Kültürden Siyasete
(Köyden – Kente)
Kitlesel Dissosiyasyon
Daha önceleri asimilasyon diye sığ bir şekilde belirttiğimiz başkalaşım meselesi hakkında “ Kültür Çerkesciliğinden Siyaset Çerkesciliğine İlişkiler” serimde konunun bütünlüğünü ilgilendiren bir derinlik yakalamak istiyorum. Üzerine laf edilmeyen, yazılmayan önemli şeyler olabilir ve belki bugün Çerkes kalma mücadelesinin üzerindeki en büyük eksiklik budur. Asimilasyonu doğal ve doğal olmayan diye ikiye ayırmak mümkün, bugünkü durum doğal bir süreçtir mesela, ancak bugünkü sürece hız katan şey doğal olmayan asimilasyondur. O halde, bugünkü süreci anlatmak için ve anlayabilmek için bu doğal ve doğal olmayanı düşünmemiz lazım. Bunu da Çerkes diasporasının bu topraklardaki karşılaşma sırasına göre anlatırsak daha anlamlı olur.
Asimilasyon
A – Doğal olmayan ‘ASİMİLASYON’
Başka bir kültürel egemenlik içerisine giren kültürün bizzat hedef alınarak ekonomik veya psikolojik yollarla, hızlı bir şekilde egemen kültürün içinde erimesi üzerine politik olarak çalışma yapılandır. Bu politikalara maruz kalan kültürler için ne kadar zararlıysa da, bu politikaları destekleyen kültürler içinde bir o kadar zararlıdır, kısa vadelik kazanımlar için uzun vadede bir felaket sebebidir. Doğal asimilasyonda “kültür şoku” olarak tarif edilen hal, doğal olmayan asimilasyonda dissosiyasyon olarak tarif edilebilir.
B – Doğal ‘ASİMİLASYON’
Açıkçası tabiatın bir kanunudur desem yeridir. Genel anlamda, kültürün içinde bulunduğu şartların kendini zorladığı yönde başkalaşmasıdır. Kültür azınlık olduğu yerde hızlı ya da yavaş bir şekilde mutlaka asimilasyon geçirir. Tabiat dahi, içinde bulunduğu şartlara uygun bir şekilde asimilasyon yaşar. İnsan topluluğunun bir coğrafyadaki egemen kültürü, kendisinden üstün olsun ya da olmasın başka coğrafyadaki bir kültürel değeri özümseyerek kısmi asimilasyonlar yaşayabilir. Özellikle bu çağ, kültürlerin birbirlerine daha hızlı ulaşabildikleri ve daha sıkı alışveriş yapabilme olanağı bulduklarından ötürü, bu işlem daha hızlı olabilmektedir. Bir kültür içerisindeyken, dış faktörler ve şartlar gereği başka bir kültür içine hızla giren kişilerde çoğu zaman “kültür şoku” yaşanabilir. Bu toplumsal olduğunda (Güncel: Suriyeli Mülteciler, Özel: Çerkes sürgünü) toplumsal bir kültür şokuna dönüşebilir. Kültür şoku nasıl bireyde huzursuzluk, moral bozukluğu, uyumsuzluk gibi örneklerle karşımıza çıkıyorsa, toplumda da tıpkı bireyler gibi olur. Hatta etnik kültür bir yana dursun, çağımızın gerçeği olarak kent kültürü ve kır kültürü üzerinden de görülebilir kültür şoku.
Çerkes Diasporası ve Asimilasyon
Şimdi, Çerkes kimliğimizle asimilasyonu konuşmaya çalışırsak yukarıdakilerden hangisi etkisinde olduğumuzu daha rahat anlayabilir miyiz? Ben rahatça söyleyebilirim, Çerkes asimilasyonu, kesinlikle doğal olmayan asimilasyon biçimidir, ancak hata şudur ki bu yalnızca Türkiye üzerinden konuşulmaktadır. Çerkes diasporasının asimilasyon serüveni, sürgünle başlamıştır ve öyledir ki bu yoğun bir toplumsal mühendisliğin ürünüdür. Bizim yurdumuza saldıran ve 101 yıl sonra bozguna uğratan Çarlık için yurdumuza kök salmanın 3 yolu vardı. Birincisi başladığı işi bitirmekti, yani tamamen öldürerek yok etmek üzerine bir politika izlemek. Ancak bu riskliydi, çünkü kendi nesillerine bile anlatamayacakları büyüklükte bir utanç miras bırakabilirdi. Zaten o günler gelene kadar savaş zamanı Çerkesler her ne kadar kulak arkası yapılmışsa da Avrupa’nın bir gözünü bu savaşa çekmişlerdi ve Avrupalılar Çerkeslere yardım etmese dahi, böyle bir katliamı görmezden gelmeyecek en azından bugün “soykırımı koza çevirmek” olarak nükseden olayı, daha büyük bir koza çevirmek üzere geleceğe kadar taşıyabilirlerdi. İkincisi ki kısmen uyguladığı (Sürgün etmediklerine) dağınık yerleştirmek, o topraklara egemen olacak başka bir kültürü taşımak ve ekonomik, psikolojik olarak taşıdığı kültürü desteklemekti. Fakat bu aşağıda sonuçlarını anlatacağım ve ileride çok büyük tehlikeye dönüşecek kitlesel dissosiyasyon yaratırdı. Çarlık, kendisi için en doğru olanı yaptı ve Çerkesleri, bir süredir ilişkide oldukları yere bir antlaşma karşılığında yolladı. (Bu aniden planlanmış bir şey değildi, aksine 1820 yılında gün yüzüne çıkan Rus komutan Amiral Siribrikov’un Çerkesleri Osmanlıya sürme önerisinden anladığımız kadarıyla planlı) Dissosiyasyonu savurdu. O zamanların Osmanlısı da, hem kendi bir takım taleplerini karşılamak için bu dissosiyasyonu düşünemeden hesaplar yaparak Çerkeslere, bugün dissosiyatif bozuklukları gün yüzüne çıkaracak meşhur “kucağını açtı”. Anlayacağınız, bu doğal olmayan asimilasyon da 2 bölümden oluşuyor.
A – Ön Asimilasyon
Savaş, insanoğlunun tüm tarihinde ne yazık ki var, bu yüzden utanarak söylüyorum ki, savaşı insanlık tarihinin doğal bir parçası saymaktan alıkoyamıyorum kendimi. Savaşsız bir dünya hayalleri taşıyan bir insan için çok ağır bir yük bu. Ancak öyle savaşlar vardır ki, bittikten sonra dahi kültüre etkisi sürer. Düşmanlık, intikam gibi güzel olmayan şeyleri nesillere bırakır. İşte Çerkes – Çarlık savaşları da bugün Çerkes halkında, gizli ya da açık bir şekilde Rus düşmanlığı oluşturmuştur. 101 yıllık savaş, kültürün baba-oğul ilişkisine varacak seviyede etki etmiştir. Savaş zamanı, Çerkesya’daki yerleşim birimlerinde, babası savaşta ölmüş o kadar fazla çocuk vardır ki, bu toplumda o çocukları üzmemek üzerine babanın çocuğunu toplum içinde sevmesini ayıplamaya varmıştır. Daha nice kültürel adetlerde bu araştırıldıkça ortaya çıkacaktır. Ön asimilasyon, Çerkes yurduna silah zoruyla girerek, onları bir savaşa mahkum etmekle başlamıştır ve Çerkes sürgününe kadar devam etmiştir. Sürgünden sonra da, hem Çarlık sınırları içerisindeki Çerkeslere, hemde Osmanlı sınırları içerisindeki Çerkeslere, ilgili otoritelerin politikaları doğrultusunda bir asimilasyon uygulanmıştır. Onu aşağıda anlatacağım, burada ön-asimilasyondan bahsediyoruz. Bunun ‘doğal olmayan’ kısmıyla ele alıyoruz. Çerkeslerin ön asimilasyonu, Çarlığın Çerkeslerin anayurdu ile ilgili planlarıyla bağlantılı olarak gelişti ve bu plan doğrultusunda, Sochi’de zaferini ilan edene kadar aralıksız sürdü. Savaş sebebiyle Çerkesler sanattan, bilime kadar her türlü faaliyetleri başta olmak üzere, köylerinde kurdukları yaşam biçimleri dahil, herşeyi savaşa endeksli yapmaya başladılar. Şartlar Çerkesleri, birilerinin o övgüyle bahsettikleri askeri kimliğe itiyordu. Bugünlerde sözüm onlara övgüyle bahsedilen o asalet; kendi yurdunu işgal eden kuvvetlere, onların türlü türlü işkence yöntemlerine ve devasal ordularına karşı onurunu teslim etmeyip sonuna kadar direnen iradeden almaktaydı. Bugün yurduna, atavatan diyebilecek kadar yabancılaşmış bir karakterin ise bu asalet tarihindeki yeri sanıyorum ancak yüz karalığı olarak ifade edilebilir. Çerkes nezaketi ise, esir düşen düşman askerlerinden tutunda, kendilerine sığınan birini isteyen dostuna bile teslim etmemesiyle ilgili bir durumdu. Neyse, sonuçta büyük savaş, henüz sürerken; vatanı uğruna ölmeyi, vatansız yaşamaktan daha onurlu bulan Çerkeslerin neredeyse tamamının ölmesiyle; toplumda büyük yaralar bıraktı, savaş bittikten sonra, nüfusun büyük bir bölümü yitmişti. Ön-Asimilasyon diyoruz da, bizler bu savaşın kendisine söylüyoruz bunu, dahası Türkiye’de devam edecek asimilasyon sürecinin önüne bağlıyoruz ama esasında Çarlığın Çerkesya’yı Çerkessizleştirmesi ancak ve yalnızca Soykırım olarak ifade edilebilir.
(Devam edecek)