Geçen iki yazımızda Arapça ve İngilizce dillerinde üçer kelimenin Adigece tahlilini yapmıştık. Arap dili, Hami-Sami Dil Ailesinin en güçlü ve gelişmiş bir kolunu oluşturur. İngilizce de ise Hint – Avrupa Dil Ailesinin Avrupa kolunda yer alan gelişmiş, yaygın ve önemli bir dilidir. Geçen iki yazımızda her iki güçlü dillerden üçer kelimeyi Adigece tahlil etmiş ve Adige Dili’nin anaç yapısına dikkat çekmeye çalışmıştık.
Bu yazımızda da “Yazı Sümer (Şumer) ile Başlar” deyip üç ayrı Şümerce kelimeyi de Adigece düşünüp Adigece tahlil ederek yolumuza devam edeceğiz. Bu üç kelimeyi de Hazreti Nuh’a endeksli kelimelerden seçmeyi tercih ettim. Çünkü konu bütünlüğü olmasını istedim. Bir diğer neden de insanlık tarihinde derin izler bırakmış olaylar ya da insanların gönlünde derin izler bırakmış şahsiyetler ve bunlarla ilgili isimler, bunlarla ilgili rivayetler daha kalıcı, daha sağlıklı olagelmiştir. Hele Nuh Tufanı gibi tüm insanlığı etkilemiş ve tüm insanlığı ilgilendiren her şey oldukça mühimdir. Bu hadisenin üç ilahi dinin kutsal kitaplarında yer alıyor olması da ayrı bir öneme sahiptir.
Bu yazımızda ele alacağımız kelimelerin Sümer dilinde olması nedeniyle kelimeleri ele almazdan önce bazı bilgileri sağlıklı kurmamız gerekmektedir.
Sümerlerle ilgili elimizdeki GILGAMIŞ DESTANI adlı kitabı Ord. Prof. Landsberger’den Muzaffer RAMAZANOĞLU Türkçeye çevirmiş. Çevirinin önsözü de Landsberger’e ait.
Önsözün 4. 5. ve 6. sayfalarında “Gılgamış Destanının oluşumunda üç gelişme evresi” olduğunu öğreniyoruz: Bu üç evrenin özet cümlelerini kendi kaleminden kısaltarak aşağıya alıntı yapıyorum.
1. “Sümerce yazma: Bunun tarihi, İsa’dan önce 2000 yıllarıdır…
2. Eski Babil yazması: Bu yazma, Hamurabi zamanında (MÖ. 1800 yıllarında) yazılmıştır…
3. Destanın son bölümünün oluştuğu tarihi kesin olarak söyleyemeyiz. Bu tarihi 1250 olarak kabul edersek; o zaman kilise örneksemesine (canonisation analojisine) uymuş oluruz; çünkü 1250 tarihinde Babillerin bilimleri, yazınları doruk noktasında, kesin biçimini almış durumdadır. Gılgamış destanının en son ozanı, Kassitler çağında yaşamış olan Sin-lekke-unnini adında bir sanatçıdır( )…
Destanı önemli kılan faktörlerin başında insanlığın bugüne kadar bilinebilen en eski yazılı metin olmasıdır şüphesiz. Bu tarz metinlerin yani tabletlerin tamamının bulunamadığı, bulunan metinlerin tamamının da doğru okunamadığı ve metinlerin dil yapılarının da yeterince çözülemediği bir gerçektir. Ancak yer ve coğrafi isimleri, insan isimleri, Tanrısal nitelemeler, sayılar, ölçü birimleri, sözcüklerin kuruluş mantıkları ve dil yapıları son derece önemlidir. Örneğin metinde “iki kez yirmi saat” ifadesi Adige dilinde de aynı mantıkla söylenmektedir. Ancak Adigecede yirmi ve katları kullanırken, yirmi: t’oç’ı, kırk: iki kez yirmi yani t’oç’ıt’u; altmış: üç kez yirmi yani t’oç’ışı; seksen: dört kez yirmi yani t’oç’ıplh’ı ifade biçimleriyle dile getirilmektedir. Burada, eğer destanla ilgili okumalar doğru yapılabildiyse, iki kez otuz, ifadesi kullanılmaktadır. Altmış sayısının iki kez otuz şeklinde ifade edildiğini, hangi dil ya da dillerde mevcut olup olmadığını ben bilmiyorum. Adigecede iki kez yirmi şeklinde değil; üç kez yirmi şeklindedir. Bu ve benzeri çalışmamız gereken daha çok konunun olduğu bir gerçek. Ancak Adigecede otuz sayısını üç kez yirmi/t’oç’işı, şeklinde söylense dili bilen herkes rahatlıkla anlar. Kimbilir o zamanlar öyle kullanılıyordu.
Eserin 56. sayfasındaki AÇIKLAMALAR/2’de şöyle denmektedir: (1)
“Nuh adı, Sami dillerinde kullanılır. Metinde, Nuh adı yerine Utnapiştim denmektedir. Gerek Nuh’un, gerekse Utnapiştim’in sözlük anlamları belli değildir. Sümerler Nuh Peygambere, ZİUD SUDDA diyorlardı. Bu addaki ‘Zİ’, ‘yaşam, can, ruh’ demektir; ‘UD’, ‘zaman’, ‘SUDDA’ da, ‘uzun’ anlamına gelir. Bu üç sözcükten oluşan ad, ‘uzun ömürlü’ demektir.”
İlkin metinde geçen kelimelerin anlamların netleşmesi için Adige dilinin bilinmesinin elzem olduğu kanaatindeyim. Çünkü Adige dili seslerin oluşumu ve kelimelerin doğuşu sürecini en iyi korumuş iki dil varsa bunun birinin Adigece olduğu kanaatindeyim.
Önce NUH ismini ele alalım ve irdeleyelim. Bakalım neyle karşılaşacağız?
Nuh: Bilindiği gibi kelime bugünkü haliyle Nuh Peygamberin adıdır. Ancak Nuh ile bilinen rivayet kültürüyle de ele alıp irdelediğimizde, Nuh kelimesinin asıl isim olmaktan çok Nuh’un bir sıfatı olduğunu görüyoruz.
Önce zihnimizi. Nuh, peygamberlik görevi gereği insanları ilahi tevhide yani Allahın birlik ve ulûhiyetine, insanları adalet ve eşitliğine davet ediyordu. Buna karşı çıkan yönetim erki ise dört temel dayanağa sahipti.
1. Wodde: Yüce Ata, ate, ade.(2) Yani en büyük devlet başkanını, kralı ya da pşı’yı…
2. Yikhu: Oğlu(3)… Veliaht, şehzade ve ya prensi temsil etmektedir. Yani tahtın varisini temsil ediyor.
3. Yeğus: Bugünkü deyimle danışman, muhafız, koruma ya da düzenin güvenlik güçlerini temsil ediyor. Yoldaş.(4)
4. Nasara:(5) Ona gönül veren ve ya maddi manevi yardım eden, birine ulaşan herkesi temsil etmektedir. İşte bozulmuş bir topluma adaleti ve ilahi özgürlüğü vaden Hz. Nuh ile düzen ve adamları amansız bir cebelleşmeye girmişler ve Hz. Nuh’un her çağrısına Yeğus ve Nasara kullanılarak Nuh’u şiddet yoluyla susturma yoluna gitmişlerdir. Wodde ve Yikhu yönetim erki ise kendi düzenlerini sarsan bu elçiyi acımasızca kan revan içinde kalana kadar dövmektedirler.
Nuh ise bir kenara çekilip üstünü başını ağlayarak temizlemekte ve halini Rabbine arz etmektedir. Bu durum şımarık insanlar tarafından adeta alay konusu yapılmakta ve Nuh’a çok ağlayan yani sulu göz, anlamlarına gelen, Noğ/Nuğ diyerek aşağılamaktadırlar. Oysa Nuh’un asıl adının ise Şakir olduğu rivayet kültürü yoluyla bilinmektedir. Noğ sıfatı ise farklı aksanlarda değiş ime uğramış Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerden önce ise insanlar, kelimeyi Nuh şeklinde kullanmaya başlamışlardı. Burada kelimenin anlam, ses yapısı ve kültürel bağ son derece önemlidir.
Sözcüğün doğduğu ortam net olarak bilinirse kelime daha net olarak anlaşılacaktır. Şimdi kelimeyi tahlil edelim.
Nuğ/ Noğ: Kelime bu haliyle cezimli okunuyor demektir. Yani sonundaki (ı) sesli harfi dillendirilmemiştir. Hareke yani sesli harf sonuna getirildiği zaman ise Noğı şeklindedir.
No: kelimenin başına geldiği zaman, kelimeye bilinen öbür taraf, anlamını katmaktadır. Adigecenin Kabardey diyalektiğinde bu ön ek yaygın şekilde kullanılmaktadır. Muhtemeldir ki “no: hayır” kelimesinin etimolojisi de budur. Öteye çevirme eylemi olumsuzluğu dile getirmektedir.
Ğı: Ağlamak demektir. Yani halini Allaha arz ederek ağlayan kişi anlamında sıfat olarak kullanılan bu kelime zamanla isimleşmiş ve tarihi bir şahsiyete mal olmuştur: Nuh…
Gelelim Nuh kelimesi yerine Nuh’un adı olarak metinde kullanılan UTNAPİŞTİM isminin ya da kelimesinin anlamına. Burada kelimeyi tahlil etmenin çok kolay olamadığının farkındayım. Çünkü seslerde anlam olması ve seslerin birleşik kelime mantığıyla oluşması durumunda farklı tahlillerin yapılabileceği bir gerçektir. Yanılgımızı asgari uruma indirmek için olay örgüsü, ses yapısı, anlam bilgisi ve dilin gramer yapısı gibi özellikleri birlikte düşünmek zorundayız. Bu arada tabletlerde okunabilen kelimeden önce gelen kelimenin son sesleriyle, kendisinde sonra gelen ilk kelimenin ilk seslerinin irdelediğimiz kelimeye ilintilenip ilintilenmediğinden emin olmamız gerekmektedir. Diğer bir deyişle doğru okunduğundan emin olmalıyız. Her şeye rağmen biz elimizdeki kelimelerin doğru okunduğunu kabul ederek yorumlama yapmamız gerekmektedir. Sonuçta şahsım adına şu an için Sümerceyi okuyabilmem olası değildir.
Utnapiştim: Temelde bileşik yapılı bir kelime. Kelimeyi birkaç farklı biçimde okuyalım. Adigeceyi bilenlerin ne demek istediğimizi hemen ve daha net anlayacaklarını tahmin ediyorum.
1. Ut-nape-şıt.
Ut: Bir şeyi kenarında, kıyısında beklemek demektir. U’nın 1. anlamı dudak kenarıdır. Organ isimleri ilk anlamı oluştururken eşya ve çeşitli varlıklar için de bir şeyin kenarı, kıyısı ve ya dış kısmı gibi anlamlar katar. Örneğin kumaşın kenarına bir şey dikilmiş olması durumuna Udağ, kapının dışında oturarak bekleyen biri için US, dikilerek bekleyen için UT, yatarak bekleyen biri ve ya eşya için ise Ulh diyoruz. Bekçilik görevi yapan birisi içinde UT ifadesini kullanırız. Örneğin çırak için pçeUt deriz. Peygamberler de bir şeyin bekçisidirler: İlahi emrin… Hatta onlar, tabiri caizse Allahın çıraklarıdır. Yani Pçeut’leridir. Ut kelimesi emir kipi ve ya yalın halde iken, utın ise mastar hali ve ya planlanmamış gelecek zaman olarak kullanılır. Bu tarz bileşik zamanlar genellikle Hatıkhoy diyalektiğinde daha sık rastlanmaktadır. Bu durumda kelimeyi utın-pe-şıt şeklinde ayrıştırmış oluruz. Anlam ise bir şeyi bekleyen öncü demektir.
Na-pe: İnsan yüzünün göz ve burun kısmı için kullanılır. Zaten ne: göz, pe: burun demektir. Dil hareketli seslere sahip olduğu için birleşik sözcük şeklinde söylerken nepe şeklinde değil nâpe şeklinde söyleriz.
Pe: Kelimenin birinci anlamı burun anlamına gelmesine rağmen ön, ileri, lider gibi anlamları kelimeye katmaktadır.
Nape kelimesi onur, haysiyet anlamlarında kullanılmaktadır. Adige atasözümüz meşhurdur, Psem y ipe nape: Candan önce onur (gelir) şeklinde tercüme edebiliriz.
Şıt: Ayakta bekleyen anlamını taşır.
-m: Kelimenin sonundaki –m sesi ise ismin asliyelinden olmasa gerek. –m sesi ismin tüm hal eklerini karşıladığı gibi özel isimlerim sonuna gelerek ismi belirgin şekle getirir ve ya isimlerin bulunma, çıkma, yönelme veya –i hal ekini karşılayacak şekilde kullanılır. Ancak isimleri bir başına kullanırken –(ı)m’li söylem biçimi hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. –m’den önceki sesli harfler ise koruyucu ünlülerdir.
Asıl önemli konulardan biri ise kelimenin başındaki U sesinin okunuş biçimindedir. Bu ses Avrupai okunursa wu şeklinde okunması gerekir. Bu durumda ise anlam tamamen değişir. Şöyle ki: wutın-nape-şıt-ım.
Wutın: Dövmek, sopa atmak, çırpmak, yıkmak benzeri anlamlar taşımaktadır. Mesela tsı wutın: yün çırpmak, Jıbğem ç’aler riwutığ: Rüzgar çocuğu yıktı/devirdi. Aslan wutın ğuşeç’e awuç’ığ: Aslan’ı sopa ile (kansız) dövdüler.
Kelimenin kökeni ise wo: vurmak demektir. İngilizcedeki No War: savaşa hayır, derken kullandığımız war: savaş kelimesinin aslına aynısıdır. Asıl olan yazıdan çok sestir. Her iki durumda da wor telaffuzu asıldır.
Bu izahattan sonra Utınape (Wutın-nape): dayak yemiş suratlı anlamını taşır. Şıt: (Bir tarzda) durmak demektir. Öyleyse kelime Peygamber anlamının dışında bir anlam içermektedir. Ağırlıklı olarak, Nuh karşıtları Utnapeştım (Wutınapeşıtım) ismini kullanmış olma ihtimali yüksektir. Burada ses birliği, anlam birliği ve eylem birliği aynı hadiseyi doğrulamaktadır.
Nuh ve Utnapiştim isimlerinin dışında, Nuh peygamber için Zıut ve Zıus isimleri de kullanılmaktadır. Eserin 56. Sahifesindeki AÇIKLAMALAR/2’de “Sümerler Nuh Peygambere, ZİUD SUDDA diyorlardı. Bu addaki ‘Zİ’, ‘yaşam, can, ruh’ demektir; ‘UD’, ‘zaman’, ‘SUDDA’ da, ‘uzun’ anlamına gelir. Bu üç sözcükten oluşan ad, ‘uzun ömürlü’ demektir” diyerek zı kelimesini can anlamıyla, ud kelimesini de zaman anlamıyla açıklamaktadır. Bizim açıklamamız daha farklıdır. Bir miktar yukarıda değindiğimiz gibi şimdi tekrar ele alalım.
Zı: Bir anlamına gelir.
Ud/ut: Bir şeyi veya bir şeyin kenarında bekleyen anlamına geldiğini söylemiştik. pet/ped kelimesiyle karıştırılmamalıdır. Bu kelimede de beklemek anlamı vardır. Ancak bu bekleme araba bekler gibi bir bekleme çeklidir. Oysa Zıut veya Zıus bekçilik yapar gibi birin/birliğin kapısını beklemek gibi bir beklemedir. O halde Zıus ve Zıut Sümercede (Şumerce) peygamber demektir.
Böylece verdiğimiz sözümüzü tutarak üç farklı dilde farklı dillerin Adigece tahlilini tamamlamış olduk. Ancak yeri gelmişken Sümerce anlamları bilinen birkaç kelimeyle daha işlemek isterim.
Khu: Sümercede dağ anlamına gelmektedir. Adigecede de dağ demektir. Khuşhe ise, dağ başı, anlamına gelmektedir.
Maşu: Eserin 39. sayfasında “Dağın adı Maşu’dur (86)” ifadesi geçmektedir. AÇIKLAMALAR 86 ve 87 kısımlarında ise “(86) İkizler dağı. (87) Maşu dağı çatal biçimindedir. Güneş bu çatalın arasından çıkıyor (Prof. Landsberger) (7)” denmektedir.
Şimdi “MAŞU” kelimesini ele alalım.
Maş’o Maşu güneşle ilgili değil ateşle ilgilidir. Muhtemelen Gılgamış’ın geçtiği dağ, yanardağ olsa gerektir.
Ki: К1и: Sümercede yer demektir. Adigecede de aynıdır. Yer anlamına gelmektedir.
Lu: Sümercede adam demektir. Adigecede de L’u: Adam demektir.
League: Kitapta Destanda Maşu dağındaki tünel 12 league (1 league=5 km), olarak tercüme edilmiştir. Adigecede lhegu, ayak tabanı demektir. Demek tünelin genişliği 12 ayak kadarmış.
Lebinu: E. Akurgal hocaya göre, çocuk olarak çevirmiş. İsabetli bir çeviri… Le kelimesinden önce gelen kelimenin son sesleri ch’e- midir acaba? Anlamı ise yeni demektir. Eğer öyleyse kelime ch’ele bını demektir. Anlamı ise çoluk-çocuk demektir. Bını/binu kelimesi ise çocuk için kullanılmaktadır. Arapçadaki bin kelimesidir.
Şames: Sümerlerde güneş tanrısı olarak bilinmektedir. Arapçada güneş: şems demektir. Adigecede ise Şemıs kelimesi erkek ismidir. Arapçada bu kelime müzekker yani erkektir.
Değerli okurlar, listeyi uzatmak elbette mümkündür. Burada bir kez daha şunu göstermiş oluyoruz: Adigece kadim bir dildir. Seslerde anlam vardır. Seslerde anlam olmadan dilin oluşamayacağının farkına varmış oluyoruz. O halde kadim toplumların ve dillerin ses, insanların yaşam aletleri, kültürleri ve tarih vadisi Adigey ve Adigecedir. Bu, başlangıcın adresidir. Bunların dışında söylenenlerin neredeyse tamamı sonraki olgular, olaylar, diller, kültürler, tarihler vs.lerdir.
Çok söze gerek var, çünkü söylenecek daha çok sözümüz var. Vesselam. Sh1uk1e…
1 Çeviren M.Ramazanoğlu, Gılgamış Destanı.
2 Wo: Gök Yüceliği temsil eder. Ade ya da Adigey aksanıyla Ate: Baba. Wodde: Büyük baba
3 Yikhu: Adige Dilinde “oğlu” anlamına gelmektedir.
4 Yeğus ve ya Yiğus. Birisinin diğerine eşlik etmesidir. Yi veya Latin esaslı olursa İ üçüncü tekil şahıs. Ğuse: yanında duran ya da yoldaş olan.
5 Nesı: Değmek, ulaşmak. Sondaki R sesi kelimeyi belirtili hale getirir ve isimleştirir. Kelimenin sonundaki A sesi ise kelimenin çezimli okunup okunmamasıyla ilgili bir hadisedir. Arapçadaki Nasar/Nasara gibi. Adigecedeki karşılığı ise Nesıre şeklindedir.
6 Kur’an, sure: 71/23
7 Çeviren M.Ramazanoğlu, a.g.e. sayfa.39.