Adige-Tatar Kanjal Savaşı (1708) anıldı

0
554

Bir Cuma sabahı iki öncü araç olmak üzere iki minibüs ve 6 Lada Niva jip ile yola çıkıldı. Benim bulunduğum jipin arkasına römork takılmış, zira ağır malzemeler bu römorktaydı. Büyük toplu oturma çadırları, masalar, portatif sandalyeler vs… Benim gibi ilk gidenler heyecanlı, daha önce gidenlerin benim gibi ilk defa gidenlere dikkat edilmesi gereken konularda öğütler vermesiyle başladı diyaloglar…

Kafile başkanı Hağajey Beslen, hukukçu aktivist. Birçok uğraş alanı dışında, Kanjal Anma işini başlatanlardan. Beştoka Aslan, Kıp Hüsnü-Gupse Kuşha Filiz-Hasan, Bağtır Mansur ve Thabış Murat gibi aktivistler dışında, her perşembe Abhaz meydanında geleneksel halk düğününü organize eden genç kızlar ve erkek aktivistler de gruptalar. Yolda uğranılan köylerden, önceden konuşularak hazır bekleyen yerel eski halk türkülerini ve hikayelerini söyleyen ve anlatan üç kişi katılmıştı. Tanışma faslını kamp alanına bırakarak yola çıkıldı.

Yol stabilize ve zorlu. Bir tür ralli denemesi denilebilir. Bu nedenle Lada Nivalar tercih edilmiş… İkindiüstü kamp alanına ulaştığımızda, iki aracın yolda arızalanıp tamir edilmiş, minibüslerden birinin dönmek zorunda kalmış olduğunu öğrendik. Yolcuları ve malzemeler aktarıldı ve ikindi sıralarında kamp alanına ulaşıldı. Daha bir iki çadır kurulmuştu ki şiddetli bir yağmur başladı. Yarım saat sonra güneş tekrar göründü ve iki saat sonra, üç büyük çok amaçlı çadır, bir mutfak çadırı ve yirmi beş civarında kişisel çadır kurulup küçük bir çadır kent oluşmuş oldu. Çadırlardan birisine Gupse, Nartan Kılıç’ın posterini asıp yanına Adige bayrağını da diktiğinde, kalınan süre boyunca ateşe sürekli odun atılarak ve etrafı hiç boş bırakılmayarak hiç söndürülmeyen, etrafında oturulacak büyük ateş yakılmış, etrafı da portatif taburelerle dolmuştu bile… Saydım, çocuklarla birlikte kırk yedi kişi idik. Etrafa baktığımda, sınırsız bir alan gibi algılanan bir yüksek plato Kanjal. Yol boyunca gördüğümüz çok sayıda hayvan barınaklarındaki sürüler yayılırken görülüyor. Yeşilin her tonu. Tam bir dev boyutta otlak. Karşıda Elbruz’un karlı zirvesi, arkamızda duvar gibi tabakalı çöküntü uçurumları. Hemen arkamızdaki yüksek tepe üç bin iki yüz metre rakımda, bizim konakladığımız yer ise iki bin iki yüz rakımda… Güneş ışığı ve gölgelerle oluşan inanılmaz renk ve görüntü manzaraları ile kuşatılmışsın duygusu sarıyor insanı…

Bir taraftan evlerde hazırlanıp getirilen yemekler masalara servis edilirken, çay kahve dağıtımı, tanışmalar, gülüşmeler… Islananların derece derece ateşe dönüp kurulanmaya çalışırken görünen şey, herkesin mutlu gülümsemeler taşıyan yüzlerdi. Etrafındaki koyun, at ve inek sürülerinin de geceleyecekleri yerlerine döndükleri görülüyordu. Onlardan birinden kaçıp kamp sürecince bizimle kalacak olan sarı-beyaz benekli kocaman sevimli çoban köpeği gelmişti bile. En çarpıcı görüntü ise, uzansan dokunacakmışsın gibi görünen Elbruz’un ( Oşhamaha) zirvesi…

Akşam yemeğinden sonra sabaha kadar ateş başında sohbet edildi. Kimi zaman eski halk şarkılarını söyleyenler dinlendi kimi zaman da Kanjal ile ilgili anekdotlar, zaman zaman da Adigelerin sosyal yaşamları ile ilgili anekdotlar… İsteyen çadırına gitti uyudu isteyen kaldı ama sohbet ve ateş hiç sönmedi kalınan süre boyunca.

İkinci gün, sabah kahveleri ve çaylarından sonra kahvaltı… Ayakta ikili-üçlü-çoklu sohbetler sürerken Beslen, thaluk (adak) için yakınlardaki sürü sahiplerinden birinden satın aldığı kara bir koyunla döndü. Hazırlıklar yapıldı. Katılmak isteyen on civarında erkek, koyunun etrafında çember oluşturdu ve koyunun adak edileceği bıçak, gökyüzüne doğru dönük iki elin avuç içine yatay konularak günün anlamına ilişkin kısa konuşmalar yapılıp elden ele devredildi ve koyunu kesecek olan imama verildi, adak kesildi. Bu kesme tarzının üç yüz yıl önceki gelenek olduğunu ve pişirilmesi, servis edilmesi ve menü dahil kullanılacak araç gereçlerin de o günün geleneklerine göre olacağı anlatıldı. Adak yemeği hazırlanırken kızlı erkekli birkaç grup civardaki tepelere zirve yürüyüşleri yaptı. Yürüyüşçüler döndüğünde Beştoka Aslan adak etlerini hazırlamıştı. Paste evden getirilmişti, kadınlar da şips hazırladı. Erkekler ise üç ayaklı yuvarlak alçak sofraların montajını yapıp düzenlendi. Her sofraya üç kişi oturtuldu. Yaş durumuna göre ayarlanan oturma düzeninden sonra sofralara haşlanmış sade et, Çerkes peyniri, şips, paste ve maksıma konuldu. Beslen uzun bir konuşma yaptı. Yemek sırasında aralıklı zamanlarla üç kişi daha konuşma yaptı. Son kısa konuşmayı yine Beslen yapıp yemeği de sonlandırdı. İsteyenler sofralarında kalırken isteyen çay kahve içmeye ya da başka işlerin peşine takıldılar. Yine yürüyüş grupları gördüm, sohbet edenler, bol bol da resim çekenler… Çocuklar da konuk köpeğe atık et ve kemiklerle beslerken eğlendikleri görünüyordu.

Gece sabaha kadar ateş başında sohbet edildi, şarkı söylendi, bazen içinde ağıtların da olduğu anonim hikayeler anlatıldı. Bir kısmı çadırlarında uyudu, sabah erkenden kahvaltıdan sonra çadırlar söküldü, araçlara yerleştirildi ve yola çıkıldı. Özellikle baktım, kamp alanında bir tek kağıt parçası bile bırakılmamış. Oradan ayrılırken araba lastik izlerimiz, çadır izlerimiz, ayak izlerimiz ve yanan ateşin külü dışında hiç bir değişiklik yapılmamış, atık bırakılmamıştı.

Bulunduğumuz yerde telefon ve internet ulaşımı yoktu. Aşağıya, şehre indiğimizde, Türkiye’de askeri darbe girişimi olduğunu öğrendik. Yüzlerle ifade edilen ölü-yaralı ve yarattığı telaş, merak, kaos ve kargaşa ile tekrar tanışmış olduk…

Andemirkan Bağtır/Nalçik Jıneps/18 Temmuz 2016

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz