Süreli Yayınlarımız 5

0
532

Jıneps’in Mart ve Nisan sayılarında Ğuaze gazetesi ve Diyane dergisinden söz ettik. Osmanlı diasporasındaki ilk gazete Ğuaze, 1908 yılında kurulan Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti tarafından İstanbul’da 1911-1914 yılları arasında, önce haftalık sonra on beş günde bir yayınlandı.
Diyane, 1918 yılında kurulan Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti tarafından İstanbul’da 1920 yılında yayınlandı.
Sonrası Cumhuriyet dönemidir ve bu dönem halklar açısından kolay bir dönem olmadı. Bu özete, Kurtuluş Savaşı döneminde Meclis zabıtlarına da geçen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile girizgâh yapalım. 1920 yılı 23 Nisan’ında Meclis açılmış, tartışmalı toplantılar sürmektedir. Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey, konuşmasında Türklük vurgusu yapınca Sivas Mebusu Emir Paşa (Marşan) kürsüye çıkar. Müslümanlık namına bir Hilafet’in söz konusu olduğunu, sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek gerektiğini, ülkede Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabilelerinin yaşadığını ifade eder. M. Kemal son noktayı koyar; “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır… Kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki; vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, içtimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te’yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik.”
İlerleyen süreçte ise TC’nin kuruluşunda, ulus-devlet oluşturma çabası içinde Türklük ön plana çıkarılmıştı. Meclis’i oluşturanların farklı oldukları ve bunların birbirlerine saygı duyacakları anlayışı yerini tek millet, tek dil anlayışına bırakmıştı. ‘Yurttaş Türkçe Konuş’ sloganı da bu anlayışın bir ürünü idi. Anadolu’nun her köşesinde propaganda sürerken köylere tabelalar asılmıştı. Düzce’nin Çerkes köylerine de asıldı. Köylerden birine asılan tabela, üzeri kazınmış olmasına karşın hala okunabiliyor.
Bu vb. baskılarla anadil kullanımı engellenmiş ve Türkiye renklerini oluşturan etniklerin asimilasyon süreci hızlandırılmıştır.

Çerkesler neler yaşadı?

Sürgün
Cumhuriyet döneminde ilk iç sürgün Gönen-Manyas Çerkeslerine uygulanır. Çerkes Ethem’in hain ilan edildiğini biliyoruz. Kurtuluş Savaşı döneminde irili-ufaklı 10’un üzerinde iç isyanı bastıran, Yozgat isyanını bastırmak üzere Ankara’dan geçişinde TBMM’de ayakta alkışlanarak karşılanan ve milli kahraman ilan edilen, savaş boyu telgraf yazışmalarında Ethem bey olarak anılan Ethem, manipülasyonlar sonucu yaşananlara dayanılarak hain ilan edilir ve “Çerkes” Ethem oluverir. İsyanları bastırırken Ethem bey, düzmece ihanet sonucu Çerkes Ethem. Resmi tarih tezleri Çerkes Ethem özelinde de ayıklanmalı ve itibar iade edilmelidir. Gönen-Manyas Çerkeslerine Çerkes Ethem’e yardım ve Yunanlılarla işbirliği gerekçeleri ile iç sürgün kararı alınır. 18 Aralık 1922’den başlayarak Haziran 1923’e kadar, Gönen’in 5 köyü, Manyas’ın 9 köyü, toplam 14 köy sürgün edilir. Sürgün için hazırlık yapıp beklemesi bildirilen diğer köylerin sürgünü, 24 Temmuz’da Lozan antlaşmasının imzalanması ile durdurulur. Sürgün köyler yaklaşık bir yıl sonra geri dönebilir.
Gönen’in Üçpınar köyünden yollarda 45 kayıp verildiği kayıtlardadır.

Yasak
Askeri okullarda okuyan Çerkes çocukları okullardan çıkarılmış, askeri okullara giriş için “öz Türk Irkından olmak” kaydı konulmuştur.

Soyadı
24 Haziran 1934 tarihinde çıkan soyadı kanunu ile Çerkesler atalarından kalma kendi soyadlarını bırakıp, kanun gereği “katıksız Türkçe soyadı” almak zorunda kalmıştır. 1960’lara kadar süren uygulamadan sonra bir kısım Çerkes ailesi, mahkeme yoluyla soyisimlerini değiştirmiştir.

Yer adları
Coğrafi yer adları değiştirilmiştir. İlk olarak 10 Aralık 1920 tarihinde gündeme gelmiş, 1922 yılında ilk adım olarak birçok ilçe, köy, kasaba, dağ, köy isimleri “Türkçeleştirilmiştir”. Kürtçe, Arapça, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Adigece, Abazaca, Zazaca ve diğer dillerdeki isimler değiştirilmiştir. 1957 yılında “Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu” oluşturularak sistematik bir politika hayata geçirildi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra daha bir hızlandırıldı. Sadece Düzce’de 60 civarında Adige, 30 civarında Abaza köyünün adı değiştirildi. Anadolu genelinde 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin isim değiştirildi.

Çerkes isimleri yasak
İsim davaları yaşandı. İki örnek, Düzce ve Samsun’dan.
*Düzce Belediyesi Nüfus Baş memurluğu, 19.11.1981 tarih 3148 sayılı yazıları ile İstili köyü nüfusuna kayıtlı davalı Zeki Devrim’in çocukları Jan Berslen ile Jane Devrim’in isimlerinin örf ve adetlere aykırı olduğundan isimlerinin değiştirilmesini talep etti.
*Samsun’da yaşananı Av. Sefer Berzeg’in Gurbetteki Kafkasya-III kitabından aktaralım: “Samsun ilinin Alaçam ilçesi nüfusuna kayıtlı bulunan Kuzey Kafkasya kökenli bir ailenin Yermız adlı küçük bir çocuğu vardır. 1987 yılında bir de kızları doğar ve ona Suant Jane adını verirler. Ama Nüfus Müdürlüğüne gittiklerinde çocuklarının adını nüfusa kaydettirmekte hayli zorlanırlar. Neden sonra küçüğü nüfusa kaydeden Nüfus Müdürlüğü bir yazıyla durumu Cumhuriyet Savcılığına bildirir ve ismin değiştirilmesi için müdahale ister”.

Yayınlar
Cumhuriyet döneminde İstanbul ve Ankara ağırlıklı süreli yayınlar söz konusu. Ancak yoğun Çerkes yerleşimi olan Samsun, Kayseri, Düzce, Bursa, Eskişehir gibi yerlerde de yayınlar var. Dergi ve bülten ağırlıklı olup gazete sayısı sınırlıdır. Bir gerçek ki yayınlar kısa süreli oldu genelde, 1-2-3 yıl gibi. Daha uzun süreliler çok az ama bir yıl ve daha kısa süreliler bir hayli çok.
Yeni Kafkasya dergisi ile devam edeceğiz.

Kafkasya Kültürel Dergi
Sayı 13 Aralık 1966, Ocak, Şubat 1967

Kuzey Kafkasya’ya İslâmiyet’in Girişi ve Sonuçları

“İslâmiyet’in hoş gördüğü, hatta Arap milletinin üzerinde durarak terviç ettikleri amca kızı ile aynı soydan evlenmelere ya da dayı kızı gibi yakın akrabalarla evlenmelere katiyen yanaşmamışlardır”

Dr. Vasfi GÜSAR

II. Bölüm

Arap Orduları Neden Çerkesya’ya Giremedi?
Araplar, İslâmiyet’in yayımı (neşri) adı altında istilâ zihniyeti taşıyan ve istilâcılar amacı güden bir milli diktatorya (oligarşi) idi. Saldırgan Arap orduları kılıcını sallamaktan zevk duyar, İslâmiyet’i kabul etmeyenleri affetmez, fena bir duruma (akıbete) götürmekten çekinmezdi. Peygamber Hz. Muhammed devrinde Khayber savaşında muzaffer olan Arap ordusu, Khayberlilerle yaptığı anlaşmada memleketin halkı bulunan Yahudilerin şehri terk etmeleri kaydını koymuş, fakat Hz. Ömer’e kadar anlaşma neden ise tatbik edilmemişti. Hz. Ömer halife olunca idaresi altında başka dinden kimselerin bulunmasına izin vermiyor, hoş görmüyordu. Toleransı olmayan Hz. Ömer; eski anlaşmaya dayanarak Khayberlilerin tümünün Müslüman olmalarını, olmazlarsa memleketi terk ile çekilip yad illere gitmelerini emretti, zorladı. Bunun üzerine pek azı İslâm oldu, çoğunluğu çıkıp gittiler. Onların yerlerine de Araplar yerleştirildi. Böylece Khayber tamamıyla bir Müslüman memleketi oldu(17).
Araplar; hakikatte istilâ ettikleri yerler halkını Müslüman olmak için zorluyorlar, cebir kullanıyorlardı. Bugün bile Arap ülkelerinde eskiden kalma bir gelenek gibi grevlerde, isyanlarda, mitinglerde, heyecanlı milli topluluklarda eski atalarının, babalarının kullandıkları ve hiç bir süre ağızlarından eksik etmedikleri atasözü (Din Muhammed dinisseyf -Muhammedin dini kılıç dinidir) sloganını binlerce, on binlerce Arap hep beraber söyleyerek bağırıp çağırırlar, kılıfından çıkarılmış kılıçlarını, cenbiyye dedikleri hançerlerini sallayarak hatta bazılarının omuzlarına binerek kafiyeli nakarat ile avazları çıktığı kadar bunu tekrar eder dururlar.
Arap orduları bu din savaşlarında mukavemet eden ülkeleri, karşı gelen birçok şehirleri, kasabaları, köyleri yakmışlar, yıkmışlar, İslâmiyet’i kabul etmeyenlerin bir kısmını öldürmüşler (katliam), sürmüşler, göç ettirmişler, kalanları da (ki pek azdır) sindirmişlerdi. Baskı altına almışlardı. Başka dinlerin misyonerleri gibi şuraya, buraya, Asya’ya, Afrika’ya dağılarak halkı propaganda, telkin, ikna gibi yumuşak, müsamahalı ve insani hareketleri uygun görmemişler, İslâmiyet’i cebren kabul ettirmişlerdir. Bu yüzden birçok yabancı yazarlar İslâm dininin daha ziyade ekonomik ve siyasal bir konu olduğu kanaatindedirler. Yazar Kaytano (Caetani) eserinde:
“L’islâm non fu un moto religioso-religioso non si fu che la veste l’essenza fu politica ed economica” – “İslâmiyet dini bir hareket, bir konu değildir, din yalnız zahiridir. Fakat gerçekte amaç ve asıl, siyasi ve iktisadidir”(18) der.
Hakikaten 5. asırda Arap ülkesinin, Mekke ve Medine’nin iktisadi durumunun ağırlığı, toplumun üzüntüsü ile 6. asırda Mekke’nin bir ticaret merkezi, bir ticaret çarşısı (Suk Akkaz) ile canlandırılması ve bir fuar halinde bulundurulması ve bu Suk Akkaz’ın senede üç ay açık ve çalışır bir halde bulunması durumu iyi açıklamakta idi. Bu fuara Suriye, Irak, Mısır, Habeşistan ve hatta İran’dan tüccarlar gelirler ve bu panayırda alış veriş yaparlardı(19). Emruulkays gibi ünlü şairler buralarda şiirlerini söylerler, kasideler belirtirler, eğlenceler tertip ederlerdi. Sıkışık iktisadi durum böylece düzeltilmeye çalışılırdı. İşte bu devirlerde (6. asrın sonu) yer alan, meydana çıkan İslâmiyet, Arapların himmet ve gayretleriyle yayma girişimleri, din yayımının daha ziyade bu iktisadi faktöre bağlı bir çeşit siyasi yayılma, çölden kurtulup mamur yerlere geçme amacıyla işgal ve istilâlara yöneldiği bir gerçektir. Fakat çevrelerdeki milletlerin mukavemetleri, bağımsızlıklarını kaybetmemek heves ve aşkı ile yurtlarını savunmada inatları Arapları bir hayli sinirlendirmiş, “Lakavmîyete fîl islâm – İslamiyet’te milliyet yoktur” antrikan siyasi cümlelerle işgal ettikleri ülkelerdeki milletleri aldatmaya, avutmaya ve bu suretle onların milli düşüncelerini yok etmeye, yurt müdafaalarını baltalamaya çalışa çalışa Kafkas sınırlarına kadar gelmişlerdir.
Araplar; Güney Kafkas’ı, yani Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ı istilâ etmişler, Kuzey Kafkas’ın Khazerleriyle senelerce savaşmışlar, Derbend şehrini ve kalesini bazen almışlar, bazen vermişler, çok telefata uğramışlar, fakat yerlerinde duraklamışlar, ilerleyememişlerdir.
Çerkesler; pek bağlı oldukları ve her ne bahasına olursa olsun şiddetle savundukları hürriyetlerine, yasalarına, geleneklerine ve ahlaki meziyetlerine sadakatları ile sonsuz cesaret ve muhariplikleri, yurda aşırı bağlılık ile her şeyden üstün bildikleri milli bağımsızlık sevgisine dayanmakta idiler. İyi veya fena her hangi bir inanç ya da amaç ile yabancıların binlerce yıllık öz yurtlarına girmelerine, hele zor kullanarak, kan dökerek, zulüm yaparak fikir, akide ve düşüncelerini, isteklerini kabul ettirmelerine tahammülleri yoktu. Fakat telkin, irşad, ikna en çok sevdikleri saydıkları ve sayıldıkları ve üzerinde durup tartışıldığı anlamlar idi. Bu yüzden bu yoldan yürüyen, silah kullanmayan, kan dökmeyen Misyonerlerle gelen Hıristiyanlığa intibakta yumuşak davranmışlar, savaşmamışlar, kanaat getirerek, inanarak kabul etmişlerdir. Fakat İslâmiyet’in yayımında ikna, telkin yoluna gitmeyerek zor kullanan, zorbalığa yönelen, zulme geçen Arap ordularını yurtlarına sokmamışlar, Khazerlerle beraber çalışmışlar ve başarmışlardır.

Çeşitli Dinlerin Çerkesler Arasında Bıraktığı İzler

Çerkesler, hangi din veya inancı kabul ederlerse etsinler Morgan ve Şopen’in (Chepene) belirtiği gibi “Her şeyden önce ve hatta din inancından üstün gördükleri milli geleneklerine, khabze dedikleri milli yasalarına aşırı derecede bağlıdırlar”(20). Onları yaşatan, geleneklere sadakatlarıdır. Bu bakımdan işlerine gelenlerin üstünde durmuşlar, benimsemişler, işlerine gelmeyenlerden uzakta kalmışlardır. Yeni din inançlarında da eski inançlarının çoğunu meselâ İslâm olduktan sonra tabiata tapma, Musevilik, Hıristiyanlık inançlarının iz bırakmış bazı hususiyetlerini muhafaza ederek savunmuşlar, Hıristiyanlıkta Allah’ın bir anası olduğunu tanımak ve Havariyun’u (Apotr) kutsal bilmekle, kendilerine Hıristiyan denilebileceğini, fakat buna karşılık eski din inançlarından Merissa (Arı tanrıçası) ve Lepş-Tlepş (Demirciler tanrısı) ve başkalarını tanımak ve ölülerinin ruhlarına kurban kesmek, mezarlarına yemek adamakla da eski inançlarını (İdatre) muhafaza etmişlerdir(21).
İslâm olduktan sonra da Ortodoks Hıristiyan din inancının perhizlerini devam ettirmişler, Hıristiyanlıktan kalma dini bir gelenek olan ölülere saygı izi olan siyahlar giymek, yas (matem) tutmak gibi olayları bırakmamışlar ve meselâ İslâmiyet’in hoş gördüğü, hatta Arap milletinin üzerinde durarak terviç ettikleri amca kızı ile aynı soydan evlenmelere ya da dayı kızı gibi yakın akrabalarla evlenmelere katiyen yanaşmamışlardır. İslâm Araplar yeni doğan kızları amca oğlunun tabii nişanlısı ve sonra da zevcesi olarak tanırlar, sıhhi bir sebep olmadıkça evlenmekten feragat edemezler. Bir Arap karısına (bint ammi-amcamın kızı) diye hitap etmek gelenekleridir. İslâm Çerkes kadınları erkekten kaçmazlar, örtünmezler. İnönü ansiklopedisi Çerkeslerden bahsederken “Her iki din (Hıristiyanlık-İslâmlık) Adigelerin eski dinlerinden kalan bazı inançları ortadan kaldıramamıştır. Meselâ Mukaddes orman kültü halâ yaşamaktadır” der(22).
“Çerkesler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra birçok kiliseleri, manastırları, harabeleri onlar için yine kutsal olmaktan kurtulamamış, oraları onlar için ziyaret yeri, yemin ve ant içme lokali olmuştur”(23).
İslâm ansiklopedisi yine Çerkeslerin İslâmiyet’inden bahsederken: “İslâmiyet inançları taşıyan Çerkesler; senede bir ay oruç tutmak, aşure pişirmek, Kırım’dan getirdikleri Tatar din adamlarına mevlit okutmak gibi dini usulleri yaptıkları gibi Pit adıyla andıkları Hz. Ali namına senede bir kere ziyafet vermek, fakirleri doyurmak gelenekleri idi. Bu işler dini inançtan yapılmıyordu. Bunlar ancak rahata, feyz ve berekete vesile olacağı inancı ile yapılıyordu. Bundan ötürü hayat ve davranışları arasında Putperestlik, Hıristiyanlık gibi inançlardan yadigâr kalan bir takım gelenekler ve meselâ Ebucehil namına yortu yapmak ve kırmızı yumurtaya saygı göstermek, âdetleri de var idi”(24).
17. yüzyılda (1641’de) Kuzey Kafkasya’da Anapa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi Çerkeslerden bahsederken; “Bu Çerkes kavmine kâfir desen ol adamı katlederler. Lâilaha illâllâh derler ama“(25) der.
Dubais; “Çerkeslerin kendilerinin Hıristiyan olduklarını söyledikleri zamanlarda Rum papazlarının bulunduğu, çocuklarını ancak sekiz yaşına girdikten sonra vaftiz ettiklerini, asil insanların (verk) ancak 60 yaşına girdikten sonra kiliseye gittiklerini, gençlerin de yalnız kilise kapularında ve at üstünde dini duaları dinlemekte olduklarını ve bu suretle ibadet ettiklerini” yazar(26).
19. yüzyılda (1833) Çerkesya’ya seyahat eden İngiliz J. Bell “Burada İslâmiyet’in ilk intişarında İslâmiyet ile beraber Hıristiyanlık kökünden gelen bazı inançların yer almış olduğunu, İslâm oldukları halde gündüzleri mum yakmak, paskalyada renkli yumurtalar kullanmak, haç işaretine saygı, oruç, vs. İslâmiyet ile beraber yerli ve eski âdetleri de eklemek gereklidir”(27) der.
Çerkeslerin büyük bir kısmının yeni İslâm oldukları devirlerde “Kafkasya Çerkeslerinin hatırlarında kalan St. Jorj’u (Sainte GeorgeÇerkesler Auşgerg derler) veya at üstünde elinde bir mızrak olarak bir ejderha ile mücadelesini tasvir eden ve nihayet şehit olmasını belirten resmini camilerde görmek mümkündür. Hatta Çerkeslere sorulduğu zaman tabii bir eda ile Auşgerg’in resmidir”(28) cevabını verirler.
Çerkesya’yı ziyaret eden İngiliz yazarı Longworth 1840 tarihinde yayımladığı kitabında; “İslâmiyet’in yayılışında liderlerin ve ileri gelenlerin en çok önem verdikleri Çerkeslerin (And içme, söz verme) hassalarından faydalanmaları ve İslâmiyet’in birçok hususiyetlerinin kendi geleneklerine uygun bulunduğunun halka açıklanması olmuştur” der(29). Hakikaten Çerkesler arasında bu büyük, sosyal reforma yönelen İslâm din inancının yayılmasında liderlerle yanlarındaki din adamlarının çok büyük tesirleri olmuştur.
14. yüzyıldan başlayıp yavaş yavaş ilerleyerek yer bulan ve 19. asırda tamamıyla yerleşen ve bu suretle ancak beş yüz yılda Çerkesya’da kökleşen İslâmiyet ile Çerkesler Kuzey Kafkas halkı içinde İslâmiyet’i en sonra kabul edenler olmuştur. Bu gün Çerkeslerin çok kuvvetli çoğunluğu İslâm olup az bir kısmı Hıristiyan dininde bulunmaktadırlar. Arapların şiddetli zorbaca hareketleri, zulümleri ve kan dökmeleri olmadan İslâmiyet’i yaymaya çalışmış olsalardı, Çerkeslerin beşyüz senede değil, çok daha evvel bu dini inancı kabul edecekleri düşünülebilir.

(17) Hazreti Muhammed. Murat Sertoğlu. Tercüman gazetesi. İstanbul. 28 Şubat 1966.
(18) Caetani. Annali della İslâm, vol I, II. Roma.
(19) Suk Akkaz (Akkaz çarşısı). Maarifi İslâmiye dairesi bülteni. Arapça. Kahire. Cilt 21. S. 209-214.
(20) Met Çunatuka İzzet. Kafkas tarihi. İstanbul. 1912. s.338.
(21) Aynı eser. Aynı sahife.
(22) İnönü ansiklopedisi. İstanbul. 1945. Fasikül 3. s.135. Adige bahsi.
(23) Arthur Byhan. La civilisation Caucasienne. 1936. Paris. s.18 ve 162
(24) İslâm ansiklopedisi. Abaza bahsi.
(25) Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Türk tarih encümeni basımı. Cilt 7. s. 737.
(26) Dubois de Montpereux. Cilt 2. s. 81.
(27) James Bell. Journal of a residence in Circassia during the years 1837-1838. London. 1940.
(28) İsmail Berkuk. Tarihte Kafkasya. 1958. İstanbul, s. 274-275.
(29) Longworth. J. A. Year annong the Circassians. London. 1840.
İrşad: Doğru yolu göstermek, uyarmak
Terviç: Bir düşünceyi tutma, destekleme
İntişar: Yayılma

Önceki İçerikEşsiz belgeler Çeçenya’ya getirildi
Sonraki İçerikAP tarihinin en sert Türkiye raporu
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz