Kafkas Mecmuası
Kafkas Dergisi birleştirilmiş 11 ve 12. Sayı ile 1953 yılı Aralık ayında yayın yaşamını noktalar. 1954 yılı Nisan ayında Kafkas Mecmuası yayınlanır.
Ayda bir yayın olarak başlamasına karşın ikinci sayı ancak Aralık ayında yayınlanır. İdare imzalı İtizar (Özür) yazısı, Türkiye diasporası yayınlarıyla ilgili tipik bir örnektir.
***
İTİZAR
Mecmuamız elimizde olmayan bazı sebepler dolayısı ile (Mayıs-Kasım) aylarında çıkarılamamıştır. Bu vaziyetin, bazı sayın okurlarımız arasında haklı olarak endişe ve hoşnutsuzluk yarattığı, aldığımız mektuplardan anlaşılmakta ve bu halin ne gibi sebeplerden ileri geldiği sorulmakta ve icabeden maddi yardımın esirgenmeyeceği bildirilmektedir.
Sayın hemşehrilerimiz tarafından mecmuamıza karşı gösterilen işbu yakın alâkadan dolayı kendilerine şükranlarımızı arz ederken mecmuamızın değerli hemşehrilerimizin de kıymetli yardımları ile aralık ayından itibaren intizamını kaybetmeden intişarına (yayımlanma) devam edeceğini tebşir (müjdeleme) ederiz. Derin saygılarımızla.
İDARE
***
İlk sayıda dergi künyesinde sahip kısmında Turhan Yavuz Marşan ismini görüyoruz. Sonraki sayılarda ise üç isim dergi sahibidir; Şeref Terim, Mehmet Ketey, İnal Şaplı.
İkinci sayıdaki Turhan Yavuz Marşan imzalı “Doğru yol hangi semtten geçer”, birleşik 8-9. sayıdaki Şeref Terim imzalı “Bir muhasebe” genel bakış açısını yansıtan yazılardır. Her iki yazıyı da yan sütunlarda veriyoruz.
Yazılarda çok açık anti-Sovyet yaklaşımı ve Türkiye’ye sadakat bildirimi dikkat çekmektedir. 1917 Ekim devrimi sonrası Kafkasya’da özerk bölge oluşumları, anadil eğitimine yönelik düzenlemeler ve diğer olumlu gelişmeler yok sayılmakta; Türkiye’de Cumhuriyet dönemi ile derneklerin ve anadille de eğitim veren okulun kapatılmasına, 1946 yılına kadar dernek dahi kurulamamasına hiç değinilmemektedir. Haklı olarak II. Dünya Savaşındaki Sovyet uygulamaları eleştirilmekte ve mahkûm edilmektedir.
Çerkeslerin durumuna dair T.Y. Marşan’ın tespitlerinin benzerleri bugün de ifade edilmektedir.
“Davamıza kimse müzahir olmadı diye niye gocunuyoruz; bizler kendi aramızda öteden beri tesanüt ve ittihat kuramamak aczi içerisindeyiz… Esef olunur ki bugün dahi bizi hüsrana sürükleyen ve parçalanmamıza amil olan kötü geleneklerimizi terk edemiyoruz.”
Birlikte hareket edememekten yakınıyor Marşan ama bunun nasıl sağlanacağına dair bir değerlendirme yapmadan Kafkasya’nın kurtuluşuna dair görüşlerini paylaşıyor:
“Kafkasya’nın istiklâli mevzuunda doğrudan doğruya garp demokrasileri ile temasa geçerek istinadgâhı buralarda aramak zihniyetini sakat buluyorum. Bugün için onlar, yani garp demokrasileri, komünizmin mütevali tecavüzleri ve yayılışı ve kendi varlıklarını tehlikeye düşürmesi endişesi içerisinde, bu tehlikeyi önlemek için komünizme muarız olan milletleri teçhiz ederek sağlam bir cephe kurmak lüzumunu hissediyorlar. Bu meyanda komünizmin boyunduruğu allında inleyen milletlerin hariçteki mümessillerine de el uzatmak zaruretindedirler.”
Batı’nın tavrını örnekliyor ardından: “Muhtar Çeçen – İnguş Cumhuriyeti ile yine Karaçay-Balkar, Kırım ve Kalmık Muhtar Cumhuriyetleri sekenesinin Moskoflar tarafından canavarcasına toptan imhası demokrasi âleminde tam bir kayıtsızlıkla karşılandı.”
Ve kurtuluş reçetesi Sovyet sisteminin yıkılmasında diyor Marşan: “Şu muhakkaktır ki yurdumuzun kurtuluşu o süper katiller rejiminin yıkılmasına bağlıdır. Bizim nereli ve kim olduğumuzun bile farkında olmayan yabancı kapıların ipini çekerek mesned aramak abestir; bilhassa bizler, yani bu memleketin çocukları için.”
Rejim yıkılacak ve Kafkasya bağımsız olacak, talep budur. Günün koşullarındaki değerlendirmenin üzerinden 36 yıl geçtikten sonra Sovyetler Birliği dağıldı ama Kafkasya’nın durumu öngörüldüğü gibi olmadı.
Batı ile dayanışma reddediliyor, Sovyet sisteminin yıkılması gereğine işaret ediliyor. Türkiye değerlendirmesinde ise hiçbir eleştiri olmadığı gibi beklenti büyük:
“Bolşevik Rusya’nın yıkılıp parçalanması ile yakın doğunun ve hatta Avrupa’nın en kuvvetli devletlerinden biri olarak büsbütün ehemmiyet kesbedecek olan Türkiye’nin, çok uzun zamanlardan beri haşır neşir olarak kaynaştıkları ve ızdıraplarını paylaştıkları öz kardeşlerinin en samimi ve müessir müzahiri olarak haklarını korumalarını ve davalarını benimsemelerini beklemek en tabii hakkımız ve kuvvet unsurumuzdur. Esasen Türkiye, bilhassa dünyanın bu kısmında hürriyet ve istiklâlin bir sembolüdür. Bu memleket hiç kimseye el uzatmadan canını dişine takarak istiklâlini kurtarmış ve düveli muazzama denen yağmacıları topraklarından sürüp çıkarmıştır. Ve nihayet birlik ve beraberliğin, azim ve irade sağlamlığının, üstün cesaretin, iman bütünlüğünün neler yarattığını bütün bir dünyaya göstermiştir. Bu bize en müessir bir örnektir. Ve bizler bu memleketin kanlarımız ve canlarımız birbirine ayrılmaz bir şekilde mezc olmuş birer parçalarıyız. Bizim kuvvet kaynağımız ve müzahirimiz ancak bu kaledir.”
Dünün tespit ve yaklaşımlarının sağlamasını tarih yapmış durumda. 1954’ten bugüne Batı’da, Kafkasya’da, Rusya’da yaşananlar ortada, Çerkeslerin durumu da. Gerçekleşen ve gerçekleşmeyenleri açıkça görmek olası. Bugüne dair Çerkes sorunu konusunda tespitlerimiz ve çözüm önerilerimizin sağlamasını gelecekte yine tarih yapacak. Bugün düşünce üreten ve reçete sunanların bir kesimi, 1954 yılında yazılanları okuduktan ve gelişmeleri değerlendirdikten sonra, niyetlerinde samimi iseler şapkalarını önlerine koyup durum değerlendirmesi yapma gereği duyacaktır.
*
Sefer Berzeg’in Çivi Yazıları’nda yayınlanan Kafkasya Bibliyografyası kitabından özetle; İstanbul’da aylık yayınlanan bir dergi. 1954–1956 yılları arası 12 sayı yayınlandı. İlk sayıda sahibi; Turhan Yavuz Marşan, Yazı İşleri Müdürü; Şeref Terim, sonra değişiklik söz konusu. Mayıs 1956’da birleştirilmiş 11-12. sayılarıyla yayınına son verdi.
Süleyman Yançatoral’ın 1987 yılında Kafdağı Dergisinde aktardıkları:
Kafkas Derginin 12. sayısından sonra aynı siyasal çizgiyi izleyen yeni bir dergi çıkartılır. Formalite icabı Kafkas Dergisi yerine, Kafkas Mecmuası ismi verilen derginin birinci sayısının sahibi T.Y. Marşan ve arkadaşları, yazı işleri müdürü Şeref Terim’dir. İkinci sayısından itibaren Mehmet Ketey, İnal Şhaplı ve Şeref Terim’in derginin sahibi oldukları görülmektedir.
Kafkas Dergisi’nin devamından başka bir şey olmayan bu derginin Nisan 1954’de yayınlanan ilk sayısında “Ortak ve kutsi idealimiz için samimiyet ve feragatle çalışmayı vazife bilen bizlerin gayretlerimizi arttırmak ve mecmuamızın yaşamasını temin etmek için sizlerin de devamlı alakanızın eksik edilmemesini temenni ve rica ederiz” denilmektedir.
Bu dergi Nisan 1954-Mayıs 1956 tarihleri arasında yayın hayatında bulunur. Belli başlı yazarları; Şeref Terim, Turhan Yavuz Marşan, Mehmet Ketey, Alaattin Kutlu, İnal Şhaplı’dır.
Kafkas Dergisi ve benzer siyasal çizgiyi izleyen Kafkas Mecmuasında işlenen konular, ileri sürülen tezler günümüzün toplumsal ve siyasal yapısı, düşünce sistemi içerisinde değerlendirilip, eleştirilecek yönleri bulunabilir. Dergilerin ileri sürdükleri tezlerin, günümüzde değişen ve gelişen dış ve iç politik yapıya ters ve anlamsız gelen birçok yönleri vardır. Bu çalışmada günümüze ters ve anlamsız gelen tezlerin eleştirisinden ziyade, ileri sürülen görüşler objektif olarak ele alınacaktır. Yazı sergisinin yayınlanan bu bölümünde ele alınan iki derginin ileri sürdükleri tez;
1. Kafkasyalılar baba ve cedlerini şehit verdikleri Rus emperyalizminden intikam alacaklardır.
2. Kafkasya’nın hürriyeti sağlanıncaya kadar, içinde yaşadıkları devlete minnet ve şükran duyguları ile kültür, gelenek ve göreneklerin yaşatılması için çalışılacaktır.
3. Hükümet ve onun bağlı olduğu siyasal ve askeri bloğun güttüğü dış siyaset politikası izlenecektir.
Bu üç tez her iki dergide gözlenmekle birlikte Kafkas Dergisi’nde görülen demokrasi, insan hakları, gericilik vb. kavramlara Kafkas Mecmuasında rastlanmamaktadır. Ayrıca Kafkas Mecmuası’nda daha katı ve ağır bir Anti-Sovyetik siyasal çizgi görülmektedir. Rus Çarları’nın 1860 ve sonrası yıllarda yapmış oldukları baskıcı kolonyalist hareketler ile 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra Kuzey Kafkasya’da oluşan siyasal hareketler karıştırılmaktadır. Kafkas Mecmuası’nda Kafkas tarih ve kültürüne ilişkin yazılar, Kafkas Dergisi’ne oranla çok azdır. Dergide genellikle II. Dünya Savaşı’nda Kafkasya’da oluşan olaylar, kahramanları ve 11 Mayıs 1918 Cumhuriyeti ağırlıklı bir şekilde işlenmektedir.
Kafkas Mecmuası
Sayı: 2 Aralık-1954
Doğru Yol Hangi Semtten Geçer
Turhan Yavuz Marşan
İnsanlar mukadderatlarını, tereddütsüz diyebilirim ki, yine bizzat kendileri tayin ederler. Bu, fertlerin irade kabiliyetlerine bağlıdır. Bilhassa millet halindeki büyük topluluklar için bu kaçınılmaz bir hakikattir. Alın yazısı denilen şey, vukuundan evvelki zaman için bir safsatadan ibarettir. Vukuundan sonra ise, mütevekkel dediğimiz cinsten daha ileri giden zayıf imanlı, azim ve irade bakımından fakir, tefekkür ve mülâhaza kabiliyetleri olmayan ruhen hasta insanların tutundukları bir züğürt tesellisinden başka birşey değildir. Bir ailenin mukadderatına aile reisi, bir kabilenin mukadderatına kabile reisi ve nihayet bir milletin mukadderatına da devlet reisi hâkimdir. Bu, diktatör idarelerde olduğu gibi demokratik idarelerde bile böyledir. Bunun en bariz misalini ikinci dünya harbi içerisinde gördük. Bütün bir dünyanın mukadderatı üç beş adamın elinde kaldı ve yine bütün bir dünyanın bugün çektiği ızdırabın ve duyduğu huzursuzluğun amili olan hatalar böylece meydana geldi.
Bize gelince; bizler mukadderatımızı, tarihin bunca canlı misalleri göz önünde dururken bilerek kendimiz tayin ettik ve bugünkü akıbetimize amil olduk. Mukaddes yurdumuza saldıran kana susamış it sürülerinin karşısında müttehit ve kuvvetli bir cephe kurmaktan uzak kaldık. Tarihlerinin henüz ilk sahifelerinin mürekkebi kuramamış yaban adamlarının ekmeğine yağ sürdük, arzu ve emellerine hadim olduk. Memleketin bir tarafı uzun seneler kan ve ateş içinde yuvarlanırken diğer tarafı bu hengâmeye seyirci kaldı. Nihayet feci akıbet gelip çattı. Canımıza, kanımıza, susamış, vicdanı ve Allah’ı olmayan müptezel düşmanla sulh halinde bulunmak ve dolayısıyla emellerine hizmet etmiş olmak hiç bir faide temin etmedi ve memleket baştanbaşa esarete ve bizler ise sefil ve perişan hicret yollarına düştük.
Davamıza kimse müzahir olmadı diye niye gocunuyoruz; bizler kendi aramızda öteden beri tesanüt ve ittihat kuramamak aczi içerisindeyiz ve hayvanlara has aşağılık duyguları ile mücehhez bulunan bir taslak millete, binlerce senelik şerefli bir tarihi olan ve dünyanın bugün ulaşmağa gayret ettiği hakiki demokrasiyi asırlar boyunca tatbik edegelen yurdumuzu milletler müzesi olarak vasıflandırmak cesaretini verdik. Esef olunur ki bugün dahi bizi hüsrana sürükleyen ve parçalanmamıza amil olan kötü geleneklerimizi terk edemiyoruz. Birbirine tamamı ile zıd olan iki ayrı ideolojinin müşterek menfaatleri için velev ki kısa bir zaman için dahi olsa işbirliği yapabildiği bir devirde biz, menşei tarihin meçhulatına dalan, beşer tarihinde şerefli bir yer tutan ve adeta bir ana babadan dünyaya gelmiş kadar birbirine yakınlığı ve bağlılığı olan öz kardeşler neden bu sıhriyetin icaplarını yerine getirmek mevkiinde iken bunun aksini yaparak kendi ızdırabımızı arttırırız. Bu icapların ve zaruretin kısa zamanda tahakkukunu hepimizin aklı seliminden ve vatan aşkı ile çarpan temiz kalplerimizden beklemekte haklı olduğumu tebarüz ettirdikten sonra elimde olmayarak ayrıldığım asıl maksada döneyim.
Mukaddes yurdumuzun kurtuluşu için nerede olursa olsun, kendi görüş ve kanaat-lerini rehber ittihaz ederek, hırsıcâh ve şahsî menfaat aşağılığından uzak kalarak feragati nefsile gayret sarf eden hemşehrilerimizin, şerefli yolların hangisinden yü-rürlerse yürüsünler takdir ve tebcile şayan birer vatanperver oldukları bedihidir. Bunu bu şekilde samimi olarak tebarüz ettirdikten sonra benim kanaati kâmilem olarak şu ciheti tebarüz ettirmek isterim.
Ben şahsen, Kafkasya’nın istiklâli mevzuunda doğrudan doğruya garp demokrasileri ile temasa geçerek istinadgâhı buralarda aramak zihniyetini sakat buluyorum. Bugün için onlar, yani garp demokrasileri, komünizmin mütevali tecavüzleri ve yayılışı ve kendi varlıklarını tehlikeye düşürmesi endişesi içerisinde, bu tehlikeyi önlemek için komünizme muarız olan milletleri teçhiz ederek sağlam bir cephe kurmak lüzumunu hissediyorlar. Bu meyanda komünizmin boyunduruğu allında inleyen milletlerin hariçteki mümessillerine de el uzatmak zaruretindedirler. Bu yardım sembolik, manevi ve ilerisi için göz önünde bulundurulacak vaadlerden ibaret olmakla beraber bugünkü teşebbüslerini hizihusule eriştirmek ve prestijlerini yükseltmek için lüzumlu bir tedbirdir. Buraya kadar iyi, fakat ortada küçük milletlerin bugünkü ızdıraplarını amil olan acı bir hakikat vardır ki, bu vakıanın tekerrür ve tevali edeceğini düşünmek insanı haşyetle ürpertiyor.
Esefle kaydetmek lâzımdır ki bugüne kadar büyük devletler diye payelendirilen bir kaç devletin menfaatlerinin çarpışmaları hengâmında olsun, mutabakata varılması sırasında olsun, küçük milletlerin menfaatleri şöyle dursun, varlıkları bile unutulmuş ve insafsızca çiğnenegelmiştir. Onların fikri sakimince küçük olmak vesayet altında bulunmayı, büyüklere tabi olmayı, mevcudiyetlerinin yedekte bulunmak suretiyle kaim olacağı kayıt ve şartlarını amirdir. Bunun birçok misallerini fazlası ile gördük ve görmekteyiz. Tafsile ne hacet, dünyanın kısmı mühimmi bugün halâ esaret altındadır. Bütün harpler, büyük devletlerin hayat sahalarının ve nüfuz mıntıkalarının genişlemesi, sözde hürriyete kavuşan birinin yerine bir kaçının boyunduruk altına girmesi veya efendi değiştirmesiyle intaç ettirilir.
Dünyaya verilecek şekil, birkaç adamın fiskoslu toplantılarının neticelerine bağlandıkça vaziyetin iyiye gideceğini beklemek abestir. Yarın bilmem kaçıncı bir fiskos toplantısında, dünya üzerinde menfaatlerin taksiminde tavizler tatminkâr bir şekle bağlanır ve nüfuz mıntıkalarının tesbiti meselesinde bir anlaşma zemini bulunursa bu zavallı esir milletlerin, kendi hasis menfaatlerine feda edileceğine eminim. Bunun tevili, rakibi tahrik etmemek ve dünyayı felâkete sürükleyecek yeni bir harbe yol açmamak teranesidir. Muhtar Çeçen-İnguş Cumhuriyeti ile yine Karaçay-Balkar, Kırım ve Kalmık Muhtar Cumhuriyetleri sekenesinin Moskoflar tarafından canavarcasına toptan imhası demokrasi âleminde tam bir kayıtsızlıkla karşılandı. Ve yine Avusturya’da Drava nehri vadisinde yerleşmiş bulunan şimali Kafkasyalı ve Kazak mültecileri vicdani mülâhazalarla kabili telif olmayan bir desise ile Bolşevik kasaplarına teslim edildiler. Binaenaleyh kendi menfaatleri icab ettirdikçe zayıf ve acizleri hançerleyen politika simsarlarına yüzsuyu dökmeyelim. Bu yol bizi hüsrana götürür. Bolşevik kasaplarının zulüm ve işkenceleri altında inleyen güneyli komşularımızla münasebet tesis ederek istikbale hazırlanmak bile bizim için diğerinden daha salim ve ümid vericidir.
Şu muhakkaktır ki yurdumuzun kurtuluşu o süper katiller rejiminin yıkılmasına bağlıdır. Bizim nereli ve kim olduğumuzun bile farkında olmayan yabancı kapıların ipini çekerek mesned aramak abestir; bilhassa bizler, yani bu memleketin çocukları için. Bolşevik Rusya’nın yıkılıp parçalanması ile yakın doğunun ve hatta Avrupa’nın en kuvvetli devletlerinden biri olarak büsbütün ehemmiyet kesbedecek olan Türkiye’nin, çok uzun zamanlardan beri haşır neşir olarak kaynaştıkları ve ızdıraplarını paylaştıkları öz kardeşlerinin en samimi ve müessir müzahiri olarak haklarını korumalarını ve davalarını benimsemelerini beklemek en tabii hakkımız ve kuvvet unsurumuzdur. Esasen Türkiye, bilhassa dünyanın bu kısmında hürriyet ve istiklâlin bir sembolüdür. Bu memleket hiç kimseye el uzatmadan canını dişine takarak istiklâlini kurtarmış ve düveli muazzama denen yağmacıları topraklarından sürüp çıkarmıştır. Ve nihayet birlik ve beraberliğin, azim ve irade sağlamlığının, üstün cesaretin, iman bütünlüğünün neler yarattığını bütün bir dünyaya göstermiştir. Bu bize en müessir bir örnektir. Ve bizler bu memleketin kanlarımız ve canlarımız birbirine ayrılmaz bir şekilde mezc olmuş birer parçalarıyız. Bizim kuvvet kaynağımız ve müzahirimiz ancak bu kaledir.
Sırf kendi şahsını temsil eden ferdi teşebbüs ve gayretler mensub olduğu topluluğu küçük düşürmekten ve menfaatlerini haleldar etmekten gayri bir netice vermez. Gaye müşterek olduğu gibi gayrette müşterek ve müsbet olmalıdır. Kendinde temsil salahiyeti vehmederek harekete geçip yüz geri edilerek bizi küçük düşürmeye ve mukaddes gayemizi baltalamaya kimsenin hakkı yoktur. Dünyanın ölüm kalım buhranları geçirdiği bugünlerde bizi felâkete sürükleyen ferdi hareketlerden kaçınarak biraz daha makul ve realist olalım ve birbirimize kaynaşmayı öğrenelim artık.
Mukadderat: Yazgı
Mütevekkil: Her işini Tanrı’ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş
Tefekkür: Düşünme, düşünüş
Mülahaza: Düşünce
Bariz: Açık, göze çarpan, belirgin
Amil: Etken, etmen, sebep, faktör
Müttehit: Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş
Hadim: Hizmet eden
Müptezel: Saygınlığını yitirmiş
Müzahir: Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı
Tesanüt: Dayanışma
İttihat: Birleşme, birlik kurma, bir olma
Mücehhez: Donanmış
Sıhriyet: Evlenme sonucu oluşan yakınlık, dünürlük, hısımlık
Tebarüz: Belirme, görünme
İttihaz: Sayma, tutma, … olarak görme
Tebcil: Yüceltme, ululama
Mütevali: Art arda gelen, üst üste olan, ardışık
Muarız: Karşı koyan, karşı çıkan
Tevali: Arası kesilmeksizin sürme
Haşyet: Korku, korkma
Hengâm: Zaman, vakit
Tafsil: Bir şeyi ayrıntılarıyla anlatma, açıklama
İntaç: Bir işi sonuçlandırma, sona erdirme, bitirme
Hasis: Bayağı, insanı küçülten, değersiz
Tevil: Çevri
Sekene: Bir yerde oturanlar, sakinler
Müessir: Dokunaklı, etkili
Müzahir: Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı
Salahiyet: Yetki