Laz Müziği: Bireysel bir keşif (1)

0
616

Yanılmıyorsam 1991 senesinin sonbaharıydı. Kadıköy Caferağa spor salonunda bir etkinlik yapılacağını ve orada Lazca şarkılar söyleneceğini öğrendiğimde fena halde heyecanlanmıştım.
Hayatımda Lazca şarkı ya da şarkılar duyabileceğim ilk konser olacaktı. Doğrusu hazır olmadığım bir şeydi bu. Daha evvel, büyük bir etkinliğin içinde Lazca şarkılar dinlemek bir yana düşüncesi bile oluşmamıştı bende. Lazcayı dert etmiş, müziğini düşünmüş, bunu bir konsere taşıyacak kadar ciddiye almış birilerinin olması da konuyu başka bir açıdan ilginç kılıyordu. Aslında beni heyecanlandıran şey Lazca şarkı duymaktan çok, şehirde Lazca şarkı söylenebilmesi ve bir kavram olarak Laz müziği ifadesinin aklıma düşmüş olmasıydı. Beni heyecanlandıran asıl şeyi şimdi daha iyi anlıyorum.
Akşam konser saatinde Caferağa’ya gittim, sahneyi görecek bir yerde oturdum ve beklemeye başladım. Nihayet adını hatırlamadığım bir grup tarafından iki adet Lazca şarkı seslendirildi. Yanılmıyorsam biri “Avla-Skani Cuneli” şarkısıydı. Doğrusu gürültüden, sloganlardan pek birşey duyamadım ve anlayamadım. Ama heyecanımı koruyordum.
O dönemlerde müzik etkili bir araç olarak keşfedilmişti ve sağdan ve soldan farklı siyasi çevreler müzik grubu kuruyorlardı. En bilineni ve başarılı olanı da Grup Yorum’du. Bizim bir müzik grubumuz olmadığına göre var olan bir grubun Lazca şarkı söylemesi gerekiyordu. Tanıdıklar üzerinden Grup Yorum’la bağlantı kurdum. O dönem Grup Yorum’un çalışmalarını sürdürdüğü Ortaköy Kültür Merkezi’ne gittim ve Lazca şarkı söylemeleri için teklifte bulundum. Kabul ettiler etmesine ama çok zor bir soru sordular, “Lazca şarkıyı nerede bulacağız?” Öyle ya Lazca şarkı nerede var da söylesinler! Grup Yorum’a kendi köyümde duyduğum, bildiğim Lazca destanlardan bahsettim. Beni kayıt odasına aldılar. Örnek bir Laz destanı okudum, kaydettiler. Nedenini bilmiyorum ama Yorum o Lazca şarkıyı okumadı. Ancak yıllar sonra “Avla-Skani Cuneli” şarkısını okudular ki zaman çok geçmişti.
Pop müziğin tırmanışa geçtiği dönemlerdi. Bir de Kürtçe müzik albümü piyasaya sürülmüştü. Basın için bu bir olaydı ve dönemin popüler bir dergisine göre sıra Lazca albümlerdeydi. Dergi, Karadenizli üst başlığı altında o dönemin müzisyenlerin fotoğraflarını serpiştirmeyi de ihmal etmemişti. Sanırım görsel kullanma ihtiyacından dolayı. Az kalsın umutlanıyordum ama ne o zaman ne de sonra “Karadeniz müziği” yapan çevrelerden Laz müziğine bir fayda gelmedi, Fuat Saka, Ayşenur Kolivar ile Gökhan Birben ve Kazım Koyuncu’nun vefatından sonra müzik piyasasına dahil olanlar hariç. Burada bir not düşmekte fayda var. Karadeniz müziği ifadesi bölgedeki müzikal farklılıkları gizler ve tekleştirir. Bu yüzden Karadeniz müzkleri ifadesini kullanmayı tercih ederim.
Neyse ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde gene bir konserde Lazca bir şarkı söyleneceği haberi geldi. Hele de bir üniversitede Lazca şarkı söylenecek olması hala heyecan sebebiydi. Güney Kampüs’te konser başladı. Asıl merak ettiğim hangi Lazca şarkının okunacağıydı.

Sanırım modern dünyada bir şarkının Lazca olabileceği düşüncesi henüz oturmamıştı kafamda. Sabırsızlıkla sıranın Lazca şarkıya geleceği anı bekledim ve nihayet grup “Sis dağının başları duman değil kar idi” şarkısını okudu. Sadece bir dörtlüğü Lazcaydı. Hevesim kursağımda kaldı elbette ama bir dörtlük dahi olsa Lazca bir şarkı daha vardı elimizde. Öte yandan, “Acaba Lazca şarkılar Türkçeleştirildi mi?” gibi bir soru da beynimin bir köşesine yazılmıştı .
1991 senesinin sonbaharında,Lazlıkla ilgili ilk kez benimle benzer düşüncelere sahip birinin varlığından haberdar oldum. Telefon numarasına ulaşabilmem için sonbaharı beklemem gerekecekti. Arkadaşla bir telefon görüşmesi sonrası Kadıköy sahilde bir araya geldik. İkimiz de dil, kültür, kimlik konularında aynı fikirleri paylaşıyorduk. Kendisine iki şey önerdim. Birincisi, bir horon grubu kurmak ki bir horoncu olarak bunu ben yapabilirdim. Diğeri de bir müzik grubunun kurulması idi.
Konuştuklarımızı hayata geçirmek için fazla beklemeye gerek kalmadı. Önce, Kadıköy-Halitağa Caddesi’nde bulunan Pazarlılar Birliği Derneği’nde, oradan kapı dışarı edildikten sonra da Kadıköy-Hasanpaşa’da bir dairenin dördüncü katında çalışmalara başladık. Konuşulduğu üzere ben bir horon grubu kurdum. Horonculardan bazıları da bir yandan müzik çalışmalarını yürütüyordu.
Tamamiyle amatör gençlerden oluşan müzik grubu tabir yerindeyse müzik yapmaya çalışıyordu. Bu amatör durum Kazım Koyuncu gruba dahil olana kadar sürdü. Müzikal bilgisi, sesi ve yeteneği ile Kazım’ın gruba katılması ciddi bir değişime sebep oldu ve ortaya Lazca şarkılar çıkmaya başladı. Giderek bir müzik grubuna dönüştü ve grubun Pazar’daki (Atina) ilk konseri sonrası Zuğaşi Berepe adını aldı.
Zuğaşi Berepe, Lazca sözlerle rock tarzında müzik yapıyordu. Kendini Laz-rock yapan bir grup olarak tanımlıyordu. Arada otantik Lazca şarkılar da rock formları ile okunuyordu ancak esas olarak grubun repertuarı bestelerden oluşuyordu. Özellikle üniversiteli gençler arasında umulmayan bir ilgi ile karşılaştı. O dönemin üniversiteli Laz gençleri de Zuğaşi Berepe’nin şarkılarından fazlası ile etkilendiler ve grup gerçekten de Lazların ve Lazcanın varlığına dikkat çekmeyi fazlası ile başardı. Grubun Hemşince (Homşetsi) bir şarkıyı seslendirmesi ise Hemşince’nin Türkiye’de ilk kez sahnelerde duyulması anlamına geliyordu. Zuğaşi Berepe konusu uzun uzun anlatılması gereken bir konu. Kazım Koyuncu 1997’de gruptan ayrıldı. Kazım’ın ayrılmasından sonra grubun geri kalan elemanları grubu devam ettirme yönünde bir irade ortaya koyamadılar ve Zuğaşi Berepe’nin varlığı son buldu. Bu da gösteriyor ki Zuğaşi Berepe’yi fiili olarak kuran Kazım’dı ve gruptan ayrılması ile Zuğaşi Berepe dağılmıştı. Va Mişkunan, İgzas ve Bruxel Live (konser kaydı) adları ile üç albüm kaldı geriye. İlerleyen yıllarda Kazım, Zuğaşi Berepe’de birlikte çalıştığı müzisyen olan arkadaşları ile tekrar bir araya gelerek yoluna devam etti. Artık, Kazım Koyuncu dönemiydi.
Buna rağmen hala Laz müziği gibi bir kavramdan bahsedecek durumda değildik. Henüz birkaç otantik Lazca parça albümlerde yerini almıştı ancak bunların düzenlenişi ve okunuşu otantik formlara uygun değildi. Halihazırda kavramın içeriğini dolduracak muhteva ortaya çıkmamıştı. Bu da, bir ihtiyacın varlığını apaçık ortaya koyuyordu?
Peki neydi ihtiyaç duyulan şey?
Öncelikle, bir kavram olarak Laz müziği ifadesini ortaya koyabilmemiz için otantik (ve anonim) Lazca şarkıların var olması gerekiyordu. Mesela Laz destanlarını biraz biliyorduk. Avla-Skani Cuneli şarkısı Turgut Yamakoğlu’ndan dolayı biliniyordu. Horon melodilerini biliyorduk ama müzik bilgimizin yetersizliğinden dolayı bu müzikal varlığın taşıdığı değerin farkında değildik. Daha da ötesi Laz müziği melodileri bu kadarla yani birkaç şarkıyla sınırlı mıydı? Yok muydu gerçekten başka bir şey? Laz dili varsa Laz edebiyatı da olmalıydı. Dili, edebiyatı, tulumu, kemençesi, horonu olan bir halkın müziğinin olmaması mümkün müydü?
Var idiyse neredeydi ya da neden haberdar değildik?
Elbette ki çok çok daha fazlası vardı. Sadece biraz geçmişe bakmak, köylere çıkmak, araştırmak, bakmak ve görmekti eksik olan. 1995 sonrası sorularımızın fazlası ile cevap bulduğu yıllar oldu. Laz müziği açısından müthiş bir hazinenin üzerinde oturduğumuzu hep birlikte öğrenecektik.
(Devam edecek)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz