Girit’in Gizemli Uygarlığı (2)

0
653

Girit’in İlk Kralı Kres

Tunç Çağı Girit uygarlığı eski Akdeniz halkının görkemli uygarlıklarından biridir. Mitolojiye göre, Girit uygarlığıyla Kafkasya’daki Kolkhis ülkesi arasında ileri düzeyde ilişkiler bulunmaktadır. Bu yazımızda Girit’e adını veren mitolojik kahraman Kres’in adının anlamını araştırmaya çalışacağız.

Girit’e Adını Veren Bir Kahraman

Girit adası adını Kres adlı kahramandan almıştır. Mitolojiye göre Girit’in ilk kralı olan Kres, Olymposlar öncesi baş tanrı Kronos’un oğludur ve Girit halkının mitolojik atasıdır. Girit’teki İda Dağı’nda yaşayan bir nympha (dağ perisi) annesi olarak kabul edilirse de bir çeşitlemeye göre topraktan (Gaia) doğmuştur. Her durumda Kres, Zeus’un baba bir anne ayrı üvey ağabeyidir. Babası Kronos’un öldürmek istediği bebek Zeus, kaçırılıp Girit’e getirildiğinde (ya da daha yaygın geleneğe göre Girit’teki İda/Dikta Dağı’nda doğduğunda) Kres Girit kralıydı. Üvey kardeşi Zeus’u korudu ve İda Dağı’nda sakladı. Mitosa göre Kres, Minos’tan çok önce Girit’e yasalar koydu ve adalet getirdi. Girit’i her türlü saldırıya karşı koruyan “Talos” adlı robot da bir mitolojik çeşitlemede Kres’in oğludur.

Minos Dilinden Bir Sözcük: Kres

Kres sözcüğü, eski Girit (Minos) dilindendir. Güçlü olasılıkla da ad değil, kralın pek çok anlamı bulunan unvanıdır. Girit dili ise Hint Avrupalı ya da Sami dili değil, bazı bilim adamlarının bilinemezciliğe mahkum edip “Asyanik” diyerek küçümsediği eski Akdeniz halkının (Kafkasyalıların) dilindendir. Bu dil o dönemde Orta Anadolu merkez olmak üzere bütün Anadolu’da yaygın olarak konuşulan ve aynı zamanda Çatalhöyük halkının da dili olan Hatti diliyle; Doğu ve Güney Doğu Anadolu merkez olmak üzere Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Filistin’de de konuşulan Hurri diliyle; Kuzey Mezopotamya’daki Subar, Güney Mezopotamya’daki Sümer ve İran’daki Elam dilleriyle; Batı Anadolu, Ege Adaları, Mora yarımadası, Makedonya ve Teselya’da konuşulan Kar ve Pelasg dilleriyle aynı kökenden ve akraba bir dildir. Kar ve Pelasg halkıyla Girit halkı yakın akrabadır. Anadolu’da yaşayan bazı halklarsa Minos döneminde Girit’ten göçerek Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Ele aldığımız sözcükle ilgili bir açıklama yapmadan önce akraba halklar arasındaki ilişkiyi, paylaşılan kültürü, inançları, üretim ilişkilerini, sosyal ve siyasal örgütlenme biçimini incelememiz gerekmektedir.

Akdeniz Halkının Anaerkil Yapısı

Anaerkillik, ilkel toplumlarda kadınların toplu¬luktaki saygın konumunu vurgulamak için ilk olarak Morgan tarafından kullanılan bir kavramdır. Çağımız araştırmacılarının çoğunluğu, anaerkilliği çağımızdaki ataerkil döneme karşıtlık vurgusu içinde ele alıp bir cins iktidarı olarak görürlerse de, anaerkillik siyasal değil, toplumsal bir kavramdır ve soyun anaya göre belirlendiğini anlatır. Anaerkil yapıda soy belirlenirken baba hiç dikkate alınmaz, kadın ilk ata olarak kabul edilir. Aslında anaerkil toplumlar, sınıf farklılıklarının çok az ya da hiç olmadığı, üyelerin birbirleriyle kardeşlik bağlarıyla bağlı bulunduğu ve eşit olduğu, klan dışı evlenmenin temele alındığı soy ya da kabile toplumlarıdır. Thomson’un da belirttiği gibi anaerkil toplumlarda, gerçek denetim erkeklerin elinde olabilir, hatta çoğu zaman öyle olmuştur. (Thomson, s. 187)
Anaerkillik ya da ana soyluluk eski Akdeniz (Kafkas) halklarının tamamında görülen genel bir özelliktir. Sümerler, Elamlar, Eski Mısırlılar, Hattiler, Hurriler, Pelasglar, Kenanlılar, Eski Giritliler, Karyalılar ve Likyalılar anaerkildi. Merlin Stone, “Tanrılar Kadınken” adlı eserinde, Jacguetta Hawkes, Leonard Cottrell, Margaret Mead, James Frazer, Sybelle Von Cles- Reden, James Mellaart, C. Dovson, Joseph Campbell, Robert Gravers, Valter Hinz, H. J. Rose, Henri Frankfort, Arthur Evans, Stylıanos Alexıou, Cyrus Gorden, Roland de Vaux, William Flinders Petrie ve adlarını sayamadığımız çok sayıda yazarın görüşlerini aktararak Yakındoğu’daki eski Akdeniz toplumlarının anaerkil yapıda olduğunu savunur. Karyalılar, Likyalılar ve Lidyalılar anaerkil toplumsal yapılarını klasik çağda da sürdürüyorlardı.

Kent Ekonomisi ve Ticaret

Cilalı Taş Çağı’nda (Neolitik Çağ’da) yaşamın merkezi köydü, Tunç Çağı’nda ise yaşamın merkezi kenttir. Cilalı Taş Çağı’nda soylar birleşerek boylar, hatta kabileler kurmuşlardı ve büyük toprakları kontrol ediyorlardı. Tunç Çağı’nda büyük soyların ya da kabilelerin, diğer soylar ve kabileler üzerinde egemenlik kurarak yerel krallıklar oluşturduğunu görüyoruz.
Girit-Minos özelinde de dünyadaki gelişmelere paralel gelişimler yaşandı. Öyle anlaşılıyor ki Tunç Çağı’nda adaya dışarıdan gelen halkların çoğunluğu da Anadolu kökenli ve önceki halkla akrabaydı. Bu nedenle ada halkıyla kolayca bütünleştiler. Tunç Çağı’nda Girit’te büyük sarayların çevresinde kurulmuş on kadar kent vardı. Saraylar (kentler) büyük toprakları kontrol ediyorlardı. Kentlerin çevresinde sur bulunmamasını, adada güvenlik sorununun olmadığı ve barışın hüküm sürdüğü biçiminde yorumlanmaktadır. Bu dönemde Girit’te, sınıf farklılıkları ortaya çıkmış ve soy toplumu çözülmeye başlamıştır. Tüm Girit’in bu dönemde Knossos kralının üstünlüğünü kabul ettiğini savunanlar bulunmaktadır. (Alexıou, s.28-37)
Kazılardan anlaşıldığına göre MÖ 2000 yıllarında Minos’ta kesin bir iş bölümü vardı. Büyük bir işçi grubu bulunuyor ve esir ticareti yapılıyordu. Saraylarda gelişmiş bir yönetim örgütü vardı. Geç Tunç Çağı’ndan itibaren değerli taşları ve madenleri dışarıdan getiriyor ve adada ustalıkla işliyorlardı. Madencilik ve metal işlemeciliği çok gelişmişti. Ayrıca tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Dokumacılık, mimarlık, çömlekçilik ve balıkçılık gelişmişti. Zeytinyağı ve şarap üretiyorlardı. (Alexıou, s.28-37) Yelkenli gemilerle denizaşırı ticaret yaptıklarını ileri süren araştırmacılar vardır. (Freeman, s. 94) Minosluların denizaşırı ticaret yaptıkları kesin olmasa da, Akdeniz’de büyük çaplı ticaret yaptıkları kesindir. Girit’teki zengin ve mutlu yaşamın temelinde ticaret bulunuyordu, dünyadaki ilk deniz uygarlığını kuranlar Minoslulardı. (Halikarnas Balıkçısı, s.23)

Eski Akdeniz Halklarında ve Girit’te Dinsel İnanışlar

Eski Akdeniz toplumunun tamamında paylaşılan en önemli inanç motiflerinden biri ana tanrıçayı dölleyen ölen dirilen tanrı inancı, daha doğrusu doğadaki yaşamı yansılayan bereket kültüdür. Ana tanrıçaya tapan Cilalı Taş Çağı toplumlarında doğadaki değişiklikler, bitkilerin yeşermesi ve ölümü, ilkçağ insanları için yaşamsal önemdeydi ve bu değişiklikler kutsal düğünle simgeleniyordu. Kutsal düğünle tanrıça tanrıya kavuşuyor, böylelikle doğa canlanıp bereket saçıyor; ancak kutsal düğünden hemen sonra, tanrı tekrar dirilmek üzere ölüyordu. Cilalı Taş Çağı’ndaki bu temel inanç motifi, tarihsel dönemde de, Ortadoğu’daki ilkçağ toplumlarının tamamında görülür.
Sümer ülkesinde İnanna ile Dumuzi, Eski Mısır’da İsis ile Osiris, Anadolu’da Kybele ile Attis, Suriye’de Anat ile Baal, Doğu Akdeniz’de Aphrodit ile Adonis, Babil’de İştar ile Temmuz, Pelasg ülkesinde Demeter ile İasion, bu mitolojik inancın temsilcileridir.
Bu inancın en arkaik biçiminde tanrıça inek, tanrı boğa kılığında olduğundan, Europa’yı dölleyen boğa Zeus; İneğe dönüşen Pasiphae ve onu dölleyen Minotauros; labirent ve Minotauros’un öldürülüşü mitosları, bu inancın Girit toplumunda ne kadar yaygın ve köklü olduğunu gösterir. (Campbell-1, s.43-51) Çatalhöyük’te olduğu gibi Girit’te de ana tanrıçanın oğlu, sevgilisi veya kocası olan (her üç niteliği de kişiliğinde barındıran) bir genç tanrının bulunduğu arkeolojik olarak da kanıtlanmıştır. Homeros’un Odysseia’da, Minos’un sekiz yılda bir babası Zeus’u gördüğünü ve ondan dünyanın en doğru yasalarını öğrendiğini yazması, kutsal düğünle ilişkiyi göstermekte, Girit’te bu birleşmenin sekiz yılda bir güneş yılının ay yılıyla çakıştığı sırada gerçekleştiği şeklinde değerlendirilmektedir. (Paul Faure, s. 332)
Girit’te dağ tapınakları da çok önemli olup yukarıda anlattığımız verimlilik kültü ve doğa olaylarıyla ilişkiliydi. Tepe kültleri göksel tanrılara yönelik olduğu gibi, mağara kültleri de yer altında barınan tanrılara yönelikti. (Hatırlatmamıza izin veriniz, gök tanrısına Hattiler Taru, Hurriler Teşup, Luviler Data diyorlardı; tanrıçanın eşi olan bu tanrılar da dağlar ve boğayla ilişkiliydi.) Yer altı tapınaklarının suyu da kutsallığı olan suydu; ana tanrıça toprağın kanı ya da sütü, yaşamın gençlik ve bereket saçan özüydü. Kutsal Girit mağaralarına soylular çocuklarını verirler geri aldıklarında ise, çocukların sınamalardan geçerek olgunlaşmış yetişkinler olduklarına inanırlardı. Minos döneminde Girit’teki her kentin kendilerine özel erginlenme mağaralarının olduğu, saraylarınsa tapınak olarak kullanıldığı olası görülmektedir. Knossos Sarayı’ndaki otuz kadar oda araştırmacılar tarafından tapınağın kutsal odaları olarak kabul edilmiştir. Tapınakların baş tanrısının Rheia olması güçlü olasılıktır.
(Devam edecek)

Kaynakça
Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma, Ankara, 2010
Halikarnas Balıkçısı, Hey Koca Yurt, Ankara, 1984
George Thomson, Tarihöncesi Ege, 1. Cilt, İstanbul,
Merlin Stone, Tanrılar Kadınken, İstanbul,
Paul Faure, Mitolojiler Sözlüğü, 1. cilt, Ankara, 2000
Stylıanos Alexıou, Minos Uygarlığı, İstanbul, 1991

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz