“Anadil Yaşamdır”

0
435

21 Şubat Dünya Anadil gününde “Anadil Yaşamdır, Anadillerimizde Savaşa Hayır Demek İçin Halklar Buluşuyor” şiarıyla bir panel düzenlendi.
Halklar Meclisi tarafından düzenlenen ve Kadıköy AKA-DER’in sempozyum salonunda gerçekleştirilen panel iki oturum halinde yapıldı.
İlk oturuma Azad Barış (Ezidi sosyolog), Eşref Yılmaz (Gürcü Dil Merkezi), Çurmıt Sebahattin (JINEPS Gazetesi) ve Damla Şahin (AKA-DER) konuşmacı olarak katılırken; ikinci oturuma Tuma Çelik (Avrupa Süryaniler Birliği), Fırat Sayan (Kürt Enstitüsü), Seher Eriş (Arap Alevi Gençlik Meclisi), Murad Mıhçı (Nor Zartonk-HDP MYK Üyesi) konuşmacı olarak katıldılar.
Her iki oturumda halkların kurumları anadilleriyle “savaşa hayır” diyerek, halkların direnişlerini selamladılar.
Birinci oturumda AKA-DER’den konuşmacı olarak katılan Damla Şahin, Anadolu’da ve Kürdistan’da sürdürülen devlet saldırılarına değinerek “kirli bir savaşın ortasındayız” diye vurguladı. Biz halklar olarak “barış istiyoruz” diyen Şahin barışın ancak halkların elleriyle geleceğini ifade etti. “Ancak anadillerimize, kimliklerimize, tüm taleplerimize sahip çıkar ve ortak mücadeleyi adım adım örebilirsek barışı getirebileceğimizi” ifade etti.
“Anadil sadece toplumlar arası bir ilişki biçimi değil, tüm ilerleme, aydınlanma ve değer aktarımı için gereklidir” diyerek konuşmasına başlayan Azad Barış, “Kürtçede ‘savaş’ kelimesi olmadığı için ‘Savaşa Hayır’ diyemiyorum anadilimde” diye ifade etti. “Bugün Kürtsen, savaş istemiyorum diyorsan potansiyel teröristsin” diyen Barış, ”Anadilinde ‘savaş’ olamayan bir halkı nasıl terörist ilan ediyorlar” diyerek konuşmasını bitirdi.
Gürcü diliyle “Savaş’a Hayır, Yaşasın halkların kardeşliği” diyerek konuşmasına başlayan Eşref Yılmaz tüm Gürcüleri temsil etmediğini, sadece anadili için mücadele eden Gürcüleri temsil ettiğini ifade etti. Yılmaz “Anadilinde konuşan birini sokakta görünce kim olduğuna bakmadan ona yaklaşırsın” diyerek anadillerin insanları birbirine yaklaştırdığına değindi.
Birinci oturumun son konuşmacısı olan Çurmıt Sebahattin, “Bir dilin canlı kalabilmesi için hayatın dinamiklerinin o dile aktarılabilmesi gerekir bu sebeple dillerin üzerindeki baskıların kalkması gerekir” diyerek konuşmasına başladı. Çurmıt bugün Anadolu’da ve Kürdistan’da yaşayan tüm halkların anadil konusunda benzer sorunları var olduğunu ifade ederek mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğine işaret etti.
İkinci oturumun ilk konuşmacısı olan Seher Eriş konuşmasına Arapça olarak ve başta Suriye, Lübnan, Filistin olmak üzere tüm direnen halkları selamlayarak başladı. Devletin saldırılarına değinen Eriş, “Bizi ağıtlarda ortak ettiler, mutluluklarda değil” dedi. “Bodrumlarda yakılan canlarımız bize Madımak’ı hatırlattı, su heval su diyen canlarımız Kerbela’yı hissettirdi bize yeniden” diye vurgulayan Eriş, “Dilimizi unutmayacağız, halkların ortak mücadelesinde yaşatacağız” sözleriyle konuşmasını bitirdi.
Tuma Çelik, Süryanicenin en eski dillerden biri olduğunu ancak bu dili konuşabilen çok az kişi kaldığını vurguladı. Çocuk yaşta okullarda Türkçe konuşmayan öğrencileri öğretmenlerin tahtaya kumbara çizerek cezalandırma sistemi uygulandığını vurgulayan Çelik bu baskıların devletin 90 yıllık geleneğinden geldiğini ifade etti. “Bir halkı devletin nasıl tariflediği değil o halkın kendini nasıl tanımladığı ve özgürlüğü nasıl tariflediği önemli” diyerek halkların kendi kaderlerini kendi ellerine alması gerektiğini vurguladı.
Fırat Sayan, TC’nin kuruluş dönemlerinde yürütülen “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla şehir merkezlerinde ve köylerde Kürtçe konuşan insanların devletin görevlendirdiği ajanlar tarafından cezalandırıldığına değindi. Çocukların anadillerini unutması için yatılı okullara gönderildiğini ifade eden Sayan, Kürt dili üzerinde yıllardır baskıların devam ettiğini ifade etti.
İkinci oturumun son konuşmacısı Murad Mıhçı, “Bu topraklarda Ermeniler gibi kadim halkların dillerine imha ve inkar politikaları uygulanırken günlük yaşam alanlarımızın her alanına İngilizce gibi diller sızmış durumda. Bu topraklarda yaşayan halklar olarak birbirimizin acılarına bile 80’lerden sonra ortak olmaya başladık” dedi. (direnisteyiz3.org)

Jıneps YK Üyesi Çurmıt Sebahattin’in konuşması:

Adigece; “Hepinize merhaba, halkların kardeşliğine, dostluğuna inanan, birlikte yaşamaktan güç alan insanlar-dostlar merhaba” diyerek konuşmaya başladı.
Dil ve Barış aslında önemli şeyler. Hayatımızın merkezine oturanvazgeçilmezler. Barış içinde olduğumuz zaman yaptığımız herşey hayatımızda bir anlam ve güzellik kazanabiliyor. Savaşın içinde olduğumuz zaman da karşımızdaki insanı direkt düşman ve onun yaptığı herşeyi bize batan ve bizi yok etmek üzerine kurgulanmış olarak algılamaya başlıyoruz. Barışın içinde olduğumuz zaman isekarşı tarafla alışverişimiz daha coşkulu ve etkileşim içerisinde olabiliyor.
Her dil insana benzer, her insanın duygu ve ruh haline, işte o yüzden her dil biraz hırçın, biraz durgundur. Çerkeslerin yaşamında önemli şeylerden bir tanesi dil idi, “idi” diyorum çünkü Türkiye coğrafyasında bu dil artık yavaş yavaş asimilasyon etkisiyle, çok dağınık yaşamanın getirdiği sıkıntılarla unutulmaya başladı. Gürcü Dil Enstitüsü’nden Eşref Yılmaz’ın söylediği gibi gönüllü bir asimilasyona dönüşmeye başladı.
Anadil konusu şimdi seçmeli derslere bağlanmış durumda. Haftada bir-iki saatlik derslerle anadiliniz size öğretilmeye çalışılıyor. Bunun için getirilen şartlardan bir tanesi nedir? Bir okulda beşinci sınıfa giden en az 12 öğrenci olması gerekiyor. Sayı dokuz ise, hatta onbir ise sınıfı açamıyorsunuz. Bunun yanı sıra bir şey daha var, diyor ki; “Okullarda Adigeceyi, Abazacayı, Gürcüceyi, Lazcayı, Kürtçeyi öğreteceğiniz materyali siz hazırlayacaksınız”. Peki tamam, bunu hazırlıyorsun, basım işi ne olacak? Diyor ki; “Seçmeli anadil dersini seçen öğrenci sayısı beş yüzü geçerse devlet olarak biz bastıracağız. Ama beşyüz kişi bulamazsanız, siz bastırın.”
Konunun başka bir boyutu daha var. Öğretmen. Anadile hakim, eğitim almış, anadili öğretebilir kapasiteye sahip öğretmenler gerekiyor. Bunlar da yok… Hasbelkader bu dili benim gibi köyünde, yaşadığı yerde öğrenmiş ve bir şekilde öğretmen olmuş insanlar kendi çabalarıyla bir mevzi kazanmak için buna dört elle sarılıyorlar. Bütün bunlar tabi ki bir dilin yaşaması ve yaşatılması için yeterli şeyler değil. Çünkü bir dilin yaşayabilmesi ve taşıyıcı olabilmesi için hayatın dinamiklerinin o dille yansıtılabilmesi lazım. Felsefesini, siyasetini, ekonomisini bu dille hayata aktarabilmesi lazım. Bunun için de gerekli olan şeylerden biri de, bu dili yazacaksınız ve bu dilin üzerindeki bütün baskıları kaldırmanız gerekiyor.
Geçmişe dönüp baktığımızda, köylerimizin girişlerine Yurttaş Türkçe konuş” levhalarının asıldığını görüyoruz. Soyisimler Çerkeslerde çok önemlidir. Geçmişin derinliklerinden gelir. Hangi sülaleye ait olduğunuzu ifade eder ve akrabalarınızı bu yolla bulabilirsiniz. Soyunuza-kökeninize soyisminizi takip ederek ulaşabilirsiniz. Ama ne oldu? Soyadı kanunu getirildi, levhaların üzerine soyisimler yazıldı, kim ne seçtiyse o yazıldı. Aynı sülaleden farklı isim seçenler birbirlerinin izlerini kaybettiler Türkiye’de. Bu, anadillerimizin üzerindeki baskı ve asimilasyonun görünen bir yüzü. Bir de gönüllülüğe erişmiş bir boyutu var. ‘Çocuklarımız anadillerini konuşmasınlar ki okula gittiklerinde şive sıkıntısı yaşamasın’ anlayışı gibi. Bunu özellikle Laz arkadaşlar çok yaşıyor. (Gürcü Dil Enstitüsü’nden Eşref Yılmaz, kendilerinin de bunu yaşadığını iletti). Ve bunun için çocuklara kendi anadillerini öğretmemeye başladılar. Anadillerini evde öğrenemeyen çocuklar, sadece kulaktan duydukları bir kaç kelimeyi telaffuz etmeye çalıştılar.
Özellikle şehirleşme ve ekonomik koşullar anadilleri çok etkiledi. Anadile özel bir ilgi ve alaka da yoksa iş daha da zorlaşıyor. Yaşam kaygısı herşeyin önüne geçebiliyor. Yaşamı idame ettireceksiniz, size iki dil sunuluyor Türkiye’de. Türkçe’yi öğreneceksin, bütün alışverişi bu dille yapacaksın; dünyayı takip için, yurtdışı ile işin varsa İngilizceyi öğreneceksin. Kurslara baktığımda bu kadar çok İngilizce eğitim veren kurumun yanında anadillerimizle ilgili bir kolejin, enstitünün olmayışı ve bunların tamamıyla devlet destekli, vergilerimizden pay ayrılarak yapılmayışı çok zoruma gider.
Anadil konusunu dile getirdikçe insanlar “İsyankar olmayalım, Kürtler gibi olmayalım” gibi tepkiler veriyor. “Onlar anadilde eğitim istiyor. Bu talep senin anadilini geliştirmek ve sonraki kuşaklara taşımak için de gerekli” diyorsun, “Onlar gibi mi algılanacağız” diyorlar. Bu ezberletilmiş çaresizliği aşmak gerek, varsın algı öyle işlesin.
Barışın, demokrasinin safında olanbizler için çok ciddi bir yükümlülüktür anadillerimiz. Sanırım beş yıldır anadile dair organizasyon yapıyoruz. Lazcanın, Kürtçenin, Gürcücenin, Zazacanın, Ermenicenin yaşadığı bütün sıkıntıları birbirimize etkileşim halinde görüyoruz. Sorunlar benzer, ortak. O zaman mücadele de ortaktır. Anadil eğitimini kafalarda yerleştirmek ve bunu talep eder hale getirmek ortak bir irade ve ortak bir mücadeleden geçecektir.
Çerkesler açısından bir noktayı daha belirtmek istiyorum. 1982 yılı 8 Ekim’de Çerkes dillerinden Ubıhça bu topraklarda sonlanmıştır. Kafkasya’dan sürgün sonrası Ubıhların sayısının azalması, Adigeler veya Abazaların arasına yerleşmeleri sonucu onların dillerini kullanmaları gibi nedenler söz konusu olsa da asıl olan yaşaması ve geleceğe taşınması için bu topraklarda hiçbir çaba olmamıştır. 1992’li yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’nde bir öğretim görevlisi Ubıhça üzerine çalışmalar yaparken sormuştum; “Bu dilin kaybolmasında devletin etkisi var tabi ki, yanı sıra üniversitelerin dillere sahip çıkmayışının bir etkisi olabilir mi?”. Yanıt “Hayır, böyle birşey yok”. Bu ülkedeki dil kurumları, üniversiteler, filoloji bölümleri, Türkiye’deki etnik grupların dillerini öğrenmediler, bu diller hakkında çalışmalar yapıp tezler hazırlamadılar. Bu durum mevcut dillerin kaybolmasına bir şekilde önayak oldu. Egemen yapı açısından bakıldığında, anadillerin kaybolması ve Türkçenin benimsenmesi Türkleştirmenin, asimilasyonun aracı ve onlar bu “zaferi” kazandılar. Bizler, halkların kardeşliğini ve anadilleri savunan insanlar olarak şu anda yenik durumdayız. Yenilgiden çıkış ortak irade, birliktelik ve ortak mücadeleden geçecek.
Bizlerin ortak mücadele alanlarını güçlendirmemiz ve anadillerimiz üzerindeki baskılara karşı birlikte mücadele etmemiz gerek.
Geçen yılların birinde Galatasaray’daki etkinlikten sonra bir hocamız bir anektod aktarmıştı.Onu söyleyerek bitirmek istiyorum. Dünyanın üzerinde konuşanı azalan dillerden biri söz konusu, o dili konuşan iki kişi kalmış. Birbirine küs oldukları için de dil kayboluyor. Bizler, halklar birbirimize küs olamayız, aksine birbirimize zarar vermeden, birbirimizi anlayarak, birbirimizi güçlendirerek anadillerimize, barışa, demokrasiye, özgürlüğe sahip çıkalım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz