Coğrafya Kaderdir…

0
430

“Kader, kaçınılmaz yaşanır” diyen mistik düşünceden değilim. Kader dediğimiz şey aslında bir sonuçtur. Kaderimizin ne olacağını bilemeyiz. Ancak olup bitenden geriye doğru baktığımızda, “kaderimiz buymuş” deriz ki; bu da kabullenmenin kabulü gibidir. Çünkü kader dediğimiz şey bir konuda ortaya çıkan sonucun teyit edilmesi gibidir. Her sonuç uygun zaman, koşul ve araçlarla değişebilir… İbni Haldun’dan alıntılanan “Coğrafya kaderdir” deyimi, sonucu başa alan ve kaçınılmaz gibi algılanan bir teslimiyet olarak da yorumlanabilir. Çağrışımları zengin iyi bir söz.
“Coğrafya kaderdir.” Bu sözün Çerkesler için bire bir karşılığı var. Sebeplerini çoktan unuttuğu, sonuçlarını iliklerine kadar yaşayan bir toplum Çerkesler. Anavatanlarında kendi gelenekleri ile sıradan özgün yaşamlarına bir gün, uğursuz bir “el” değdi. Kendi seçimleri olan “Coğrafi kaderlerini” (neden ve sonuçlarıyla coğrafyalarının özeliğinden ve coğrafyalarının şekillendirdiği yaşam anlayışlarıyla) yaşarken; işgal/ilhak edilip soykırıma uğramışlar, kalan Çerkesler vatanlarından sürülmüş, “diaspora Çerkesleri” olarak dünyanın birçok yerinde, kendi “Coğrafi kaderlerinden” koparılarak; birçok Coğrafyada birçok başka “Coğrafi kaderleri” yaşamak zorunda bırakıldılar. Günümüzde Suriye Çerkesleri Orta Doğu tarihinde yaşanmış/yaşanabilecek en acımasız savaşın içinde azar azar tükenmektedirler. Gelecek umutları giderek tükenmiş olmasına rağmen ışığın etrafındaki pervane gibi savaşın içinden, savaşın etki alanından çıkamamakta/çıkmamamkta; anavatanlarına dönememekte/dönememektedirler… Bir Çerkesin Anavatanına dönmesine Suriye’deki acımasız vahşi savaş ikna edemiyorsa, oturup yeniden etraflıca düşünmek gerekmez mi? Sadece Suriye savaşını değil, Suriye’de yaşayan Çerkesleri değil; onlara bile çekici gelmeyen, gelemeyen onlarla ilgili yaygın ve ciddi kaygı duymayan Anavatanın durumunu da düşünmek gerekmiyor mu?
Anavatan Çerkesleri, Sovyetlerin dağılmasına paralel, toplum olarak da dağılmış, geçen bunca zamana kadar toparlanamamış; acımasız Suriye savaşında “mahsur/tutklu/mahkum kalmış” soydaşları için çekim ve cazibe alanı olmasını bırakın, yaşamlarını sürdürecek kadar bile bir “yaşam vaadinde” ya da bir umut olamamıştır. Başka bir açıdan bakıldığında Anavatan Çerkesleri de günümüz koşullarının “Coğrafi kaderlerini” ağır ve travmatik olarak yaşamaktadırlar. RF içindeki başka milletlerin hataları sonucu olan Coğrafyanın kaderini paylaşmakta olup, etkileri açısından bakıldığında da nispeten daha ağır sonuçlarıyla yaşandığını söylemek yanlış olmaz…
Anavatan Çerkeslerine değen o “uğursuz el” değişik zamanlarda değişik biçimlerde defalarca Çerkeslere değmiştir diyebiliriz. Suriye savaşı son kötü örneğidir yalnızca. Bütün dünya ve yakın bölgesel savaşların yıkıcı etkilerini yaşamışlardır. Bir kez o yıkıcı “el” bizim gibi küçük milletlere değince, zincirleme etkileri çok ama çok sert ve uzun süreli sonuçlar yaratmaktadır. Bazen de telafisi mümkün olmayan sonuçları olur…
Türkiye’de yaşayan Çerkesler ise, belki de Suriye’de olduğu gibi açık bir savaşın içinde değiller. Örtülü bir iç savaşın içindeler ama. Kendi “Coğrafi kaderlerine” benzer bir kadere zorlanan Kürtlere karşı “taraf olmaya” zorlanmaktadır. Açık bir zorlama yerine örtülü bir taraf olma zorlaması yanında; gündelik hayatlarındaki iş bölümleri nedeniyle paylarına düşen ölümleri ve ekonomik kayıpları yaşamaktadır. Dil ve kültürlerini sürekli aşındıran, eriten yok eden bir kapitalist sistem içinde olmaları logaritmik olarak onları yok olmaya doğru zaten hızla taşımaktadır. Ürdün ve Avrupa’daki Çerkesler de benzer Coğrafi kaderlerinin peşinden sürüklendiğini söylemek yanlış mı olur ki?
Mayıs ayındayız. Birçoğumuzca ayın yirmi birinde “günlük yas” tutup, evlerimize dönmek durumuna indirgenen o gün, bütün bir tarihi, tarihi haksızlıkları, toplumsal çözülme ve dağılmayı, uğradığımız katliam ve sürgünün sonuçlarını tekrar tekrar düşünecek miyiz acaba? Zaten bizi umursayan basın/yayın organı olmadığı gibi, içinde yaşadığımız devletlerin de umursadığı yok. En azından biz, hiç olmazsa o gün; geçmişe doğru iz sürerek geleceğimizle ilgili düşünecek miyiz, kendimizce çözüm yolları arayacak mıyız acaba? Kaçımız bunu yapacak dersiniz? Buna vereceğiniz cevap sizin de moral değerlerini belirleyecek sanırım. Ne yazık ki, bu anlamda ben çok iyimser değilim… Büyük bir çoğunluğumuz, ‘“hiç olmazsa bu kadarını yapıyoruz. Ya bu da olmasa?” dediklerini duyar gibiyim. Bu ara yeni moda olan, “yüz elli yıl yas mı olur, geçin bunları?” diyenler arasında sıralanan birçok yorum ve duruş var, biliyorum. Olmayan şey ise, kendi geleceğimiz ile ilgili ciddi tavır/adım geliştirmek, hatta adım atmak olmamalı mı? Günlük sosyal ilişkilerin anlık veya günlük tüketiminin bir gelecek projesi sananlar hâla çoğunlukta gibiler… Bizde gelecekle ilgili düşünmek bile pek karşılaşılan alışılmış bir durum değil ki zaten…
Günümüzde Yirmi Bir Mayıs’larda günlük yasla geçiştirdiğimiz “Coğrafi kader“ bu kadar basite alınmamalı. Anavatana göç etmek/ettirmek meselesine indirgenerek kilitlenmiş ulusal soruna bakış önemli ama yetersizdir. Anavatanda bir “nüfus oranı sorunu” var. Oran olarak çoğalmak önemsiz değil. Ancak oranın artması, en öncelik olmadığı gibi sorunları çözmeyecektir. Üstelik var olan sorunların ağırlığı ve çok olması nüfusun oransal olarak lehte değişimine engel değil mi? Nüfussal oranın belirgin fark olmadığı Osetya, İnguşetya, Çeçenya gibi bölgelerdeki sorunlar daha az değil ki… Nüfus oranlarının aleyhte farklı olmasına rağmen Abhazya, Adigey gibi cumhuriyetlerde de yönetenler olmasına rağmen benzer sorunlar yakıcı olarak yaşanmaktadır. Sorunlar, yerel düzeyde, hatta bağlı ya da bağımsız cumhuriyetlerde de yakıcıdır ve çok benzerdir. Kısaca sorunlar, Kafkasya’nın genelinin sorunu; hatta tüm RF’nin de…
Sovyetlerin dağılmasından sonra su yüzüne çıkmış ya da yeni dönemde oluşmuş ahlaki deformasyon. Günü kurtarmak için her şeyin ve her yolun meşru kabul edildiği yaşam tarzı. Yasaların eşit uygulanmaması. Devletin birey karşısında aşırı güçlü olması. Birey olamamak, demokrasiye inanmak yerine güce inanmak, istihdam sorununa bağlı olarak işsizlik, günlük temel ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun çok büyük sessiz çoğunluk ve varlıklı mutlu küçük azınlık… Ve alt üst olmuş sosyal psikoloji. Bir yaşlının aktardığı “eskiden her şeyi bulamıyorduk. Bu, bizim için sıkıntılı durumdu. Ama gelecek kaygımız yoktu. Sağlık eğitim ve iş kaygımız yoktu. Şimdi her şeyi buluyoruz ama alamıyoruz. Üstelik çocuklarımızın eğitimi, sağlığı ve gelecekleri ile ilgili kaygılarımız var. İş ise zaten yok. Yarınımız belirsiz…” söylemi ve düşüncesinin yarattığı alt üst olmuş psikolojik kargaşa ve gerilim. Asıl sorun ve yanıtlanması gereken sorular buralarda. Nalçik’te onlarca AVM var ve bunların körüklediği ihtiyaç hissettirmek ve körüklenen “sahip olma isteği” uzun zaman her şeye duyulan açlık; uzansan dokunabileceğin kadar yakında olması, ama, sahip olamamak kolay baş edilecek durum değil. Her yaş ve cinsiyetleri farklı biçimlerde etkilemekte ve sarsmaktadır. Sorunun kendisi esas olarak yönetme/yönetilme sorunu. Eğitim, sağlık, adalet ve istihdam sorunlarını çözülmeden hukuki, sosyal ve kültürel yaşamı düzenleyen geleneklerin uygulanmasını yaşatılmasını beklemek, demografik dengenin lehte değişmesini ummak, en azından saflıktır. Gündelik yaşam standartlarının artmasında bir etkisi olamayan ana dillerini konuşmak ve korumak Anavatanda bile birçoğu için çok çekici gelmemektedir. Ahlaki çözülmenin/çöküntünün temelinde bunlar var. Geleneklere uygun yapılan evlenme törenlerinin çoğu, bankalardan alınan kredilerle ya da taksitle borçlanarak yapılınca, evliliklerin çoğunun ömrü, banka taksitlerinin süresinden ya da eşyaların taksitleri süresinden kısa sürmekte. İşin yapılma biçiminin kendisi sorun olarak evliliğin merkezine yerleşince, ömrü de kısa oluyor…
Çerkeslerin ikili görevleri var. Yaşadığı yer neresi olursa olsun dil ve kültür olarak asimilasyona karşı direnmek, çözüm geliştirmek var olamayı sürdürürken; Anavatanın temel sorunları olan, demografik dengesizlik, istihdam, birey olma ve demokrasinin gelişmesi için çalışmak. Kayıp kuşaklar üzerinden değil, gelecek kuşaklar üzerinden düşünmek gerek belkide…
Yirmi Bir Mayıs’ta yine bir araya gelelim. Yasımızı tutalım. Yas evimize dönünce gerçek sorunlarımızla ilgili düşünmeye başlamazsak, sorunlarla yüzleşmekten kaçarak ertelersek, somut adımlar atarak sonuçlar almak için kararlar üretip uygulamazsak; Yirmi Bir Mayıs’ta yas tutanlar için bile yas tutacak kimse de kalmayacak…
‘Ya “Coğrafyamızın kaderini” yani kaderimizi değiştireceğiz, ya da sessizce “Coğrafyamızın kaderini” yaşayacağız. Hangi Coğrafyada isek. Çoğalarak, gelişerek değil, azalarak zamanın değirmeninde ufalanıp gideceğiz. İşte o zaman Coğrafya mistik anlamda kabullenilmesi gereken bir kader olur. “Her yolculuk küçük bir adımla başlar.” Her başlangıç ise gerçek anlamda bir gelecektir…
Sözün sonunda şu alıntı bizi düşündürür mü acaba? Karl Marks’ın New York Times de çıkan bir makalesinde; “Ey dünya, ey insanlık! Özgürlüğün anlamını Çerkeslerden öğrenin! Özgürlüğü isteyen bir toplumun neler yapabileceğine bir bakın! Gücünün azlığına rağmen özgürlüğünü korumak için bu halkın ortaya koyduğu kahramanlığa tanık olun! Onlardan ibret almamız gerekir” der…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz