Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Eski Tunç Çağında Girit Uygarlığı

Bu yazımızda Sir Arthur Evans’ın Minoslular olarak adlandırdığı Girit halkının MÖ 3. bin yıl ile MÖ 1400 yılları arasındaki tarihini özet olarak anlatmaya çalışacağız.

Maden Çağında Girit’e Göç
MÖ 3. binin ortalarında Anadolu’daki bazı halklar (Kar/Leleg ve Pelasglar), göç ederek Girit’e, Kikladlara ve Mora yarımadasına yerleşmeye başladılar. Evans’a göre, Libya’daki bazı halk grupları da bu dönemde Girit’e yerleşmişlerdir. Mısır’ın ilk firavun’u Aha-Man (Manes) ile Minos adı arasında ilişki kuran bazı yazarlar bu dönemde Girit’e Mısır’dan da göç olduğunu kabul ederler.
Bu dönemde Ege adaları, Mora yarımadası ve Girit’e göç eden halklar bölgeye maden kültürünü de tanıttılar. (Mansel, s.18) Böylece taş devri sona erdi ve Maden Çağı başladı. Maden Çağı’nda Girit’te hızlı bir kültürel gelişme yaşandı.

Girit Tarihine Genel Bir Bakış
Girit’teki ilk şehir devletleri Tunç Çağında göçlerden sonra sarayların çevresinde kurulmaya başlandı. Olasılıkla bu devletleri klan ya da kabilelerin temsilcileri olan mahalli krallar yönetiyor ve kabilenin topraklarına tasarruf ediyordu. Sarayda aynı zamanda üretilen mallar toplanıp depolanıyor ve halka dağıtılıyordu. Başka deyişle saraylarda, Mezopotamya’dakilere benzer yeniden dağıtımcı bir ekonomik sistem vardı. (Martin, s.55) Bu sarayların en önemlileri Knossos, Mallia, Phaistos’tur. Sarayların etrafında asillerin konakları
bulunuyordu. Daha sonra tüccar, zanaatçı ve gemicilerin oturdukları mahalleler geliyordu. Şehirler iyi planlanmıştı, düzenli yolları, kanalizasyonu, sokaklarında kaldırımları vardı.
Zamanla Knossos kralı diğer kralları egemenliği altına alarak Girit’i birleştirdi. Büyük olasılıkla Melos ve Tera (Thera) adaları da Girit’in egemenliğini kabul etmişlerdi. Bu dönemde Girit’te kendine özgü bir resim yazı geliştirildi. Bu yazı daha sonraları fonetik bir yazıya dönüştü.
İlk Girit uygarlığı MÖ 1700 civarlarında büyük bir depremle son buldu. Son zamanlarda yapılan araştırmalarla depremle eş zamanlı olarak MÖ 1627 yılında Tera volkanının faaliyete geçtiği ve kentlerin lavların altında kaldığı, yetmezmiş gibi tsunami felaketiyle karşılaştığı tespit edilmiştir. (Bu olay Atlantis efsanesinin kaynağı olarak kabul edilmektedir.) Arkasından da Hiksos istilası geldi. (Mansel, s. 32) Fakat bütün bunlara rağmen kültürel gelişme kesintiye uğramadı. İstilacılarla yerli halk arasında uyum sağlandı, bir kültürel kırılma yaşanmadı. Saraylar yeniden inşa edildi. Üretim arttı, ticaret gelişti. Ege ve hatta Akdeniz’e egemen olan büyük bir deniz filosu kuruldu. Ege adalarında, Mora yarımadasında ve Akdeniz’in kuzey kıyılarında Minos kolonileri kuruldu. Ne yazık ki bu gelişmeler de MÖ 1450 yıllarında yeni bir depremle son buldu. Bu depremin arkasından ada, Hitit belgelerinde Ahhiyava olarak anılan Akhalar (Mikenler) tarafından işgal edildi. Saraylar yeniden onarıldı, fakat çok geçmeden MÖ 1400 civarında ada yeni bir felaketle karşılaştı. Bu dönemde saraylar yakılıp yıkıldı. Bu felaketin sebebi bilinmemektedir. Bu tarihten sonra saraylar terk edildi, uygarlık geriledi. MÖ 1200 dolaylarında da ada, Yunanlıların atası olan Dorların eline geçti.

Tunç Çağında Minos Ticareti
Minosluların yaşadıkları verimli ada, o dönem dünyasında büyük devletlerin kurulduğu Akdeniz dünyasının bir parçasıydı. Stratejik konumu nedeniyle Mısır, Anadolu ve Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’nın gelişmiş uygarlıklarıyla ilişki içerisindeydi. Anadolu’daki Kar halkıyla ise yakın akrabaydı. Yine aynı şekilde, Minos’a coğrafi olarak da çok yakın olan ve Kiklatlar adıyla anılan yüzlerce Ege adacığında da Minos’a yakın akraba Kar ve Pelasg kökenli halklar yaşıyordu. Bu küçük adalara yalnızca denizden ulaşılıyordu ve hepsi de Girit’in etki alanında bulunuyordu..
Belki bu özellikleri nedeniyle, Tunç Çağında Girit’te dünyanın en ileri uygarlıklarından biri kuruldu. Uygarlığın temelinde ticaret vardı. Öyle görülüyor ki Minoslular, Akdeniz’deki ilk deniz tüccarlarıydı ve gemilerinde tunç aletler, çanak çömlekler ve o dönem insanlarının ihtiyacı olan temel gıdalar bulunuyordu. Temel ticaret ürünlerinden biri de zeytin ve zeytin ürünleriydi. Belki de dünyanın ilk zeytin üreticileri Minoslulardı. Girit saraylarının ambarlarında ve varillerde zeytin yağı stoklanıyor ve ihraç ediliyordu. Zeytinyağının pek çok kullanım alanı vardı. Minos kozmetik ürünlerinin de temelini oluşturuyordu. Ada yaşamında safran ve şarap ihracının da önemli bir yeri bulunuyordu.

Tunç Denilen Büyülü Maden
Tuncun ilk kez nerede, nasıl ve kimler tarafından keşfedildiği bilinmemektedir. Bakır daha önce kullanılıyordu. Tunç, kalaya ulaşmanın kolay olduğu bir yerde, bakır yapmayı bilen bir halk tarafından keşfedilmiş olmalıdır. İlk dönemlerde tunç yapılırken arsenik kullanıldı. Daha sonraları kalayla alaşım yapıldı. Tuncun ilk kez Akdeniz halkının yaşadığı coğrafyada kullanıldığı kesindir. Olasılıkla da Akdeniz halklarından birinin keşfidir.
Bu madenin keşfedilmesinin kökeninde insanın aklı, bilgisi ve becerisi de bulunsa, o çağ insanlarının gözünde bu bir mucizeydi. Maden denilen taşları ateşle eriterek taştan daha sert ve daha dayanıklı aletler yapan madenciler, o çağ insanlarının gözünde ateşin sihrini kullanan, taşların içindeki cinlere hükmeden büyücülerdi. Bu büyücülerin yaptıkları aletlerin içinde de mutlaka sihirli güçler vardı. Bu inançlar onların dinlerine ve mitolojilerine yansıdı.
Diğer taraftan tuncun keşfedilmesi insanların yaşamında büyük bir devrime yol açtı. Tunç sayesinde uygarlık ilerledi, üretim arttı ve insanlar daha iyi yaşama olanağına kavuştular.
Çünkü tunç bıçaklara, baltalara, keskilere, keserlere, küreklere, bellere, çekiçlere ve testerelere sahip olan halklar toprağı daha verimli ve hızlı işleyebiliyorlardı. Tunç aletler sayesinde insanlar boş zaman da buldular ve boş zamanlarında taş, ağaç, kemik, fildişi ve killeri işleyerek idoller, heykeller, süs ve sanat ürünleri yaratma olanağını kavuştular. Tunçtan yapılan keskin testereler sayesinde insanlar sert keresteli ağaçları işleyebilme olanağına kavuştular ve böylelikle büyük miktarda yükü daha uzak mesafelere taşıyabilecek gemiler yaptılar. Bu gemiler vasıtasıyla Girit’le Anadolu, Doğu Akdeniz ve Mısır arasındaki ticari ilişkiler gelişip yaygınlaştı.
Tuncu kullanan halkların teknik üstünlüğünün en önemli sonuçlarından biri de büyük krallıkların kurulması, bu madene sahip olan halkların çok geçmeden diğer halklar üzerinde egemen olmasıdır. Çünkü, bu mucizevi metalden yapılan kılıçlar, oklar, kalkanlar ve mızraklarla donatılan askerler adeta yenilmez oluyorlardı.
Kısa zamanda tunç, fetih ve ticaret yoluyla bütün dünyaya yayıldı ve bütün halkların kullanımına sunuldu. Ama bu büyülü maddenin sırrını bilenler, bu sırrı korumaya büyük önem verdiler ve başka halkların eline geçmemesi için her şeyi yaptılar.

Minoslular ve Tunç
Tuncun Minos halkının yaşamında çok önemli bir yerinin olduğu bellidir. Adanın yaşamında tuncun ne kadar önemli olduğunu adanın koruyucusu Tunç adam Talos, demircilik ve metal tanrısı Hephaistos, metal ustası Daidalos’la ilgili mitler çemberi bize açık olarak anlatır. Bu mitleri destekleyen arkeolojik belgeler de bulunmaktadır. Ancak tunç üretmek için gerekli olan ve Girit’te hiç bulunmayan kalayın ve bakırın nereden ve nasıl temin edildiği tartışma konusudur. Bakırın, Kıbrıs ve Anadolu’dan ithal edildiği kabul edilen bir görüştür. Yalnız Girit’in yakınlarında kalay yatağı da bulunmaz.
Alexiou, bu çağda Girit’e kalayın nereden getirildiğini şöyle açıklamaktadır: “Bu metal herhalde uzaktaki İber yarımadasından veya daha uzaktaki Britanya’dan değil, muhtemelen Troia yoluyla Anadolu’dan getiriliyordu.” (Alexiou, s.26)
Alexiou’nun sunduğu güçlü seçenek, “Kalayın Troya yoluyla Anadolu’dan getirilmesi” seçeneği bulanık ve açıklanmaya muhtaçtır; çünkü Troya civarında kalay madeni bulunmamaktadır. Bu durumda, kalayın önce bir yerlerden Troya’ya getirilmesi gerekir. Troya’ya en yakın maden Romanya’dadır, ayrıca Kafkasya’da da bulunmaktadır. Ancak buralardaki madenin Troya’ya getirilmesi için de deniz yolunun kullanılması bir zorunluluktur.
Troya’da tunç devri, MÖ 2400-2200 dönemine tarihlenen çok zengin ve gelişmiş bir uygarlığı temsil eden Troya-2 tarafından temsil edilmektedir. Dünyanın en güçlü ticaret merkezlerinden biri olan Troya-2, Mısır ve Mezopotamya ile ticaret yapıyordu. Bu dönemde Balkanlardan Doğu kadar uzanan kentler, arasında ticari bir ağ oluşmuştu; Troya bu ticaret ağının en önemli merkezlerinden biriydi. (Mansel, s.26; Campbell- s.454; Uhlıg, s.131)
Girit ve Kiklad gemileri Troya deniz ticaretinde çok önemli rol oynuyordu ve temel taşıcıydı. Eğer Girit, Alexiou’nun belirttiği gibi kalayı Troya aracılığıyla sağlıyorsa, Troya’dan Girit’e taşınması için de deniz yolunun kullanılması çok büyük bir olasılıktır.
Girit ile Troya arasında çok gelişmiş bir ilişkinin varolduğu ise kesindir. Büyük olasılıkla Troya ile Girit halkları yakın akraba halklardı ve Tunç Çağında da aralarında yakın bir ilişki bulunuyordu. Troya’nın kuruluşunu anlatan mitosların bir çeşitlemesinde kentin Giritli bir göçmen tarafından kurulduğunun anlatılması yakın akrabalığın kanıtı olarak değerlendirilmektedir.
Alexiou’nun zayıf seçenek olarak belirttiği İber yarımadası ve Britanya seçenekleri de öyle zayıf seçenekler değildir. Çünkü MÖ 2500-1500 yıllarında ana tanrıçaya tapan anaerkil Akdeniz halkı kabilelerinin- belirleyici motifleri Halaf çömleği, boğa, çıplak tanrıça, çifte balta ve kovan mezardır- iki koldan kuzeyden karadan Kafkasya’daki anayurtlarından hareketle Tuna ve Dinyester vadilerinden geçerek Orta Avrupa’ya ve Baltık’a; güneyden Girit üzerinden deniz yoluyla Fransa, İspanya, Portekiz, Danimarka, Almanya, Britanya, İrlanda ve İskandinavya’ya ulaştığını savunan çok sayıda yazar bulunmaktadır. (Campbell- s.453) Bu görüşün kabul edilmesi, Alexiou’nun uzak ihtimal olarak belirttiği Britanya kalayının Girit’e ulaşmasının kabul edilmesi anlamına geldiği gibi, Akdeniz’de Girit egemenliğinin de kabul edilmesi anlamına gelmektedir.
Kalayın Afganistan’dan da temin edilmesi mümkündür. Kil tabletlerden öğrenildiğine göre, Afganistan kalayı kara yoluyla Mezopotamya’ya getiriliyor, Doğu Akdeniz’deki limanlardan gemiye yükleniyordu. (Doğan, s.79)

Kaynakça
1. Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, Ankara,1988
2. İ. Banu Doğan, Tarihöncesinde Ticaret ve Değiş Tokuş, İstanbul, 2008
3. Joseph Campbell, İlkel Mitoloji, Ankara, 2006
4. Stylianos Alexiou, Minos Uygarlığı, İstanbul, 1991
5. Thomas R.Martin, Eski Yunan (Tarihöncesinden Helenistik Çağ’a), İstanbul, 2012

Yazarın Diğer Yazıları

KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP

Merhaba sevgili dostlar, Bu yazıyı gazetemizdeki yazılarıma rahatsızlığım nedeniyle bir süre için son vermek kararımı bildirmek amacıyla yazıyorum. Esasen bir süreden beri yazılarımı belirttiğim nedenle...

Umudun Çiçeği Olsun Oyunuz

Evrensel bir yasadır bu: Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan hiçbir şey de yok olmaz, ancak başka bir şeye dönüşür. Oylarınız da böyle bir...

İnguş Bayrağı ve Maan Simgesi

Goga Cengiz’in Mesajı Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda yıllardır yöneticilik yapan sorgulayıcı bir insan, sevgili kuzenim Cengiz Gül, “Man Adası ve Kafkasya” adlı yazım nedeniyle...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img