da parlak değil. Bir seferinde çocuklarımdan biri zehirlenmişti, bir keresinde ise bölgenin gençlerinden kaçmak zorunda kalmıştım. Bu nedenle de buraya tekrar geleceğimi tahmin bile etmiyordum.
Bir yıl sonra uzun yaşamla ilgili bir bilim gezisi nedeniyle tekrar geldim. Tamamen bir tesadüftü. Moskova Devlet Üniversitesi’nin Amerikan pasaportlu öğrencisi olarak çalışma alanı seçeneklerim sınırlıydı. Sovyet-Amerikan ortak çalışması olan bu geziye tereddütsüz katıldım. Konu başlığına o zamanlar çok düşkün olmasam da tezimin konusu asırlık Abhazlar oldu.
Tekrar Abhazya’ya geldiğimde başka bir dünyaya gelmişim gibi hissettim. Bir tatil yöresi değildi benim için artık. Oçamçira bölgesinde birkaç köyü ziyaret ettik, gittiğimiz ilk köy Chlou idi. Her gün farklı yaşlıların evine gidiyorduk.
-Ziyaretlerde neler yaşadınız?
-Görüşmeleri ses kayıt cihazlarıyla kaydediyorduk. Biz bir odada yaşlılarla konuşurken diğer odada kadınlar adeta bir ziyafet hazırlığı yapıyordu. Sadece sabahları çalışabiliyorduk çünkü ziyafet sonrasında gücümüz kalmıyordu. Misafirperverlikleri olağanüstüydü, evler bolluk-bereket doluydu, başka bir yerde böylesine rastlamamıştım.
-Görüşme yaptığınız yaşlılar sizde nasıl bir izlenim bırakmıştı, hatırlıyor musunuz?
-Bilgeliklerine hayret etmiştim. Yaşlıların aklı ve sağlam hafızası çok çarpıcıydı. Gerçekten ihtiyarlardı, yaşlarına bağlı hastalıkları vardı, kimi zor yürüyordu kiminin gözleri zor görüyordu. Ama bunları sorun görmeyen bir bilgeliğe sahiplerdi. Onlarla konuşmak çok ilginçti, sorularımıza öylesine zekice ve diplomatça cevap veriyorlardı ki hayran olmuştum. 1979 yılında gerçekleşen bu ilk köy ziyaretleri sonrasında daha derin araştırma yapmaya karar vermiştim. Sonrasında da uzun yaşam konunda görüşmeler yapmak için birkaç kez daha geldim.
Moskova’da tez savunmamı yapmak için hazırlanırken elimde devasa materyaller olduğunu fark ettim. Birçoğu tezimde yer almadı, saha çalışmasında elde ettiğim bilgileri değerlendirmek isteyince kitap yazma fikri oluştu. Bu düşünce beni korkutmuştuçünkü bir öğrenciydim ve henüz hiç kitap yazmamıştım.
-Abhazya gezilerinizde topladığınız materyallerin yer aldığı “From Childhood to Centenarian-Çocukluktan Asırlığa” adlı kitabınız bilim dünyasında çok meşhur oldu.
-Topladığım bilgileri fırlatıp atamazdım ya da saklayamazdım şüphesiz… Kitabın temelini bu bilgiler oluşturdu. Kitabın basılma safhasında yayınevi beni tekrar Abhazya’ya yolladı. Bu kez kitap için fotoğraf çalışmaları gibi daha özel bilgiler toparladım.
-Bilim insanları uzun yaşam fenomenini hala tartışıyorlar. Bu konuyu etraflıca araştırmış biri olarak sır perdesini kaldırıp sırrı keşfettiniz mi?
-Evet, en azından anladığımı düşünüyorum. Uzun yaşamın sırrı zihnimizde… Yaşlılığa maruz kalan sadece insanın vücudu… Görüştüğüm yaşlılarda kireçlenme, görme kaybı gibi hastalıklar vardı ama bunu takmıyorlardı. Fit ve aktif olma arzusundaydılar, iyimserlerdi. Sanırım sır bu.
Araştırma döneminde bazı ailelerde çok sayıda uzun yaşayanlar olduğunu, bazı ailerlerde ise hiç olmadığını gözlemledik. Yani genetik faktörler de etkili. Ayrca beslenme alışkanıklarınız, stresle ya da insanlarla nasıl ilişki kurduğunuz ve yaşama yaklaşımınız da önemli…
Benim ileri sürdüğüm varsayım şu: Bir insanın ne kadar yaşayacağını iki faktörün bir arada olması belirliyor. Biri genetik yatkınlık, diğeri ise sağlıklı yaşam biçimi…
-İklim şartlarının bir etkisi yok mu?
-Dünyanın farklı bölgelerindeki uzun yaşayanların yaşam koşullarını karşılaştırdığımızda ilginç iki olgu fark ettik.
İlki; uzun yaşam hadisesine yalnızca yerli halkın yaşadığı belli bir bölgede yani binlerce yıldır aynı yerde yaşayanlarda rastlanıyor. Bu ortak özelliğe Kafkasya, Güney Amerika, Asya ya da Orta Doğu’da rastlanıyor. Şöyle bir hipotez de var: Aynı etnik grup içinde yapılan evlilikler arttıkça uzun yaşam genleri güçleniyor.
İkinci olgu ise şu: Uzun yaşayanların bulunduğu yerler dünyanın dağlık bölgelerinde yer alıyor.
-Görüştüğünüz insanlar kaç yaşındaydı?
-Bir kısmı yüz yaşındaydı, çoğunluğunun yaşı ise 90’dan fazlaydı. Günmüzde bu çok tuhaf görünmeyebilir. Artık birçok insan bu yaşlara kadar yaşıyor ama bundan kırk yıl önce inanılmaz görünüyordu.
-İnsanların yaşlarının doğruluğunu nasıl saptadınız?
-Görüştüğümüz yaşlıların içinde doğum belgesi olmayanlar da vardı, uzun yaşamış olmak bir prestij sayıldığından yaşını kasıtlı olarak büyük söyleyenler de olabilirdi. Sorgulama tekniği kullanarak karşılaştırmalar yaptık. İnsanlarla konuştuk, anılarını anlattırdık ve olaylarla kıyasladık. Bu teknik çok etkilidir. Abhazya’daki birçok insan doğum tarihini bilmiyordu ama kar yağışının çok olduğu 1911 ya da savaş gibi tarihi olaylar kıstaslama yapılmasını sağlıyordu.
Abhazya’da uzun yaşayan kadınların sayısı erkeklerden fazlaydı. Neredeyse tüm kadınlar 1930’lu yıllardaki baskı döneminde eşlerini yitirmişti.
-Abhazya dışında başka ülkelerde benzer bir çalışma yaptınız mı?
-Azerbaycan’a gittim. Abhazların çaçası (ev yapımı votka) vücudu nasıl temizliyorsa Azerbaycan için de çay önemli, çayın sağlığı düzelttiğine ve ömrü uzattığına inanıyorlar. İnanç şu: Önce çaça ya da çay ile karnını temizle, sonra ye.
-Başka ne gibi benzerlik ya da farklar var?
-Her şey aynı, en önemli benzerlikleri ise hayata bakış açıları. Evet, hayata bakış açısı tanımını özellikle vurgulamak isterim.
Araştırmamı bitirip kitap yayınladığımda iki çocuk annesi genç bir kadındım. Yaşlıların ebeveynlik konusundaki hünerleri ilgimi çekiyordu. Çocuklarını hem yaşlılara saygılı ve hem de bilgili olarak nasıl yetiştirdiklerini anlamak istiyordum. Uzun yaşamalarının sırrı daha az ilgimi çekiyordu. Çünkü gençken sonsuza dek yaşayacağınızı sanırsınız.
Şu anda 67 yaşındayım ve hayata bakış açısı ile ilgili öğrendiklerim bana çok yardımcı oluyor. Birkaç yıl önce Hepatit C teşhisi konuduğunda benim için bir trajedi olmuştu. Altı ay boyunca kendime acıdım, hastalığımı herkese anlatıyordum, hayatımın merkezinde hastalığım vardı. Ama sonra sıkıldım. Kendimi toparladım, hastalığı düşünmemeye ve kendime acımaktan vazgeçmeye çalıştım. İşte o zaman hastalığa dair göstergeler hızlı bir düşüşe geçti. Doktor şaşırmıştı. Tabi ki virüsten tamamen kurtulmadım, ilaç alıyorum ve düzenli besleniyorum.
Ama biliyorum ki yaşlılardan öğrendiğim pozitif yaklaşım sayesinde Hepatitit C virüsünün neden olacağı ciddi hastalıkları yenmiştim. Sır, pozitif yaklaşımdaydı.
-Görüştüğünüz yaşlıların gönülleri gençti, değil mi?
-Kesinlikle evet. Hepsine hayallerini sormuştum. Neredeyse hepsi uzak ülkelere seyahat etmek istediklerini söyledi. Bu çok şaşırtıcıydı çünkü yürümeye bile halleri yoktu. Büyük düşündüklerini fark ettim. Yaşama sevinçleri vardı, dünyayı anlama arzusu ve merakı içindeydiler. Daha önce neredeyse hiç dışına çıkmadıkları bir köyde yaşamalarına karşın…
(sputnik-abkhazia.ru)
Çeviri: Serap Canbek