Seyredenleriniz vardır sanırım. Bir dönemin en önemli filmlerindendi Eşkıya. Şener Şen ve Uğur Yücel’in başrol oynadığı film, yirmi yıl öncesinin en çok gişesi olan yapımıydı. Bana göre de seyrettiğim en güzel filmlerden biriydi.
Maksadımız film eleştirmenliği değil. Filmin sinematografik dilini de eleştirecek bilgimiz zaten yoktur. Derdimiz, kendi çapımızda bu filmden çıkardığımız özettir.
Filmde; baş kahraman Baran, yani Eşkıya’nın (Şener Şen), sevdiği kadına (Keje/ Şermin Hürmeriç) ulaşmak için İstanbul’a gelmesi ve sonunda ona ulaşmasının hikayesi anlatılır. Filmin diğer kahramanlarından Berfo’nun (Kamuran Usluer), arkadaşı Baran’ı gammazlayıp sevdiği kadın Keje’yi sahiplendikten sonra İstanbul’a gelmesi; ve bir sürü maceradan sonra iki eski arkadaşın, bu sefer iki düşman olarak karşılaşmaları esnasındaki diyalog çok çarpıcıdır. Karşılıklı müthiş oyunculukların sahnelendiği o an bence filmin de özetidir. (Laf aramızda filmi de muhakkak seyredin derim)
Berfo; “Keje’yi kim daha çok seviyor ulan” diyor… Sen sevdiğin için, en yakın arkadaşını satabilir misin, ona kazık atabilir misin?” diye nefes nefese haykırıyor ya, tam da anlatmak istediğim sahne budur. Evet, Berfo sevdiği kadın için kalleşlik yapacak kadar alçaktır. Baran da sevdiği kadın Keje için arkadaşını gammazlamayacak kadar merttir ama, onun uğrunda can alacak kadar da acımasız olabiliyor sonrasında
Evet on puanlık uzmanlık sorusu şu: “Keje’yi kim daha çok seviyor?” gibi absürt bir soruyla konuyu daha fazla uzatmadan sadede gelelim.
Bizim vatanseverliğimiz, parti yandaşlığımız, aidiyetçiliğimiz, milliyet/milliyetçilik kavramlarına bakışımız hep bu minval üzere sanki. Bir adım ötesi “ya benimsin, ya da kara toprağınsın” cümlesiyle sembolleşen Yeşilçam klasiği adeta.
Hadi gelin sırayla iddialarımızı ortaya koyalım:
En iyi Kafkasyalı benim/biziz!..
En has Çerkes benim/biziz!..
En asil sülale benim sülalem!..
Ya da bir başka plağı pikaba yerleştirelim. (Bir zamanlar böyle aletler de vardı gençler)
Türkiye Türklerindir!…
En haso Kürt biziz!..
Vatanı en çok biz seviyoruz!..
Biraz daha çeşitlendirmek gerekirse bu hususu; dernek fetişizminden federasyon bağlılığımıza; yaşanılan topraklara ilk kimin geldiğine kadar bir çok şekilde kendimize “özellik” atfedebiliriz.
Bu kadar cümleyi kurduktan sonra ne demek istediğimizi anlatmaya sanırım çok fazla yerim kalmayacak. Daha da kısa yazmak için çok fazla düşünecek zamanım da yok açıkçası.
Jıneps’in bol ve “uzuuun” yazarları arasında “mini etek” tarzı yazı yazmak gibi, bir de kendi kendimize yerleştirmeye çalıştığım alışkanlığım var son zamanlarda.
Heyecanlandıracak kadar kısa, örtecek kadar uzun yazılar yazmayı becerebildiğim an bu iş tamamdır diyeceğim inşallah.
Yaşadığımız coğrafyada; bu kadar “her şeyi bilen” ve hatta “bir bilen”in olduğu ortamda, bu fakir-i pür taksirin çok sözü geçmese gerek amma biz yine de çıkıntılığımız yapalım.
En demokrat, en Kemalist, en vatansever, en dindar, en milliyetçi, en bilgili; yetmedi, en asil Çerkes, en iyi boya mensup , en baba federasyon mensubu bunca insan arasında bu kardeşinizi de bir okuyan olur elbet.
Okuyan, feyz alan, cevap veren biri bulunur mu bilemem ama; dağ başında boşluğa doğru bağırdığınızda sesinizin yankısı kulağınıza tekrar gelir ya işte öyle bir şey. O bile güzeldir yahu!
Son söz: Baki kalan kubbede hoş bir seda bırakabilirsek ne mutlu bize!
Sevindirik olmayın hemen: Önümüzdeki ay da köşemizdeyiz inşallah. Daha daha sonraki aylarda da!..